Özel hukuk alanında usul hukukunun belirleyici etkisinin göz ardı edilemeyeceği şüphesizdir. Gerçekten iyi bir usul hukuku bilgisine sahip olan avukat fark yaratır. Zira bir davanın kazanılabilmesi için maddi hukuku iyi derecede bilmek yeterli değildir. Maddi hukuka ilişkin bilgilerin kullanılma yollarını ve prosedürlerini belirleyen ve tabiri caiz ise hukukun uygulandığı sahne olan usul hukukunun ileri düzeyde bilinmesi bir avukatı dava sürecinde öne çıkartacaktır. Bununla birlikte gerek duruşmalarda gerekse de dilekçelerde avukatlar tarafından usul kurallarının gereği gibi kullanılması yargılamanın tüm taraflarına hukuku bir bütün olarak kullanma imkânı verecektir.

İşçilik alacaklarına ilişkin açılacak iş davalarının ne şekilde açılması gerektiği zaman zaman tartışma konusu olmuştur. Uygulamada sıklıkla işçilik alacaklarına ilişkin davalar kısmi dava şeklinde açılmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) ile hukukumuza gelmiş olan belirsiz alacak davaları ile kısmi davalar arasında uygulamada karışıklıklar yaşanması söz konusu olmuştur. HMK 109/2 ile talep konusunun belirlenebildiği alacaklara ilişkin kısmi dava açılamayacağı hükmü büyük tartışma yaratmış ve iş hukukunun işçiyi koruma ilkesinin yarattığı baskı ile HMK 109/2 fıkrası 01.04.2015 tarihinde mülga olmuştur. Bu noktada alacak davası açarken hangi davanın açılmasının daha avantajlı olduğu incelenmelidir. Yazımızda iki dava modelinin de avantaj ve dezavantajlarına değinilecektir. Belirtmek isteriz ki iki dava türünün de avantajlı ve dezavantajlı olduğu durumlar söz konusudur. Dava açılmadan önce değerlendirme yapılarak müvekkilin menfaatine olan dava yolunun tercih edilmesi gerekeceği tartışmasızdır.

Kısmi dava HMK öncesinde düzenleme olarak bulunmamakla birlikte uygulamada özellikle işçilik alacaklarına ilişkin davalarda kullanılmakta idi. Bu kapsamda, işçilik alacağı öncelikle kısmi olarak dava edilmekte, dava açılması esnasında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmaktaydı. Dava aşamasında bilirkişi raporu ile işçinin alacağı hesaplandıktan sonra dava ıslah edilerek netice-i talep artırılmaktaydı. HMK yürürlüğe girdikten sonra kısmi dava 109. madde ile hükme bağlanmıştır. Ancak maddenin ikinci fıkrasında getirilen kural ile talep konusunun belirlenebildiği durumlarda kısmi dava açılamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenleme yarattığı büyük tartışma sonrasında Nisan 2015’de yürürlükten kaldırılmıştır. Bu aşamada hukukumuzda niteliği itibariyle bölünebilen alacakların tümü kısmi olarak dava edilebilir. İşçilik alacakları da para alacağı olması nedeniyle bölünebilir ve kısmi olarak dava açılmasına herhangi bir engel bulunmamaktadır. Öte yandan, HMK 109/3 uyarınca kısmi dava açılması esnasında açık olarak feragat edilmediği sürece kısmi alacağın kalan kısmından feragat edilmiş sayılmasının mümkün olmadığı hükme konu olmuştur. Bu durumda dava açılırken talep konusu ile ilgili fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmasına herhangi bir gerek kalmamıştır.

