T.C.
Yargıtay
12. Ceza Dairesi
Esas : 2013/9105
Karar : 2013/30731
Karar Tarih : 24.12.2013
 
* ARAMA
* EV ARAMASI NEDENİYLE TAZMİNAT
* KONUT DOKUNULMAZLIĞI
 
Özet: BASINDA, 26.09.2014 tarihinde, "Yargıtay evi usulsüz aranan kişiye tazminata hükmetti" şeklinde yer alan habere ilişkin Yargıtay Kararı.
 
(5271 s. Ceza Muhakemesi K  m. 97, 116, 141, 142, 160) (2709 s. Anayasa  m. 21)
 
Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
 
Davacı; evinde usulsüz arama yapıldığını ve her hangi bir suç unsuruna rastlanılmadığını  bu arama nedeniyle  toplum nazarında küçük düşürüldüğünü belirterek, haksız arama kararı nedeniyle 10.000 lira manevi tazminat TALEBİNDE BULUNMUŞTUR.
 
Mahkemece tazminat talebinin reddi kararının gerekçesinde “arama kararının bizatihi kendisinin ve içeriğinin hukuka uygun olup olmadığının tazminat konusu yapılamayacağı, arama kararının şekil şartları yönünden usule uygun olması halinde hukuka da uygun kabul edilmesi gerektiğini, arama kararının kendisinin CMK 141 ve 142 nci maddeleri uyarınca tazminata konu olamayacağı, ancak bu kararın uygulanması sırasında ölçülülük ilkesine uyulmadığı taktirde bu durumun tazminata konu olabileceğini, arama kararının ölçüsüz olarak gerçekleştirildiğine dair belge ve delil bulunmadığı, olayda ölçüsüz bir şekilde aramanın gerçekleşmediği, davacının bu arama nedeniyle herhangi bir zararının da olmadığı” gerekçesiyle tazminat talebinin reddine karar VERİLDİĞİ AÇIKLANMIŞTIR.
 
Arama, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen koruma tedbirlerinden biri olup, aynı Kanunun 141-144 üncü maddelerinde koruma tedbirleri nedeniyle zarara uğrayanlar için tazminat ödenmesinin KOŞULLARI GÖSTERİLMİŞTİR. Tazminat istemini düzenleyen 141 inci maddenin (1/i) fıkrasında ise suç soruşturması ve kovuşturması sırasında “Hakkında arama kararı ölçüsüz şekilde gerçekleştirilenler” için de tazminat ödenmesi KABUL EDİLMİŞTİR.
 
Fıkra düzenlemesinden genel olarak, tazminat isteminin haksız arama kararı veya hukuka aykırı arama kararına değil, arama kararının ölçüsüz bir şekilde yerine getirilmesine dayanması gerektiği anlaşılmakta ve  Dairemiz uygulamaları da bu yönde ise de açıkça hukuka aykırı olarak verilen bir arama kararı için tazminat isteminde bulunulup, bulunulamayacağının da  DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKMEKTEDİR.
 
Şüpheli veya sanıkla ilgili aramanın düzenlendiği CMK’nın 116 ncı maddesinde “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, iş yeri veya ona ait diğer yerler aranabilir” hükmüne YER VERİLMİŞTİR.
 
Tazminat talebinin dayanağını oluşturan arama kararı bu açıdan değerlendirildiğinde, somut delile dayanmayan, içinde makul şüpheyi barındırmayan, sadece bir telefon ihbarı üzerine davacının evinde arama yapıldığı anlaşılmakta olup, talep açısından ayrıca maddenin öngördüğü “makul şüphe” kavramı  üzerinde   de  durulmalıdır.  Kanunun  “Tanımlar”  başlıklı  2 nci maddesinde “makul şüphe” nin tanımı yapılmamış ise de,  Adli ve Önleme Arama Yönetmeliğinde  makul  şüphe  “hayatın  akışına  göre  somut olaylar karşısında genellikle duyulan şüphe” şeklinde tanımlanmış, tanımın yapıldığı 6 ncı maddenin 3 üncü fıkrasında makul şüphede, ihbar veya şikâyeti destekleyen emarelerin olması GEREKTİĞİ BELİRTİLMİŞTİR.
 
