Belki tam bir bayram yazısı değil bu. Tam olarak bir babalar günü yazısı da değil. Ama bir günü babalar gününe değen bayramın bayram olabilmesi için babanın etrafında yazılmış bir yazı.

Daha önce de yazmıştım, bayram tatil değil anne-baba, eş-dost demektir diye. Ben bu kadar yıllık ömrümün her bayramı babamın yanında diğer deyişle baba ocağında geçirdim. Babam hastalanınca ve iki yıldır da bakıma muhtaç olunca şimdi de o benim yanımda geçiriyor bayramınlarını. Her günün yorgun-argın eve dönüşünde geldiğimde babamı görmek, belki onun biraz çocuklaşan halini görmek, üzerine annemi görmek kadar güzel bir şey yokmuş hayatta.

Babamdan zaman zaman hikayeler naklettim ama bir bütün olarak paylaşmadım sizlerle hiç. Belki benim yaşımda olanların babaları gibi biraz sert mizaçlı idi. Hoşsohbetti. Daha çok korkardık çocukken babamdan, sayardık. Tipik o dönemin baba karakteri idi anlayacağınız.

Bir çocuk için baba, fırtınalarda sığınılacak bir liman demektir. Ben babamın elinden tuttuğumda herkesten güçlü olduğuma inanırdım. Gezmeye giderken de babamın elinden tuttuğum çocukluk anlarımı hala unutamam.

Sobalı evimizde her sabah erken kalkan babamın okuduğu Yasin’ler hala kulağımda. Ben yıllar sonra Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın

Kur’an okurdu babam bazen,

Galiba kadir gecelerinde.

Onun inanmış sesiyle biz çocuklar

Daha küçülürdük odanın en uzak bir yerinde.

Müteessir olurduk kışı gören kırlangıçlar gibi,

Garip sedalarda hiçbir şey anlamadan

dizelerini okuyunca ilk babam geldi aklıma. Gerçekten ne tatlı sesi gelirdi sıcacık yatağında üzülmezdim ben şair gibi. Tam aksine uykunun son demini yaşarken daha huzurlu bir güne başlardım.

Hastalanırdım her çocuk gibi… babam bana pasta getirirse iyileşirdim. Bence ısmarladığı pepsi dünyanın en güzel içeceğiydi ayrıca.

Her baba gibi fakülteyi kazandığımda dediği hep aklımda kalmıştı: Oğlum sen oku, ben gerekirse ceketimi de satarım evi de.

Etrafında sözü dinlenen biriydi, nitekim ağa oğlu idi. Babamın babası Çolak Şükrü, gerçekten köy ağası idi, zengindi; babam öyle zengin olmasa da. Yıllar sonra Almanya’da yaşı benden daha büyük bir dost olan Hacı Elibal’ın “bir eve zenginlik girerse kırk yıl çıkmaz bir eve fakirlik girerse de kırk yıl çıkmaz” sözünü işittiğimde aklıma gelen yine babam oldu. O hala ağa idi. Evi, küçük de olsa sağlığında hiç misafirsiz kalmadı, her zaman birilerine verecek bir şeyleri vardı. Bazen bir tas çorbası, bazen bahçesinde yetiştirdiği elmaları, domatesleri, bazen parası ve her zaman herkese altın gibi nasihatleri.

Kavga edenleri uzlaştırır, küsleri barıştırırdı sağlığında. Okuyamamıştı ama kendine has belki de baba evinden kalan bir kültürü ve bilgeliği vardı. Mahallenin çocukları ile bile çay demletip içerdi, kapıdan geçen herkes onun dostu idi.

Bütün bir ömrünü çalışıp çabalayarak geçirdi. Çalışmaktan başka çaresi yoktu. Buna rağmen çalıştığı iş yerinde Dernek Başkanlığı yaptı, köyü için Dernek kurdu, sanırım 5 binin üzerinde ağaç dikti köyüne. Özellikle köyüne çok şey yaptı. Ben kendisine sorduğumda baba nedir bu köyle bu kadar ilgilenmenin nedeni diye? “O köyün içtiğim acı sularının bile damarımda dolaştığını hissediyorum” derdi.

Yıllar sonra asistanlığımda babamı hacca yazdırmak istediğimde de hep karşı çıktı, aslında gitmek istemediği hac yolculuğu değildi; kıyamadığı bendim, benim borca girmemden korkuyordu. Zar zor ikna edip gönderdiğimde nasıl mutluydu.

Babamdan çok hatıra biriktirdim. Ama en önemli özelliği dost canlısı olmasıydı ve çok kolay affedebilmesiydi. Babamı yüz kere üzseler yine yüz kere affederdi. Bazen kızardım bu huyuna için için. Ama bugün anlıyorum “ne kadar güzel bir hasletmiş bu”!

Bayramlara gelince…

İşte dedim ya, bayram anne-baba ocağında güzel. Hayatlarımızın vesilesi olan bu insanların sevgi dolu kucaklarına bıraktığımda bayram bayram oluyor. Bir anne eli bir baba eli öpüldüğünde bayram.

Can Yücel’in “ben en çok babamı sevdim” şiiri var ya. Herhalde okunası şiirdir bu bayramda. Ben annemi de çok sevdim babamı da.

Hala bu yaşta ve evlat sahibi bir baba olarak dizlerine yatmak istiyorum. Bana tebessümleri hala içimi ısıtıyor. Hala bir zorluk ya da güçlükte olduğumda arkalarına saklanabileceğim gibi hissediyorum kendimi.

Hayallerim vardı biraz yarım kaldı babamla. Sağlıklı olsa idi uzak yolculuklara çıkacaktım babamla. Hep bir umreye götürmek istiyordum, hastalık benden önce geldi babama ve yatağa bağladı. Yine de bu bayrama da babamın elini öperek başlayacağım, o da benim yüzlerimi öpecek.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım…

Bu bayram varsa, hayatta iseler sarılarak geçirin anne babanızla bayramı.

İnanın bir insanın anne babası vefat etmişse o kişi öksüz ve yetimdir, hangi yaşta olursa olsun! Zira bu kimselerin sorgusuz sualsiz çalacak kapısı kapanmıştır bu dünyada. Eğer bayramda siz olmazsanız yanında onlarda öksüz ve yetim kalacaklardır.

Bu bayram bulduysanız belki sonraki bayramlar bulamayacağınız o güzel insanlarla vakit geçirin. Hayatın en güzel hediyeleri henüz uzaklaşmadan henüz ayrılık gelip çatmadan henüz görmek istediğinizde görebiliyorken sarılmak istediğinizde sarılabiliyorken her anını yaşayın.

Ben yanımda olan anne babamla bayramı geçirecek kısmetli insanlardanım.

Buradan Hakkın rahmetine kavuşan anne-babalara dualarımı çocuklarına sabır dileklerimi gönderiyorum.  

Ve herkese iyi bayram diliyorum.

14 Haziran 2018

    

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)