Çocukluktan bir hatıramla başlamak istiyorum. İlkokula henüz başladığımda babam devlet demiryollarında çalışıyordu. Tek maaşla idare ediyorduk sanırım. Benim en sevdiğim yemek ise annemin yaptığı zeytinyağında kızarttığı maydanozlu köftelerdi. Abimle yarışırdık bunları yemek için. İlkokul üçüncü sınıfa başladığımızda babam kiradan sıkılmış, sahibi olduğu arsa üzerine ve benimde çocukluğumu geçirdiğim bahçe içindeki evi yaptırmaya başlamıştı. Bir maaşla ev yaptırmak tabii ki çok zordu. İkisi de usta olan amcalarım olmasaydı sanırım zor yaptırılacaktı bu ev. Bütün bir aile, tanıdıklar, akrabalar çalışarak başımızı sokacak bir ev yaptırabildik. Ancak bu evden sonra annem bir daha hiç köfte yapamadı. 

Çocukluğumuzun en lezzetli yemeğinin tadı damağımızda kalmıştı. Yalvarıyorduk anneme bir daha pişir diye. Ama babamın ev borcu yüzünden yıllarca -sanırım lise ikinci sınıfa kadar da- hiç köfte yapılmadı bizim evde. Lisede annem ilk köfte yaptığında nasıl sevindiğimi hatırlayamam. Ancak yediğimde şaşırdım. Zira ben o köftelerde çocukluğumdaki o tadı hiç bulamadım. Sonrasında Türkiye’de ya da dünyanın bir çok yerinde çok lüks mekanlarında yemek yeme imkanım oldu. Ama hala annemim yaptığı köftelerin tadına hiç rastlayamadım.  

Aslında köfte yiyemediğim yıllar üzülmedim değil. Çok yokluk çektiğimi düşünmüştüm o zamanlar ve çok fakir olduğumuzu. Ama tam da bugün bu kadar yıl sonra baktığımda yokluk da değilmiş durumumuz. Zira belki çok büyük değil ama başımızı sokacak kadar bir evimiz olmuştu. Çok çeşitli olmasa da etrafına oturacak bir soframız vardı. Komşularımızla paylaşacak çayımız vardı. Akşam hava kararasıya kadar -hatta babamın evde olmadığı zamanlarda daha da geç kalacak kadar- oynayabildiğimiz güvenilir bir mahallemiz vardı. Ne de çok şeyimiz varmış meğer.

Varlık her şeyin var olması değilmiş ancak bu yaşlarda anlıyorum bunu. Tadını çıkarabileceğiniz bir şeyleriniz varsa her zaman varlıklısınız.

Hayatın içinde bir yerlerde sevdiklerinizle birlikteyseniz, seviyor ve sevilebiliyorsanız ve her şeye rağmen sizi sayanlar varsa varlıklısınız.

Elinizi uzattığınızda uzanan dost elleri varsa, tebessüm ettiğinizde yüzünüze gülenleriniz varsa varlıklısınız. Kapınız çalınıyorsa ya da bir sıcacık çayınız varsa ya da ayaklarınız tutuyor da şöyle bir dolaşabiliyorsanız varlıklısınız. Belki de babam gibi yürüyememenin, ayağa kalkamamanın yokluğunu gördüğümde varlığını anladım bunların. 

Varlık içinde kalan bir nazlı nesil yetiştiriyoruz sanırım. Belki de hiç yokluğu görmemiş bir neslimiz var. Ufacık şeylere üzüldüklerinde sadece tebessüm ediyorum bugün. Elbette yokluk istenilmez. Ama yine de hayat insanı ara sıra sınayabilmektedir. Bu yüzden belki hazırlıklı da olmak gerekir yokluk zamanlarına. Bazı şeyler eksildiğinde hayatınızdan bazı şeyler kaybolduğunda…… henüz kaybetmediklerinize sarılın. 

Yokluk varlığın şükrettiricisidir. Hiçbir şeyi kaybetmeseydik hiç yokluk olmasaydı nerden bilecektik varlığı? 

“Varlık ve yokluk” aslında çok da uzak değil birbirine ya da çok da farklı değil. Aslında ikisinin de hayatı güzelleştirdiğini anlıyorum bu yaşta. Zaman geçmesi gerekiyor hayatın anlamsız gelen karanlıklarına gözlerimizin alışması için. O zaman aslında yokluğun ve varlığın bir bütüne aktığını anlayabiliyoruz. Belki de Yunus gibi ancak bu yaşlarda diyebiliyoruz: “Ne varlığa sevinirem ne yokluğa yerinirem” diye. 

Sevgili öğrencilerim ve sevgili dostlarım…

Benim gibi yokluklarınıza çok da üzülmeyin diye yazıyorum bunları. 

Belki hayatınızda bir daha tadını bulamayacağımız köfteler eksik olacak. Belki ah o tad kalmadı diyeceksiniz ama….. aslında hala tadını kaybetmediğiniz keyifleriniz olacak. Benim sokaklarda saklambaç oyunum gibi. Arkasından yakalamak için koştuğum arkadaşlarım gibi… 

İşte henüz eksilmeyenlere, yok olmayanlara daha sıkı sarılın, şükredin diye yazıyorum.