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160/1 inci maddesinde “Cumhuriyet savcısının ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlayacağı” belirtilmiş olup, dava konusu istem bakımından hüküm değerlendirildiğinde Cumhuriyet Savcısı, davacı-şüphelinin evinde uyuşturucu bulunduğu ihbarı üzerine “hemen işin gerçeğini araştırma” ya başlamadan ve bu konuda başkaca hiçbir araştırma yapmadan doğrudan davacının evinde arama kararı talep etmiş ve bu konuda karar aldırmış olup, dolayısıyla soruşturma makamlarının ihbarla ilgili hiçbir araştırma ve inceleme yapmadan, başka deliller toplanmadan alınan arama kararına dayanılarak davacı/şüphelinin evinde uyuşturucu madde ARAMASI YAPILMIŞTIR. Bu şekildeki uygulamanın CMK’nın 116 ve 160. maddesine uygun olmadığı gibi ayrıca konut dokunulmazlığının korunmasını öngören Anayasanın 21/1 inci maddesindeki “usulüne göre verilmiş hakim kararı” olmadığından Anayasaya ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin özel hayatın ve aile hayatının korunmasını öngören 8/2 nci maddesinde öngörülen “Bu hakkın kullanılmasına bir kamu otoritesinin müdahalesi, için, demokratik bir toplumda, zorunlu olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabilir.” hükmüne AYKIRILIK OLUŞTURMAKTADIR.
 
Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, yakın bir zamanda verdiği bir kararında (24 Mayıs 2011) arama kararıyla ilgili ilkeleri şu ŞEKİLDE BELİRLEMİŞTİR.
 
“Sözleşmeci Devletler bazı suçlar için maddi delil toplamak amacıyla evlerde arama yapma gibi tedbirlerin gerekli olduğuna karar verebilir. AİHM, böyle durumlarda, müdahaleyi haklı göstermek için ileri sürülen gerekçelerin alaka ve yeterliliğiyle orantılılık ilkesine UYGUNLUĞUNU DENETLEMEKTEDİR.
 
Bu noktada AİHM, öncelikle iç hukuktaki yasa ve ilgili uygulamaların bireyleri uygun ve etkili bir şekilde suiistimallere karşı güvence altına aldığından EMİN OLMALIDIR.
 
AİHM, daha sonra ihtilaflı müdahalenin, pratikte, izlenen amaçla orantılı olup olmadığını belirlemek için her davanın özel KOŞULLARINI İNCELEMELİDİR. Bunu yaparken AİHM, aramayı gerektiren suçun ciddiyeti, arama emrinin çıkarılma koşulları ve ne şekilde çıkarıldığı, özellikle aramadan önce elde bulunan diğer delil unsurları, yine özellikle arama yapılacak yerin niteliği ve müdahalenin mantık dışı etkileri olmaması amacıyla alınan önlemler bakımından arama emrinin içeriği ve kapsamı ve son olarak da aramanın hedef aldığı kişinin itibarı üzerindeki olası yankıları gibi kıstasları dikkate almaktadır (Almanya aleyhine Buck davası, no 41604/98, prg. 45, CEDH 2005‑IV, ve Smirnov, ilgili bölüm, prg. 44).
 
Mevcut davada AİHM, ilk önce ihtilaflı aramanın ilgili şahıslar hakkında yürütülen bir ceza soruşturması ya da ceza davası kapsamında düzenlenmediğini NOT ETMEKTEDİR. Başvuranların herhangi bir suçtan şüpheli oldukları ne ortaya konulmuş ve ne de İDDİA EDİLMİŞTİR.
 
Hâkimin hangi delil unsurlarına dayanarak ihtilaflı arama emrini çıkardığı açık bir şekilde ortaya konmamış, sadece emniyet müdürlüğünün Cumhuriyet savcısına gönderdiği yazıda yer alan oldukça genel, kısa ve öz AÇIKLAMALARLA YETİNİLMİŞTİR. Bu noktada AİHM, ceza mahkemelerinin ilgili şahısların evlerinde arama yapılmasını gerektirecek somut deliller olmadığı yönündeki tespitlerini KAYDA GEÇMEKTEDİR.
 
