Her bayram olduğu gibi memleketimdeydim bu bayramda da. Yani annemle babamın yanında. Memleket hatıralar demektir biraz da. Evim ve bahçem de öyle. Bahçedeki sarmaşıklar, ta Fakülte’den arkadaşımla getirip bahçeye diktiğim sarmaşık. Sadece mekanların mı hatırası var? Elbette insanlara ait hatıralar da. Bol bol dinlerim büyükleri ve  her seferinde hatıralar yüklerim hafızama. Her seferinde de üzülürüm, bunları kayda alamadığıma ve satırlara dökemediğime.

Kitaplardan da en sevdiğim hatıra kitaplarıdır. Birinin hatıralarını derlemesi, yaşanmışlığını anlatması ne güzeldir. Samiha Ayverdi’nin hatıraları hala hatırımdadır mesela.

Nesilleri birbirine hatıralar bağlar. Yoksa bir nesil öncesini, hatta anne babasını bile hatırlamaz kimse.

Size bir kaç tane hatıra nakletmek istedim bugün memleketten.

Benim de çocukluğumdan tanıdığım Bahri amcadan (kekeç Bahri) bu hatıra... Şimdi çoktan gerçek dünyasına gitti. Bayram ziyaretine gelen bir tanıdığım zor konuşan bu amcanın yanına sürekli abisinin gittiğini ve bu amcadan türkü dinlediğini onun kekeme hali ile türkü söyleyişini eğlenceli bir şekilde anlattı. Babam da bir soğuk kış günü, çok üşümüş bir halde Bahri amcayı tren lokomotifinin içine aldığını ve Bahri amcanın ısınmaya başladıktan sonra, -Bahri amcayı taklit ederek- ‘su su su ne’ diye sorduğunu, cevap verince tekrar başka bir şey gösterip ‘su su su ne’ diye sorularına devam ettiğini anlattı. Sorulardan bunaldığında da artık ısındın Bahri amca diye trenden indirdiğini.

Rahmetle yadedilen Bahri amcanın hatırası bu kadardan ibaret değildi. Söz ondan açılmıştı bir kere. Köprübaşında rastladıklarında Bahri amca babamdan sigara ister. Babam da sigara var ama kibrit yok der, kibritini alır, sigarayı Bahri amcanın ağzına verir. Bahri amcaya kibriti yakar uzatır, Bahri amca ‘pup, pup’ diye sigarasını yakamadan söndürür birer birer kibritleri. Babamın abisi kızar babama, ‘vereceksen bir sigara doğru ver muzırlık yapma, adamın bir kutu kibritini israf ettirdin’ der, alır sigarayı yakar verir Bahri amcaya.

Bunlar, neşeli olanları, hüzünlüleri de var. Bu hatıra da benden:
Bayram öncesi vefat eden yan komşumuz Arif amcanın evi de bahçesi de kapandı gitti. Tıpkı Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi:
Bir idamlık Ali vardı, asıldı,
Kaydını düştüler mühür basıldı,
Geçti gitti, üçbeş günlük fasıldı,
Ondan kalan boynu bükük ve sefil,
Bahçeye diktiği üç beş karanfil.

Arif amcanın diktiği domatesler, fidanlar aynen şiirdeki gibi boynunu büküp kalmıştı. Eşi de oğlunun yanına gitmişti. Bayram günü bahçesine geldiğini gördük teyzenin... Hemen uğradık yanına elini öptük. ‘Ben bizi bırakıp gittin’ deyince, belki de ömrümüzce unutamayacağımız sözü söyledi. İnanın sadece kulaklarımıza değil yüreğimize de indi sözleri: ‘Arif amcan beni bıraktı ben de bahçesini’.

Kimi de son derece değer dolu bu hatıraların:
Kendisi de devlet demir yollarına giren oğluna der ki babası, ‘devlet işinde müsamaha gösterme, ben de olsam ne gerekiyorsa yap’. Bu sözün üzerinden epey bir vakit geçer. Bir gün baba işe geç gelir. Kontrolü yapan da oğuldur. Hemen deftere işler babasının 25 dakika geciktiğini. Amirlerinin sorgusunda soyadı benzerliği dikkati çeker. Sorarlar babaya, ‘bu kim?’ ‘Oğlum’ der. ‘Kızdın mı’ derler oğluna? ‘Ne kızması, ona ben söyledim böyle yapmasını. Hak ve adalet karşısında baba da oğul da birdir el de. Yoksa adalet adalet olmazdı ki...’

Ne güzel hatıralar bunlar. Derler ya bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var diye... Ya hatıraların kaç yıl olmalı?
Bütün bunları anlatıyorum. Zira yaşanmışlıklar, yaşanacakların direğidir. Belki de hatır ve gönlün olduğu vakitleri özlüyorum.
Günümüz dünyasında hatır, gönül diye bir şey kalmadı der gibisiniz, haklısınız. Kalmadı dostluklar, kalmadı içten arkadaşlıklar da... Neden mi, belki biraz da hatıralar yok. Her şeyi anında tüketen insanlar, güzel anları da anıları tükettiler, ilk dönemeçte unutulmaya bıraktılar. Hatıra yoksa vefa da yok, sevgi de.  Arkadaşlık ya da dostluk nedir ki? İlk yol ayrımında unutulacak metadan başka? Mesela ‘hatırda-gönülde bir insan’ deyimini ne zaman duydunuz en son? Ben çok oldu duymayalı inanın.

Hafızaları olmayan, hatıraları olmayan insanların devri artık. Ben böylelerinden de çokça tanıdım. On kere tanışsanız bile hepsinde unutulursunuz. Ne kadar güzel de olsa geçmiş zamanlar geçmiştir, kalan yoktur geriye, zira bu insanların o anları önemlidir. Bariz vasıf ise o anın kurtarılmasıdır. Geriye kalanı silip geçerler.
Ve hatıraları olmayan insanların nasıl hatırları nasıl gönülleri olabilir ki?

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.
Yaşanmışlıklar toplayın. Günlüklere sabah yedide kalktım saat dokuzda yemek yedim diye yazmak yerine insanlardan anıları işleyin. Güzel anları, farklı anları yaşatın satırlarınızda ve hafızalarınızda. Gönlünüzde hatır-gönül duygusu gelişesiye dek hatıralar biriktirin... Bu kısa ömürde kalan insan olsun geriye sizden de.
Hatıralar hatır ve gönlümüzü geliştiresiye dek ve bizi insan edesiye dek biriktirin. Elbette daha da önemlisi bu kubbede bizden de geriye güzel hatıraların kalması.

Aşık Veysel’in dediği gibi ışıklar söndüğünde ‘dostlar bizi hatırlasın’...


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)