YARGITAY Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2012/21-1164
KARAR NO : 2012/769


Taraflar arasındaki “kurum işleminin iptali ve tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 1. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 11.05.2011 gün ve 2010/1079 E. 2011/202 K. sayılı kararın incelenmesi davalı Sosyal Güvenlik Kurumu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 02.11.2011 gün ve 2011/8624 E. 2011/9418 K. sayılı ilamı ile;

(...Dava, davacının babasının sigortasından dolayı aldığı ölüm aylığını iptal eden Kurum işleminin iptali, ölüm aylığının yeniden bağlanması gerektiğinin ve davacının Kuruma borçlu olmadığının tespiti ile 2010 yılının Haziran ayı ile dava tarihi arasındaki dönemde davacıya ödenmesi gereken ölüm aylıklarından şimdilik 500,00 TL ile Kuruma ödenen 318,70 TL nin davalı Kurumdan yasal faiziyle birlikte tahsili istemine ilişkindir

Mahkemece, davanın kabulü ile davacının ölüm aylığını kesen Kurum işleminin iptali ile davacının borçlu olmadığının tespitine, 2010 yılının Haziran ayı ile dava tarihi arasında davacının hak etmiş olduğu ölüm aylıklarının ve davacı tarafından Kuruma ödenen 318,70 TL'nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı Kurumdan alınarak davacıya ödenmesine, karar verilmiştir.

Davanın yasal dayanağını oluşturan ve 1.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasa'nın 56. maddesinin son fıkrasında “ Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır” kuralı getirilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, 25.9.1972 doğumlu davacı G...'ün 20.10.2009 tarihinde temyiz edilmeksizin kesinleşen Ankara 2.Aile Mahkemesi'nin 28.9.2009 tarih ve 2009/794-1116 E.K.sayılı kararı ile 4721 sayılı TMK'unun 166/3 maddesine göre eşi Erol Domurcuk'tan boşandığı ve tarafların müşterek çocuğu Deniz Sude'nin velayetinin davacı anneye verildiği, davacının Gümrük ve Tekel Bakanlığı'nda hizmetli olarak çalışan ve emekli olan babası Halil Güler'in 31.5.2006 tarihinde öldüğü davacının ölüm aylığı bağlanması için Kuruma başvurduğu ve 1.11.2009 tarihinden itibaren aylık bağlandığı, Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru tarafından hazırlanan 11.5.2010 gün ve 2010/077 sayılı "Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu Raporu" na göre 7.5.2010 tarihinde yapılan fiili denetimde davacı ve eşinin aynı adreste birlikte yaşadıklarının tespit edilmesi üzerine 5510 sayılı Yasa'nın 56/son maddesi gereğince davacıya bağlanan ölüm aylığının 1.11.2009 tarihi itibariyle kesilerek yersiz ödenen aylıkların davacıdan istendiği, davacının 17.9.2010 tarihinde Kuruma 318,70 TL ödeme yaptığı, davacı hakkında kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda Ankara 8.Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2010/421 Esas, 2011/29 Karar sayılı kararı boşanmış kişilerin tekrar bir araya gelerek birlikte yaşamaları eyleminin suç oluşturmayacağı gerekçesiyle beraatına karar verildiği, anlaşılmaktadır.

