Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nın, Başbakanlık Devlet Enstitüsü ile birlikte 2002 yılının Aralık ayında yaptığı araştırma sonuçlarına göre; engelli olan nüfusun toplam nufüs içindeki oranı %12,29 dur.( Kaynak: DİE ve Başbakanlık Özürlüler İdaresi Başkanlığı, 2002 Özürlüler Araştırması.) Türkiye İşitme Engelliler Milli Federasyonu rakamlarına göre Türkiye’de 3 milyona yakın işitme engelli var.

Sayıları ciddi şekilde artmakta olan işitme engelli vatandaşlarımız olmasına rağmen işaret dili bilenlerin sayısı ise henüz bir istatistik oluşturulamayacak kadar azdır.  Zira işaret dili konusundaki çalışmalar ise yakın bir zaman önce başladı. Ve bunun akabinde de işitme engellilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amaçlandı. Kamu kurumlarında, bazı hastane ve bankalarda işaret dili eğitimi verildi. Çalışma yapılan, yoğunlaştırma yapılmak istenen alanlara baktığımızda;  toplumda en büyük güveni sağlayan mahkemelerin adı geçmemektedir. İşte bu noksanlığın giderilmesi, hukukçu olarak bu sorunun çözümünü gerektirmektedir.
Savunma hakkı, başta Anayasamız olmak üzere koruma altına alınmıştır. Anayasamızın 36.maddesine göre; ‘Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercilerin önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir’ demiştir. Yine Türk Ceza Kanunu’nun 128.maddesi de “ iddia ve savunma dokunulmazlığını” düzenlemiştir. ’İnsan Hakları Ve Temel Özgürlükleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesi’nde ise “Adil Yargılanma Hakkı” başlığı altında savunma hakkı da ifade edilmiştir.

Savunma Hakkının bu kadar korunduğu, Anayasalarla, kanunlarla düzenlendiği bir ülkede nüfusun 3 milyona yakınını oluşturan işitme engellilerin savunma hakkı nasıl olur da yok sayılabilir ki? Savunma mesleği olarak da bilinen avukatlık mesleğinin amacı Avukatlık Kanunu’nun 2. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Madde hükmüne göre avukatlığın amacı; ‘”hukuki münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanması her derecede yargı organları, hakemler resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır’’ şeklinde ifade edilmiştir. Yine Avukatlık mesleğinin kuralları ile ilgili ilke ve esaslar ortaya koyulmuştur. Bunlardan biri evvela Türkiye Barolar Birliği Meslek Kurallarıdır. 38.maddesinde avukatın zamanının ve yeteneğinin erişemediği işi kabul edemeyeceği belirtmiştir. Öyleyse avukat müvekkiline karşı donanımlı olmalı, yardımcı olamayacağı işleri kabul etmemelidir. 
Savunduğum görüşü destekler nitelikteki bu madde de işitme engellilerin müvekkilliğini yapacak olan avukatlarda bir nitelik aranmalı, aksi halde bu konuda ehil olan kişilere yönlendirilmelidir. İşitme engellilerin ana dili olan “ işaret dili” bu konuda aranacak niteliktir. Zira müvekkilinin dilinden anlamadan avukatın onu savunması düşünülemez.  

Duruşmalarda işaret dili tercümanı bulunmakta, hâkim karşısında çeviri yapılıp verilen cevaplar neticesinde değerlendirme yapılmaktadır. Oysaki bilinmeyen belki de unutulan nokta işaret dilinde çoğu kelimelerinin karşılığının bulunmamasıdır. Buradaki noksanlık işaret dili tercümanlarının vasıflı olması gerektiği değil işitme engellilerin vekilliğini yapacak olan avukatların vasıflı olmasıdır İşaret dili tercümanları; hukuki terimlerinin çoğunu bilmezler bazen hâkimin sorduğu soruları anlamazlar ya da anlarlar ancak bunu işaret diline nasıl çevireceği noktasında sıkıntı yaşarlar. Çünkü karşılığı olmayan çok fazla kelime, cümle vardır. Bunun sonucu olarak da davanın seyrinin değişeceği aşikârdır. Öyleyse ortada yanlış giden bir şeyler vardır. Ancak; işaret dili tercümanlarında hukuki bilgi aramak ütopik olacağından. Bu durum yargı mercilerinin çözümündedir. Zaten karşılığı olmayan kelimelerin olması da tercümanların hatası değildir çünkü hukuki terimleri bilmeden olayı en yakın şekilde anlatmak onlardan beklenemeyecektir.

