Genelkurmay bünyesinde görev yaptığınız ve emekliliğinize çok kısa bir süre kala eşinizin başörtüsü sebebi ile fişlendiniz . YAŞ kararı ile öyle değil mi?
O dönem 28 Şubat süreciydi. Herkesin duyarlılıkları hat safhadaydı. YAŞ kararıyla ben “disiplinsizlik” kaydıyla atıldım. Ben hayatı kuş tüyü kadar yumuşak ve hafif yaşayan, hayatı şiirle, aşkla, Leyla ve Mecnun’la, gülle, bülbülle yaşamaya alışık bir adamım. Benim disiplinsizliğim söz konusu olamaz. Eşin başörtülü ve görevine bu yüzden son veriyoruz diyemedikleri için o günkü gerekçe disiplinsizlikti.

Referandumun ardından artık bunlarla ilgili dava açılabiliniyor. Siz de dava açacak mısınız?
Ben demokratikleşme süreciyle birlikte referandumdan sonra kazandığım hakla disiplinsizliğimin ne olduğunu öğrenmek için dava açıyorum. Mesele şudur: Herhangi bir bankadan atılırsanız, gider bir başka bankada çalışırsınız. Herhangi bir televizyondan çıkartılırsanız gider bir başka televizyonda iş bulabilirsiniz. Ama Türk silahlı Kuvvetleri’nden çıkartıldığınızda toplum nazarında böyle bir şey algılanmıyor, insanlar sizin şerefinizi yitirmişsiniz gibi görüyor. Hala Anadolu’da askerliğini yapmamış insanlara kız vermiyorlar. Çünkü askerlik ‘şeref’ meselesi olarak algılanıyor. Eğer Türk Silahlı Kuvvetleri’nden atıldıysanız insanlar size vebalı gibi yaklaşıyor. Ben o dönemde bunun acısını çok çektim. Zaten onun için bugün bir Alevi’nin, bir Sünni’nin, bir Kürt’ün, bir başörtüsü mağdurunun aynı acıları çekmesine karşıyım. Bütün bu sorunların hepsinin halledilmesi gerekir diye düşünüyorum. İnsanlara düşünceleri yüzünden zulüm etmeyin, dayatma getirmeyin çünkü insanlar bir defa yaşıyor. Eğer şöyle diyebilseydik: ‘Bu sefer devletin hatırına yaşayalım da, bir dahaki ömrümüzde keyfimizi sürelim’ o zaman bize dayatılanları yaşayabilirdik. Ama böyle bir lüksümüz yok sadece bir ömür sürüyoruz. O zaman bırakın insanlar dayatmasız yaşasın. O dönemde benim başıma gelenler, 1665 insanın başına geldi. Bu toplum bana şerefimi verdi, itibarımı verdi, çok şükür kitaplarımla veya yazdıklarımla veya kişiliğimle toplumun önünde bir insanım.

Sizin kaleminiz gibi bir avantajınız vardı. Peki diğerleri ne oldu?
Bugün Türk silahlı Kuvvetleri’ne dava açmakla hiçbir şey alacak değilim ama 1665 kişi adına ben o davada bir bayrak isim gibiydim, görünür olandım. Bu davayı açmak durumundayım çünkü Türk Silahlı Kuvvetleri’nde atılanların bazıları hala çocuklarını okutamıyorlar, bazıları hala iş bulamıyor. Herkesin elinde kalem yoktu, herkes aynı şekilde imkânlara sahip olmadı. Kaldı ki ben atıldığımda doçenttim. Ben doçentken bile insanlar benim etrafımdan öyle bir uzaklaştılar ki, telefonlarınızı hiç kimse aramıyor, hatta bir arkadaşınız size ‘Telefon rehberinden benim adımı siler misin?’ diyebiliyor. Bu ne büyük bir acıdır bilir misiniz? Gerçek dostların çok az olduğunu görüyorsunuz. Ancak iki elin parmağı

kadar. Ve üstelik bunlar size dostmuş gibi yaklaşmıyor. Başkaları gelip size öyle tekliflerde bulunuyorlar ki!

Bu bir trajedi ve ben bu trajedinin bitmesine sevindim. Bundan sonra İnşallah Türk Silahlı Kuvvetleri’nden hiç kimse ‘sen şöyle düşünüyorsun, sen böyle düşünüyorsun, sen böyle yapıyorsun’ diye atılmaz. Ben Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dokuz tane kitap hazırlayıp verdim. O zaman da elim kalem tutuyordu, mesaimi ona harcıyordum, güzel şeyler yaptım. Hala bazı kitaplarım orada durur. Madem bu kadar iyi şeyler yapıyorduk, sadece düşüncemiz için neden atıldık? Ben, eski yazı bildiğim için Tarih Deniz Arşivi’nin belgelerinin okunabilmesi, gün yüzüne çıkması için çalıştım.

Kaldı ki o dönemlerde Ermeni Meselesi vardı Türkiye’nin gündeminde ve o belgeler içinde bu konu ile ilgili belgelerin bulunmasını, Bahriye’nin tarihçesini, eskiden beri ne olduğumuzu araştırıyordum. Kültür ve sanat ile ilgileniyordum kime ne zararım vardı?

‘Öyle teklifler geldi ki’ dediniz. Ordudan atılmanızı fırsat bilen, ordu aleyhine bir şeyler yapmanızı isteyen bir takım güçler olduğunu mu söylüyorsunuz?
Tabii siz bir yerden ayrıldığınızda o kuruma başka bir kini olan insanlar size hemen yaklaşır. Ve sizi dolduruşa getirmek, kışkırtmak isterler. Bir taraftan da hakiki dostunuz size der ki ‘sakin ol, otur, düşün.’ Ben askerden atıldığımda önümde iki yol vardı. Birinci yol: Öfke ile gidip dava açacağım, her gün bir avukat, her gün bir savcı, her gün bir mahkeme ilamı, her gün bir kararla hiç durmadan mücadele edeceğim. Çünkü haksız atıldım, haksız atıldığım için Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde davalar açacağım sonra İnsan Hakları Mahkemesi’ne gideceğim. İkinci yol: Ben haksız yere atıldım ama haksız yere atıldığımı insanların görmesi lazım, enerjimi ya mücadeleye ayıracağım ya da mücadeleyi bırakıp iyi şeyler üretmeye ayıracağım. Kavga etmek için harcayacak olacağım enerjiyi ben bu ülkeye bir şeyler kazandırmak için harcayayım ve sonunda beni atanlar pişman olsun dedim ve o sayfayı kapattım ve tekrar yeni bir hayata başladım. Ama bu çok kolay olmuyor, atılmadan önce doçenttim ve atıldıktan sonra sıfırdan başlamak zorunda kaldım. (Habertürk)