Somut olayda, davacının Ankara 2.Aile Mahkemesi'nin 28.9.2009 tarih ve 2009/794-1116 E.K.sayılı kararı ile uygulamada anlaşmalı boşanma olarak nitelendirilen 4721 sayılı TMK'unun 166/3 maddesi gereğince eşinden boşandığı halde Sosyal Güvenlik Kontrol Memuru'nun 7.5.2010 tarihinde davacının ikamet ettiği Seyranbağları Mah. Üzümcü Sokak.No:176 / Ankara adresinde yaptığı inceleme esnasında boşandığı eşi ile birlikte fiilen yaşadığının belirlendiği, davacının boşandığı eşi Erol Domurcuk'un gerçek kimliğini gizlemek amacıyla Kurum kontrol memuruna davacının kardeşi olduğunu beyan ettiği ancak nüfus cüzdanı yardımıyla davacının eski eşi olduğunun belirlendiği, davacının komşusu olan ve aynı sokak No:177 adresinde ikamet eden Döne Atasoy'un da davacı, eski eşi ve kızının birlikte yaşadıklarını beyan ettiği ve böylece davacının ölen babasından aylık almak amacıyla eşinden danışıklı olarak boşandığı halde birlikte yaşamaya devam ettikleri, Kurumun 5510 sayılı Yasa'nın 56/son maddesine göre davacının ölüm aylığını kesme kararının yerinde olduğu anlaşılmakla mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutularak davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, Kurum işleminin iptali ile kesilen ölüm aylığının devamına karar verilmesi ve borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, boşanma kararının ardından davacıya yetim aylığı bağlandığını ancak boşandığı kocasının müşterek çocukları ile görüşmesi sırasında evine gelen Kurum yoklama memurlarının durumu tutanak altına almaları üzerine yetim aylığının kesildiği ve ödenenlerin iadesinin istendiğini beyanla Kurum işleminin iptali ile kesilen yetim aylığının ödenmeye devam edilmesini, ödenen yetim aylıkları nedeniyle Kuruma borçlu olmadığının tespiti, Kuruma ödediği miktarın iadesi ile davacının hak ettiği yetim aylığının faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) vekili cevap dilekçesinde özetle, Emekli Sandığı iştirakçisi iken vefat eden babasından dolayı kızı olan davacıya boşanması nedeniyle yetim aylığı bağlandığını, kontrol memurlarının raporu ile davacının boşandığı kocası ile birlikte yaşadığının tespiti üzerine 5510 sayılı Kanun'un 56. maddesi uyarınca yetim aylığının kesilerek yersiz ödenen tutarların borç çıkarıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, boşanan eşlerin birlikte yaşamalarına yasal bir engel bulunmadığı gibi çocuğunu veya eski eşini görmenin yasal hak olduğu, sadece aylık bağlanması için kimsenin boşanmayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne, Kurum işleminin iptaline dair verilen karar, davalı SGK vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle davanın kabulüne dair ilk hükümde direnilmiştir.
Direnme hükmü, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, davacının ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun'un 56/son maddesi uyarınca kesilmesine ilişkin Kurum işleminin usul ve yasaya uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Davanın yasal dayanağı 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 56. maddesinin ikinci fıkrasıdır.
5510 sayılı Kanunun “Gelir ve aylık bağlanmayacak haller” başlıklı 56. maddesinde:
“(Değişik birinci fıkra: 17/4/2008-5754/36 md.) Ölen sigortalının hak sahiplerinden;
a) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıyı veya gelir ya da aylık bağlanmış olan sigortalıyı kasten öldürdüğü veya öldürmeye teşebbüs ettiği veya bu Kanun gereğince sürekli iş göremez hale veya malûl duruma getirdiği,
b) Kendisinden aylık bağlanacak sigortalıya veya gelir ya da aylık bağlanmamış olan sigortalıya veya hak sahibine karşı ağır bir suç işlediği veya bunlara karşı aile hukukundan doğan yükümlülüklerini önemli ölçüde yerine getirmemesi nedeniyle ölüme bağlı bir tasarrufla mirasçılıktan çıkarıldıkları,
hususunda kesinleşmiş yargı kararı bulunan kişilere gelir veya aylık ödenmez. Ödenmiş bulunan gelir ve aylıklar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır.

Eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıkları kesilir. Bu kişilere ödenmiş olan tutarlar, 96 ncı madde hükümlerine göre geri alınır…”
Düzenlemesi yer almaktadır.