Kısmi dava açmanın avantajlarını incelemek gerekirse; kısmi dava açılırken alacağın küçük bir kısmı talep konusu edildiğinden ötürü dava harçları davacı açısından daha uygun olmaktadır. Bununla beraber davanın mahkemece reddedildiği bir durumda karşı tarafa ödenecek vekâlet ücreti de alacağın tamamı dava edilmediğinden ötürü daha düşük olacaktır. Kanımızca kısmi dava açmanın dezavantajlı olabilecek özelliklerinden birisi talep konusunun ancak ıslah ile artırılabilecek olmasıdır. Bu noktada ıslah harcı ödenmesi gerekecektir. Islah iddianın genişletilmesi yasağının istisnalarından biri olmakla birlikte ıslah talebine davalının zamanaşımı itirazı yapmasına herhangi bir engel yoktur. Buna göre, ıslah tarihi itibariyle karşı tarafın zamanaşımı itirazında bulunma hakkı bulunmaktadır. Diğer bir dezavantaj ise kısmi davada ıslah ile talep artırılmaktadır. Ancak artırılmış tutar üzerinden faiz talebi dava tarihinden değil ıslah tarihinden itibaren talep edilebilecektir.

Belirsiz alacak davası ise; alacak konusunun dava açıldığı tarih itibariyle davacı tarafından belirlenemediği durumlarda açılabilecek bir dava şeklidir. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için alacak miktarının belirlenmesinde objektif bir imkânsızlık mevcut olmalıdır. HMK’nun 107. maddesinde getirilen düzenlenme ile belirsiz alacak davası hukukumuzda yerini almıştır. Davacının alacak talebini belirleyebilmesi için kendisinde bulunmayan verilere ihtiyacı bulunmaktadır. İş davalarında işçilik alacaklarına ilişkin hesaplamalara esas bilgilerin çoğunluğu işveren nezdinde tutulmaktadır. Bu aşamada belirsiz alacak davası açılarak işverenden veriler talep edilerek talep konusu alacak dava sürecinde belirli hale getirilmektedir.

Kanımızca belirsiz alacak davası uygulamada daha çok tercih edilmelidir. Zira HMK 107/2’ye göre belirsiz alacak davası açıldıktan sonra bilirkişi incelemesi veya tahkikat aşamasında hâkim tarafından alacak belirli hale geldikten sonra kısmi davada olduğu şekilde davanın ıslah edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Davacı taraf iddianın genişletilmesi yasağı bulunmadan sadece bir talep dilekçesi ile dava başındaki netice-i talebini artırma hakkına sahiptir. Bu durumda ıslah harcı gibi herhangi bir harç ödemek de söz konusu olmayacaktır. Belirsiz alacak davasının diğer bir avantajı da faiz talebinin dava başından itibaren talep etme imkânıdır. Zira dava ıslah ile artırılmamakta yalnızca talep dilekçesi ile netice-i talep yükseltilmektedir. Aynı zamanda netice-i talebin yükseltilmesi sonucunda belirsiz alacak davasında kısmi davadaki ıslahta olduğu gibi zamanaşımı itirazında bulunulamaz. Belirsiz alacak davasının dezavantajlarından bahsetmek gerekirse; dava açarken alacağın belirlenebilen kısmı üzerinden dava harçlarının ödenmesi ve davanın mahkeme tarafından reddedilmesi halinde ödenecek karşı taraf vekâlet ücretinin kısmi davaya göre daha yüksek çıkacak olması sayılabilir.

Uygulamada kimi zaman davanın kısmi ya da belirsiz alacak davası olarak mı açıldığı dava dilekçesinde yer alan taleplerin belirsiz olması nedeniyle anlaşılamamaktadır. Bu gibi durumlarda hakimin davayı aydınlatma görevi kapsamında davanın kısmi veya belirsiz alacak davası olarak mı açıldığını aydınlatması ve bu çelişkinin davacı tarafa sorarak giderilmesi gerekmektedir. Nitekim  her iki dava türü usuli açıdan farklı hükümlere tabidir.

Görüldüğü üzere iki dava şeklinin de avantajları ve dezavantajları vardır. Davanın açılması sürecinde somut olayın koşulları tüm detayları ile incelenmeli işçinin menfaatine daha uygun olan dava yolu tercih edilmelidir. Bizim görüşümüze göre işçinin maddi anlamda zor durumda kalmaması hali söz konusu olduğunda ve alacağın objektif olarak belirlenemediği hallerde belirsiz alacak davası daha avantajlı ve işçinin menfaatine daha uygun bir seçenek olarak gözükmektedir.