Her zaman herkesle iyi geçinemiyoruz. Kendi çapımızda kavgalarımız oluyor, küçük-büyük kavgalarımız. Bütün bu kavgalarda her şeyi yakıp yıkıyoruz. Sonra sadece tatmin ettiğimiz egolarımız. Kırgınlıklar ve üzüntüler. Bu yazımın konusu, belki çok benzese de günlük siyasi kavgalar değil.
Kavganın bile adabının olduğu bir kültürümüz var. Örneğin Osmanlı, asla kavgada yumruk kullanmazmış. Sebebi, yüzün saygıya değer olmasıdır. Bir kavgada yumruk son merhale imiş. Hatta biri davranır da önce yumruk atarsa onun delikanlılığı ve yiğitliğinden şüphe edilirmiş.
Eğer bu adaba uyulmaz ise çingene kavgası adı verilirmiş kavgalara ve aşağılanırmış. Esasen bütün bir değerler manzumesinin yıkılıp gittiği gibi bunlar da unutulup gitti.
İslam’da yüz, Allah’ın en fazla isminin gölgesinin düştüğü uzuvdur. Çok şaşırmıştım, dinimizde yüze vurmanın yasaklandığını ve günah olduğunu duyduğumda. Bir fiske bile vurmak yasaklanırken akla gelen bütün ağır sözleri bir yumruk gibi yüze vurmak nasıl hoş karşılansın?
Yine bakacak yüz kalması deyimi de ne güzeldir. Kızgınlıkta bütün hakaretleri eksiksiz yapınca ve sayıp sövmede sınır tanımadan her türlü lafı söyleyince nasıl bir daha yüz yüze bakılacak?
Ne yazık, evde karı-koca, baba-çocuk ve kardeşler birbirine hakaretler edebiliyorlar. Bu ev mi mutluluğun yuvası ve toplumun çekirdeği olacak?
Büyükler derler ki, dilin etrafı iki kez kuşatılmıştır: Birincisi dişler, ikincisi ise dudaklardır. Dilin her döndüğünü söylememesi için iki muhafızdır bunlar. Bence de esas muhafızlar, akıl ile kalptir. Söyleyeceğimizi keşke önce akıldan sonra kalpten süzebilsek...
Yine iki kulak vardır, bir dil; iki dinle bir söyle diye.
Kavgalarımıza gelince. Keşke her şeyi söylemesek, bıraksak bazılarını da içimizde. Sabır denen silahı kuşansak. Hele hele kızdığımızda konuşmayı erteleyebilsek...
Bizim gibi düşünmeyenlere karşı gösterdiğimiz hırçınlığı dizginleyebilsek keşke. Ola ki yarın yüz yüze bakmamız gerekir. Yüzümüz kalsın o vakte azıcık. Kavgada bile söylenmeyecek sözlerin olduğu sözünü hala söyler dururuz.
Keşke hiç kavga etmesek, keşke hiç kırmasak birbirimizi.
Ama nihayetinde olacaksa bile bir kavga, adabı ile olmalı.
Bizler, beyefendilik adayları... Keşke Osmanlı kabadayıları kadar riayet edebilsek kavganın adabına.
Kızdıysanız bile kırmayın o an. Hele susabilseniz hele susabilsem, hele hiç konuşmasam.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Hiç kavga etmeyin, kırmayın bu kısa ömür diliminde, eşinizi, dostunuzu ve diğer insanları.
Ama ille kızdı iseniz, ille kızacaksanız içinizden yapın. Yok söze dökecekseniz öyle ölçün ve tartın ki söylediklerinizi...
Bir gün karşılaştığınızda hala bakacak yüzünüz olsun birbirinize.
Unutmayın yüz Cemalüllah’ın remzidir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)