01.10.2008 tarihinden önce yürürlükte bulunan ve sosyal güvenlik mevzuatının temelini teşkil eden, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu; 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu; 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu; 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ile 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu’nda yer almayan dava konusu düzenleme ilk kez 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nda yer almıştır.

Düzenleme ile ölen sigortalının kız çocuğu veya dul eşi yönünden, boşanılan eşle boşanma sonrasında fiilen birlikte olma durumunda, ölüm aylığının kesilmesi ve ödenmiş aylıkların geri alınması öngörülmektedir. Buna göre, daha önce sosyal güvenlik kanunlarında yer almayan, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusu, gelir veya aylık kesme nedeni ve bağlama engeli olarak benimsenmiştir.

Anılan maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere düzeleme ile hakkın kötüye kullanımının olası uygulamaları engellenmek istenmiş ve bu amacın gerçekleştirilebilmesi için kötüye kullanımın varlığı belirlendiği takdirde ilgiliyi haktan yararlandırmama; hakkın kötüye kullanılması durumunda haksahipliğinin ortadan kalkması ve dolayısıyla gelir veya aylıktan yararlandırılmama yöntemi benimsenmiştir.

Gerçekten, ölüm aylığı almak üzere boşanılıp, boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamaya kişiyi sürükleyen etkenin niteliği ve türü, hukuk düzeni açısından önem taşımamaktadır. Çünkü, hakkın kötüye kullanılması hangi dürtüyle (saikle) ortaya çıkarsa çıksın, sonuçta hukuk bakımından sadece ve sadece “kötüye kullanma” olup, hukuk düzeni tarafından korunmamaktadır (Centel Tankut, Boşandığı Eşiyle Birlikte Yaşayanın Aylığının Kesilmesi, MESS Sicil Dergisi, Mart 2012).
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, hak sahibinin boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşaması her ne saikle olursa olsun, Anayasal bireysel özgürlük kapsamında kalmakta, Devlet sosyal görevlerini mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirmesine ilişkin Anayasa’nın 65. maddesi uyarınca sosyal sigorta yardımlarına hak kazanma koşullarını düzenleme yetkisine sahip olup , Devletin boşanan eşlerin birlikte yaşamasına yasak getirmesi mümkün değil ise de, bu durumda olan kişileri sosyal sigorta yardımları kapsamı dışında bırakması mümkündür.

Bilindiği üzere, 5510 sayılı Kanun'un 56/2. maddesinin T.C. Anayasası’nın 2, 5, 10, 11, 12, 17, 20, 35, 60 ve 138. maddelerine aykırılığı iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne maddenin iptali talebi ile başvurular yapılmıştır.

Anayasa Mahkemesi yapılan başvurular üzerine yaptığı değerlendirme sonucunda 28.04.2011 gün 2009/86-70 sayılı kararında, “…ölüm aylığını alabilmek için evli olmamak koşulunu aşmak amacıyla iyi niyete dayanmayan ve dürüst olmayan boşanma isteği ve çabası ile boşanma kararı elde edilip buna bağlı olarak ölüm aylığı alınması, açıkça hakkın kötüye kullanılmasıdır. Hakkın kötüye kullanılması hukuk devletinin koruması altında değerlendirilemez. Bu nedenle hakkın kötüye kullanılmasını engellemeyi amaçlayan itiraz konusu kural hukuk devletine aykırı bir düzenleme olarak görülemez...Resmi evliliği olmadan birlikte yaşayanlar ile ölüm aylığı alabilmek için hakkını kötüye kullanarak resmi evliliğini boşanma ile sonlandırıp boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşamaya devam edenler sözkonusu hakkı kullanmak bakımından eşit kabul edilemeyeceklerinden, bunlar arasında eşitlik karşılaştırması yapılamaz…Ölüm aylığı…yasa koyucunun sosyal güvenlik konusuna geniş bir yaklaşımının sonucu sigortalının ölümü ile aranan koşulların sağlanması halinde sigortalının geride kalan hak sahipleri açısından getirdiği bir ödemedir. İtiraz konusu kural, hak edilmediği halde ölüm aylığı alınarak hakkın kötüye kullanılmasına engel olma amacını taşıdığından ölüm aylığı almayı hak edenler açısından SGK’nun mali kaynakları çerçevesinde Anayasa’nın 60. maddesinde ifade edilen güvenceyi sağlamaya çalışmanın bir gereğidir. Ölüm aylığı alabilmek için öngörülen koşulun hakkın kötüye kullanılarak sağlanmak istenmesi sosyal güvenlik hakkıyla bağdaştırılamaz.”