Arama emrinin içerik ve kapsamıyla ilgili olarak AİHM, belgenin kesin olmayan ifadelerle kaleme alındığını TESPİT ETMEKTEDİR. Hâkim arama emrini verirken, hiçbir konuda sınırlama koymamış, sadece tarihini ve bunun bir defaya mahsus OLDUĞUNU BELİRTMİŞTİR. Aramanın gerekçesi ve neyin arandığı hakkında hiçbir bilgi içermeyen bu emir, bu şekliyle polislere oldukça geniş bir YETKİ TANIMIŞTIR. Oysa AİHM’nin  kanaatine göre,  bir  arama  emrinin,  aramayı  yürüten  polislerin belirlenen araştırma alanına uyum gösterip göstermedikleri konusunda kontrol imkânı sağlayan asgari bilgiler içermelidir (Van Rossem, ilgili bölüm, prg. 45).
 
Son olarak, aramanın yürütülme şekliyle ilgili olarak AİHM, arama sırasında  bir hâkim/savcı  ya da  eski  Ceza  Muhakemeleri  Kanunu’nun  97 nci maddesine  göre  bir  hâkim/savcı olmadığı durumlarda yer alması gereken köy muhtarının da BULUNMADIĞINI GÖZLEMLEMEKTEDİR.
 
AİHM, demokratik toplumun menfaati doğrultusunda konut dokunulmazlığının sağlanması dikkate alınarak yapılması gereken bu ihtilaflı müdahalenin izlenen meşru amaçla makul bir orantı göstermediği SONUCUNA VARMAKTADIR. “ (AYDEMİR - TÜRKİYE DAVASI, Başvuru No: 17811/04)
 
Bu  ilkeler ve belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, hakkında yapılmakta olan bir soruşturma ve kovuşturmanın bulunması veya suç ihbarı üzerine işin esası araştırılıp şüpheli veya sanığın yakalanması veya suç delillerinin bulunduğu hususunda “makul şüphe” değerlendirmesi ve başka suretle delil elde edilme imkanının bulunup bulunmadığı ve buna ait somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle, yukarıda belirtilen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararındaki ölçütler de nazara alınarak, arama kararı verilmesi gerekirken davacının “uyuşturucu ticareti ve silah kaçakçılığı” yaptığına ilişkin telefon ihbarı üzerine CMK’nın 160. maddesi gereğince yetkili Cumhuriyet Savcılığınca işin gerçeği araştırmaya başlanmadan, ortada makul şüphe olduğuna dair bir delil ve başka kişi veya olaylar hakkında yapılan bir soruşturma da bulunmadığı ve yapılan aramanın AİHM kararlarındaki ölçütlere ve ilkelere uygun olmadığı dolayısıyla hukuka aykırı olduğu anlaşılmakla davacı lehine makul bir miktar manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi, kanuna aykırı
 
Kabule göre de;
Tazminat davasının reddine karar verildiği halde davalı hazine lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi, Bozmayı gerektirmiş olup, davacı vekiliyle davalı vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün 5320 s. Kanunun 8/1 inci maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK'un 321 inci maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 24.12.2013 tarihinde OYÇOKLUĞUYLA KARAR VERİLDİ.
 
Muhalefet Şerhi:
CMK'nın 141/1-i maddesinde "Hakkındaki arama kararı ölçüsüz şekilde gerçekleştirilen" kişilerin tazminat İSTEYEBİLECEKLERİ BELİRTİLMİŞTİR. Dava konusu olayda; davacının, aramanın ölçüsüz gerçekleştirildiğine dair bir İDDİASI YOKTUR. Davacı arama kararının haksız olduğunu İDDİA ETMEKTEDİR. Davacı haksız olduğunu iddia ettiği arama kararı nedeniyle idare mahkemesinde dava açma HAKKINDA SAHİPTİR. Mahkemenin ret kararı ve gerekçesi yerinde olduğundan onanması gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.