Başkalarının hatalarını düzeltmeyi severiz. Hatta ikaz etmeyi, hatta bunu anlatmayı... Kendimize paylar çıkararak düzgün adam olduğumuza dair gizli laflar etmeyi de. Gördüğümüz bu hataları da sürekli anlatırız, unutturmayız. Hele hele etrafımızdan biriyse... Hem de çoğu zaman bu kişinin daha iyi ve güzel günlerinde anlatırız bunları. Kıskançlık mıdır, haset midir bizi böyle davrandıran, bilmiyorum.

Yanlışlar kırarak mı düzeltilmeli, hatalar hep yüze mi vurulmalı? Amaç karşımızdakini düzeltmek mi yoksa kırmak, dağıtmak mı? Kaç gündür bunu sorgular oldum. Kendi hayatımda ve etrafımdaki hayatlarda.

Abdest almayı yeni tamamlayan ihtiyarın başında iki çocuk belirir. Derler ki, ‘amcacığım, hangimiz doğru abdest alıyor, biz bir türlü anlaşamadık. Biz bir abdest alsak da hangimiz yanlış hangimiz doğru abdest alıyor sen bir söylesen’. İhtiyar kabul eder. İkisini de seyreder. Sonra der ki, ‘evlatlar, siz ikiniz de doğru abdest alıyorsunuz, asıl yanlış abdest alan benmişim’.

Ne de güzel örnek bize. Zaten çocukların da amacı ihtiyarı düzeltmektir. Bu iki çocuk, Peygamber torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den başkası değildir.

Yanlış, böyle düzeltilmeli sanırım. İnsanların gözüne kakar gibi değil başına vurur gibi değil. Bir açık bulmanın sevinciyle değil.

Ben büyüklerimden duymuştum, bir de kitaplardan okudum. Başkalarının hatalarına, günahlarına ağlayan insanların varlığını. Hatta hataları üstlenip, başkalarını temize çıkaranları. Bir kültür kırılması yaşadık. Başkalarının hatalarına ağlayan insanlardan, onların yanlışlarına gülen insanlara ne zaman geçtik? Birbirine omuz veren insanlardan diğerlerinin  kafasına basmak için yarış yapan insanlara ne zaman dönüştük?

Yaban meyvelerini, güzel meyvelere nasıl aşılarlar bilir misiniz? Dalları kırmazlar, budarlar ve içine asıl güzel bir meyve dalı eklerler, sonra da etrafını sararlar. Ne güzel bir işlemdir bu. Keşke bizler de yanlışları kırarak değil sararak düzeltsek.

Yanlış yapanın elinden tutabilsek, içine bir kucak sevgi ve doğru ekleyebilsek, sonra sarsak çepeçevre. İlle de düzelteceksek kucaklayarak düzeltsek. Yaban çiçeklerine gül aşılar gibi.

Kırarak da belki düzelir yanlışlar, hatalar. Ama aynen kırılan bir kol gibi, kırılan bir dal gibi hep iz kalacaktır orda. Hatta bazen içten içe kanayan ya da hatırlatmalar ve yüze vurmalarla kanatılan yaralar kalacaktır orda.

Hangimiz yanlış yapmıyoruz ki? Bazen düşünüyorum da.... ya gerçekten hayat da bizim sınavlarımız gibi bir sınav olsaydı. Dört yanlış bir doğruyu götürseydi. Sizi bilmem ama bende yanlışların götürmesiyle doğru kalmazdı gibi. İyi ki hayat böyle değil de hala ayaktayız.

Sevgili öğrencilerim ve dostlarım.

Herkes hata ya da yanlış yapıyor, aynen sizin gibi benim gibi. Kızarak, kırarak değil de sararak düzeltelim yanlışları. Ben kendi adıma bundan sonra yapabildiğim kadar iki güzel çocuk gibi sararak düzeltmeye çalışacağım hataları.

Ben de kırılmışımdır beni tokatlar gibi düzeltenlere. Bu gece bu saat ben yanlışlarım için bana kızanlara, beni kıranlara kırgınlığımı attım gönlümden.

Ya benim yanlışları düzeltme adına kırdıklarım? Sanırım bir ömür boyu acısını duyacağım onların. Eğer bunlardan biri de sizseniz, doğru adına kırarak yanlış yaptığım.... bilin ki yanlışınız benim içimde bugün.... hatalarınız benim sırtımda.

Sizin içinize bıraktığım acı da....


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Tekin MEMİŞ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)