Gerekçesiyle, hükmün Anayasa’nın 2, 10, 60 ve 65. maddelerine aykırı olmadığı; 5, 11, 12, 17, 20, 35 ve 138. maddeleri ile ilgisinin olmadığı belirtilerek oyçokluğuyla başvuruların reddine karar verilmiştir.

Sonuç olarak davanın yasal dayanağını oluşturan 5510 sayılı Kanun'un 56. maddenin ikinci fıkrasının, ölüm aylığından yararlanma hakkının kötüye kullanılmasını engellemek amacıyla düzenleme getirmiş olması ve düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığının tespitine ilişkin Anayasa Mahkemesi kararı karşısında, yürürlükteki kanunları uygulamakla yükümlü olan yargı organlarınca uygulanmasının zorunlu olması nedeniyle, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı tespit edilen haksahiplerine gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesine ilişkin Kurum işlemi usul ve yasaya uygundur.

Bu kabul doğrultusunda, gelirin veya aylığın kesilme tarihi ile Kurumun geri alım hakkının kapsamına ilişkin olarak; fiilen birlikte yaşama olgusunun başlama tarihi esas alınarak bu tarih itibariyle gelir veya aylık kesme veya iptal işlemi tesis edilip ilgiliye, anılan tarihten itibaren yapılan ödemeler yasal dayanaktan yoksun ve yersiz kabul edilmeli ancak sözkonusu madde 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girdiğinden, fiili birliktelik daha önce başlamış olsa dahi maddenin yürürlük günü öncesine gidilmemeli; 01.10.2008 tarihi öncesine ilişkin borç tahakkuku sözkonusu olmamalı ve bu şekilde belirlenecek yersiz ödeme dönemine ilişkin olarak 5510 sayılı Kanun'un 96. maddesine göre uygulama yapılmalıdır.

Yeri gelmişken maddenin zaman bakımından uygulanması yönünden 5510 sayılı Kanun'un Geçici 1 ve Geçici 4. maddelerinin değerlendirilmesinde de zorunluluk bulunmaktadır.

5510 sayılı Kanun'un “Malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 1. maddesi:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında, 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa tabi olanlar, bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.

17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır…

Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55 inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…”
Şeklinde düzenleme içermektedir.

5510 sayılı Kanun'un “5434 sayılı Kanuna ilişkin geçiş hükümleri” başlıklı Geçici 4.maddesinde ise:
"Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Kanuna göre; aylık, tazminat, harp malûllüğü zammı, diğer ödemeler ve yardımlar ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ek ödeme verilmekte olanlara, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanunda kendileri için belirtilmiş olan şartları haiz oldukları müddetçe bunların ödenmesine devam olunur. Ancak, 5 ilâ 10 yıl arasında fiili hizmet süresi olan iştirakçilerden dolayı dul ve yetim aylığı almakta olanların, aylık ve diğer ödemeleri, bu Kanunun 32 nci, 34 üncü ve 37 nci maddelerindeki şartları haiz oldukları müddetçe devam edilir.
Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce iştirakçiliği sona erenlerden tahsis talebinde bulunacaklar ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre tahsis talebinde bulunanlardan işlemleri devam edenler hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır…

Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.

