23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen kararlara karşı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne doğrudan başvuru yolunun önünü, iç hukukta Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkını tanımak suretiyle kestik. Umarız bu yöntem, İHAM’da kötü giden karnemizi düzeltmeye yönelik basit ve geçici bir çözüm mantığıyla kabul edilmemiştir. İHAM’ın, makul sürede başvuruları sonuçlandıramadığı, çaresiz kaldığı, üye ülkelerden, özellikle de Rusya Federasyonu, Ukrayna ve Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili başvuruları azaltmak için birçok çözüm yolu aradığı bilinmektedir.

23.09.2012 tarihinden öncekesinleşen kararlara karşı hak ihlali iddiasıyla İHAM’a yapılan başvuruların sonuçları Türkiye Cumhuriyeti’nin kabusu olmaya devam etmektedir. 23.09.2012 tarihinden sonra kesinleşen karaların Anayasa Mahkemesi süreci tamamlandıktan sonra İHAM’a başvurulması halinde ne olacağı ise, gelecek için soru işareti taşımaktadır.

Bu durumu kamu otoritesi umursamayabilir. İHAM’dan çıkan tazminatları hepimiz cebimizden ödediğimizi ve İHAM karnemizin 2014 yılında da kötü olduğu dikkate alındığında, ağlanacak halimizin olduğunun söylenmesi abartılı olmayacaktır. Şimdi çıkıp birileri; İHAM’ın taraflı davrandığını, siyasi kararlar verdiğini söyleyip, konuyu maksadından saptırma, küçümseme, gözardı etme çabasına girebilir. Ancak bu çaba nafiledir ve gerçek acıdır.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, “şeffaflık” ilkesi gereği her yıl hazırladığı yıllık raporunu dün itibariyle kamuoyu ile paylaştı.Türkiye’de yargının ne kadar başarılı olduğunu göstermek amacıyla aşağıdaki bilgileri sizinle paylaşma gereği duyduk.

İstatistikler şöyle;
Türkiye’den 2014 yılında yapılan başvuruların sayısının, 2012 ve 2013 yıllarına göre önemli ölçüde azaldığı, bunda da iç hukukta Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkının kabul edilmesinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. 2012 yılında toplam başvuru sayısı 17456 iken, 2013 yılında 13214’e ve 2014 yılında 4688 düştüğü görülmektedir. Bu düşüşün sebebi, iç hukukta hak ihlali iddialarının azalması değildir ki, bunun sebebini yukarıda açıkladık.

Başvuruların; 2012 yılında yarısından fazlası, 2013 yılında üçte biri ve 2014 yılında da yarısı kabul edilemezlik kararı ile reddedilmiştir. Bu dosyalar arasında, İHAS m.37 uyarınca hakkında kayıttan düşme kararı verilen başvurular da yer almaktadır. Örneğin, dostane çözüm yöntemi ile sonuçlandırılan veya başvurucuların takip etmediği dosyalar bu kapsamdadır.

İHAM’ın 2014 yılında karara bağladığı 891 dosyadan 101’i Türkiye’ye ile ilgili olup, bunların 94’ünde ihlal kararı verilmiştir.

       
İHAM, 2014 yılında ifade özgürlüğü ile ilgili 47 başvuruyu karara bağlamıştır. Bu başvuruların 24’ü, yani yarısından fazlası Türkiye ile ilgili ihlal kararlarıdır.

İHAM’ın, İHAS m.6/1’de düzenlenen hakkaniyete uygun yargılama ile ilgili en çok ihlal kararını da 31 kararla Türkiye hakkında verdiği görülmektedir.

Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkında ise, yaklaşık 144.000.000 ile Ülkemizden iki kat fazla nüfusa sahip Rusya Federasyonu, maalesef bizden daha “başarılı” durumdadır. 2014 yılında kişi hürriyeti ve güvenliği ile ilgili Rusya hakkında 56 karar verilmiş iken, bu konuda Türkiye hakkında 45 karar verilmiştir.

“İşkence yasağı” başlıklı İHAS m.3’ün etkin soruşturma yönü açısından da, Gürcistan’a girip Çeçenistan’da savaşa katılan Rusya’yı alt etmeyi başarmışız. Bu anlamda, 2014 yılında hakkımızda verilen 13 karar ile kıtanın en kötüsü durumundayız.

İki katı nüfusa sahip Rusya, İHAS m.2’de öngörülen yaşama hakkının etkin soruşturmasına yönelik karar sayısı ile bizi “sollamış” gözüküyor. Bu konuda Avrupa ikincisiyiz.

İHAM istatistiklerinde ilginç ortak bir tespit dikkati çekmektedir. 47 üye ülkeden yapılan başvuruların birçoğunun kabul edilemezlik nedeniyle reddedildiği görülmektedir. Bu durumda başvurucular, ya İHAM’a başvurma yöntem ve şartlarını bilmemektedirler ya da “son çare” gördükleri İHAM’ı maddi vakıa inceleyen yerel mahkeme veya “hak ihlali incelemesi” dışında hukukilik denetimi yapan bir yüksek mahkeme olarak görmektedirler. Bu önemli bir sorundur. Bir diğer öngörü de, belki İHAM’ın kabul edilemezlik vermemesi gereken dosyalarda işyükü ve dosya sayısını azaltmak için bu yönteme başvurduğu düşünülebilir. Bu tabi ispata muhtaç sübjektif bir tespittir.


İHAM ise, kabul edilebilirlik özelliği taşımayan başvurularla işyükünün arttığını ve daha fazla ilgiye muhtaç önemli dosyalara yeterli zamanın ayrılamadığından şikayetçidir.

Sonuç olarak; umarız en kısa sürede kişi hak ve hürriyetleri lehine yorum yaparak karar verme alışkanlığını edinip, İHAM karnemizi düzeltiriz. Aksi halde, Türk Yargısı ve Adaleti ile ilgili olumsuz tablo değişmeyecektir.
 

Prof. Dr. Ersan Şen    
Av. Mahmut Can Şenyurt