Hâkim, avukatın savunmaları nezdinde bir karara varır, değerlendirme yapar. İşaret dili bilen avukat, hem konuya hâkimdir hem de işitme engelli müvekkilini en iyi şekilde savunmasını yapacak olup işaret dilinde karşılığı olmayan hukuki terimleri de anlatıp, açıklayabilecektir.

Türkiye Barolar Birliğinin Meslek Kurallarının 38. Maddesi savunduğum tezi bu şekilde destekler niteliktedir. Yine bu görüşümü destekler nitelikteki 1990 yıllarında kabul edilen “Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler olan Havana Kurallarıdır.’’  Havana Kurallarında da avukatların müvekkil menfaatine uygun hareket etmesi, müvekkillerinin haklarını korumak için de hukuki işlem ve eylemler de bulunması gerektiği belirtilmiştir.

Bu doğrultu da avukatlar müvekkillerinin haklarını savunurken istenen netice dâhilinde ki donanımlara sahip olmalıdır ki avukatlık mesleği olması gerektiği gibi icra edilebilsin. Avukatlık mesleği ile ilgili kabul edilmiş bir diğer ilke ise 2002 yılında Sydney’de toplanan Uluslararası Avukatlar Birliği Genel Kurulu’nca kabul edilmiş olan “Turin İlkeleridir”. ‘Müvekkil Seçme Özgürlüğünü ’ de düzenleyen bu ilke de ‘‘Vekâletini mesleki ehliyetle bağımsız şekilde ve ihmalkârlık etmeden yürütemeyeceklerini düşündükleri bir müvekkilin vekaletini üstlenmemek avukatların görevidir” ifadesine yer verilmiştir.

Tüm bu ilkeler dâhilinde anlaşılıyor ki avukatın savunmasını yapamayacağı müvekkili kabul etmemesi avukatın görevidir. Ancak şu hususu da belirtmem gerekir ki maalesef şuan için işaret dili bilen hukukçu belki hiç yoktur yahut sayıları çok azdır bundan ötürü de elbette ki işaret dili bilmeyen avukatların üstün çoğunlukta olduğu düşünülerek işitme engelli vatandaşlarımızın vekâletini hiçbir avukatın kabul etmemesi gerektiği kanısına da ulaşılmamalıdır çünkü bu durum mağduriyetlerin yaşanmasına sebep olabilir. Ancak avukatlık mesleğinin gereği olarak en azından işaret dili öğrenilinceye kadar işitme engelli müvekkil ile iletişim daha güçlü sağlanmaya çalışılmalı, gerektiği durumlarda işaret dili sözlüğüne başvurulmalı, hatta tercümanların çevirisi tekrar tekrar sorgulanmalıdır.

 
Öyleyse her zaman makul hareket etmeli, müvekkil menfaatini zedelemeden mesleğin görevi olarak kabul görüp gerektiği durumlarda müvekkilin vekâleti üstlenilmemelidir.

Dolayısıyla işitme engellilerin “işaret dili” ile savunma hakkının olduğu unutulmamalı, avukatlık mesleğinin amacının gerektirdiği ilke ve esaslar doğrultusunda olması gereken savunma hakkının işaret dili bilen avukatlar dâhilinde olabileceği unutulmamalıdır. Keza Uluslararası şirketlerde avukatın niteliklerinde yabancı dil şartı aranır. Uluslararası şirketin vekilliğini yapan avukatın sadece Türkçe biliyor olması pek düşünülemez. Bunun içindir ki böyle şirketlerde avukatlarda yabancı dil biliyor olması gibi belirli nitelikler aranır. Zaten böyle bir kıstas aranması da çok doğrudur. Zira avukatın hukuki yardımda bulunabilmesi için önce olayı idrak etmesi gerekir, sonra müvekkiliyle anlaşabilmesi yani iletişim halinde olması gerekmektedir. İşte; ana dili Türkçe olmayan müvekkiller için böyle bir çaba sarf edilmektedir; çünkü müvekkil menfaati, savunma hakkı, avukatlık mesleği bunu gerektirmektedir. Ve aynı hassasiyetin Türkiye’ de nüfusları 3 milyona yakın olan işitme engelli vatandaşlarımıza da gösterilmesi gerektiği unutulmamalı Saygıdeğer Avukatlarımızı da işitme engelli vatandaşlarımızın sesi olmaya davet ederim.        

Saygılarımla   

Hukuk Fakültesi Öğrencisi Cansu AĞBABA


Bu makale önceden izin almaksızın ne suretle olursa olsun kopyalanamaz, çoğaltılamaz, tekrar yayınlanamaz, başka internet sitelerine metin olarak konulamaz.