Bu madde kapsamına girenlerin aylıklarının bağlanması, artırılması, azaltılması, kesilmesi, yeniden bağlanması, toptan ödemeleri, ilgi devamı, ihya ve borçlanmaları, diğer ödemeler ve yardımlar ile emeklilik ikramiyeleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır ve bu maddenin uygulanmasında mülga 2829 sayılı Kanun hükümleri ayrıca dikkate alınır. (Ek cümle: 16/6/2010-5997/10 md.) Ancak, Polis Akademisinde öğrenim görmekte olan öğrencilerin yetim aylıkları bu öğrenimleri süresince kesilmeksizin ödenmeye devam edilir...”
Düzenlemelerine yer verilmiştir.

Anılan geçici maddelerle kanun koyucu tarafından, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğü öncesinde sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle haksahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerinin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.

Bu kapsamda, yine 4721 sayılı Kanunun “Dürüst davranma” başlıklı 2. maddesinde yer alan ve maddenin düzenleniş amacı olan dürüstlük kuralı çerçevesinde çözüme gidilmelidir.

4721 sayılı TMK’nun anılan 2. maddesi uyarınca:
“Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.

Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”
Anılan madde uyarınca bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumayacağı gibi, hiç kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı ilkesi de birlikte gözetilmek suretiyle, 5510 sayılı Kanunun 56. maddesi açısından 01.10.2008 tarihinden önce hakkın kazanıldığı durumlarda, anılan yasal düzenleme öncesinde ilgililer her ne amaçla boşanmış olursa olsun, fiili birlikteliklerini 5510 sayılı Kanunla getirilen yeni düzenleme sonrasında da sürdürdüklerinin veya sözkonusu düzenlemeden itibaren anılan tür ve nitelikte bir beraberliğe başladıklarının kanıtlanması durumunda, başka bir anlatımla fiili olarak birlikte yaşama olgusunun saptandığı durumlarda, anılan 2. madde kapsamında hakkın kötüye kullanımının varlığı kabul edilerek ilgililere gelir veya aylık tahsisi yapılmaması, bağlanan gelir veya aylığın kesilmesi gerekmektedir.
Kuşkusuz haksahibine, fiili birlikteliğin sona erdiği tarihten itibaren, diğer koşulların da varlığı durumunda gelir veya aylık bağlanabileceği kabul edilmelidir.

5510 sayılı Kanunun 56. maddesinin uygulanmasında üzerinde durulması gereken bir diğer husus da maddede yer alan “boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen” unsurunun, diğer bir ifade ile boşanılan eşle fiilen birlikte yaşama olgusunun nasıl kanıtlanması gerektiğidir.

Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde, kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını kanıtlamakla yükümlü olduğu belirtilmiş olup, ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi yararına hak çıkaran tarafa ait olduğu, yasal bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin tarafını oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında olduğu, kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın yasal karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmektedir.

Öte yandan hukuk mahkemesi hakimi kusur belirlemesi yaparken ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ve ceza mahkemesinden verilen beraat kararları ile bağlı değilse de, ceza mahkemesinde görülüp kesinleşen dava dosyasındaki boşanan eşlerin eylemli birlikteliklerine ilişkin saptamalar 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 53. maddesi ile öğreti ve Yargıtay uygulamalarında yerleşik olan “maddi olgularla bağlılık” ilkesi gereğince değerlendirilmelidir.

Bu kapsamda fiilen birlikte yaşama olgusunun kanıtlanması yönünden de anılan genel kurallar çerçevesinde tarafların delilleri toplanarak, araştırma ve değerlendirme yapılmak suretiyle boşanılan eşle kurulan ilişkinin fiili olarak birlikte yaşama kapsamında yer alıp almadığı saptanmalıdır.

Uyuşmazlık konusu 5510 sayılı Kanunun 56/2. maddesine dayalı olarak Kurumca açılan ve yersiz ödenen aylıkların geri alınmasına ilişkin davalar ile haksahibi tarafından açılan Kurum işleminin iptali ve aylık bağlanması talebine ilişkin davalarda özellikle, boşanılan eşle kurulan ilişkinin “fiili olarak birlikte yaşama olgusu” kapsamında yer alıp almadığı, ilişkinin niteliği ve başlangıç tarihi açıkça ortaya konulmalıdır.

Bu doğrultuda, öncelikle T.C. Anayasası’nın 20. maddesi, 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 3, 45 ve 53. maddeleri, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 28 ve 45. maddeleri, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesi, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 6, 24 ila 33. maddeleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 ve 6. maddeleri ve ilgili diğer mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı; hak sahibi ile boşandığı eşinin yerleşim yerleri, adres değişikliği ve nakilleri tarihleriyle saptanmalı, muhtarlık ve Nüfus Müdürlüğü gibi özel ve kamu kurumlarındaki bilgi ve belgelerden yararlanılmalı, ilgililerin elektrik, su, telefon aboneliklerinin hangi adres ve tarihte kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtlarındaki adresler ile mevcut ise 4857 sayılı Kanun gereği ücret ödemelerinin yapılabileceği banka kayıtları sorgulanmalı ve böylelikle boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği konusunda varılacak sonuca göre karar verilmelidir.
Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacıya, boşanma kararının kesinleştiği 20.10.2009 tarihinden sonra, 01.11.2009 tarihinden başlamak üzere Emekli Sandığı iştirakçisi iken ölen babasından yetim aylığı bağlandığı, Kurum yoklama memurlarının davacıya ait adreste yaptıkları tespit üzerine düzenledikleri rapor doğrultusunda davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle bağlanan ölüm aylığının baştan itibaren kesildiği ve 01.11.2009-31.07.2010 dönemi ödenen aylıkların yersiz ödeme olduğundan bahisle faizi ile iadesinin talep edildiği anlaşılmaktadır.

Buna göre, uyuşmazlık konusu yetim aylığının bağlanması ve iptali işlemleri 5510 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra gerçekleşmiş olduğundan anılan Kanunun Geçici 1 ve 4. maddelerinin somut uyuşmazlıkta tartışma yeri bulunmamaktadır.

ÖTE YANDAN YUKARIDA YAPILAN AÇIKLAMALARIN IŞIĞINDA KURUM YOKLAMA MEMURLARININ TESPİT TUTANAKLARINDAKİ AKSİ DAVACI TARAFINDAN YÖNTEMİNCE İSPAT EDİLEMEYEN İMZALI BEYANLAR İLE DAVACININ BOŞANDIĞI EŞİNİN AYRI BİR YERLEŞİM YERİ ADRESİ GÖSTEREREK BU ADRESTE YERLEŞİK OLDUĞUNU YÖNTEMİNCE KANITLAYAMAMASI NEDENİYLE KURUMUN AYLIĞIN İPTALİ İŞLEMİNE DAYANAK TEŞKİL EDEN 5510 SAYILI KANUNUN 56/2. MADDESİ UYARINCA DAVACININ BOŞANDIĞI EŞİ İLE BİRLİKTE YAŞADIĞI OLGUSU YANINDA; DAVACININ BOŞANDIĞI EŞİNİN KURUM YOKLAMA MEMURLARINI YANILTMAYA YÖNELİK OLARAK KİMLİĞİ KONUSUNDA YANILTICI BEYANDA BULUNMASI KARŞISINDA KÖTÜNİYET OLGUSU DA KANITLANMIŞTIR.

BU DURUMDA KURUMUN DAVACIYA BAĞLANAN ÖLÜM AYLIĞINI İPTALE VE ÖDENENLERİN İADESİNE YÖNELİK İŞLEM TESİS ETMEYE HAKKI VARDIR.

O halde, yerel mahkemece, aynı yönlere işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyularak, davacının Kurum işleminin iptali ile yetim aylığının yeniden bağlanması ve ödediği miktarın iadesine ilişkin istemlerinin reddi gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu'nun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.11.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.