Kural olarak bir davada davanın açıldığı tarihten sonra meydana gelen olaylar tartışılamaz ve hükme esas alınamaz.
 
Bununla birlikte Yargıtay, boşanma davalarında eşlerin birbirine karşı olan sadakat yükümlülükleri açısından bu ilkenin tersi bir görüşü benimsemiştir.

Buna göre yüksek mahkeme TMK Md.185/3 de yer alan eşlerin sadakat yükümlülüğünün evlilik birliği süresince devam edeceği hükmünden hareketle her ne kadar boşanma davası açılmışsa da evlilik birliğinin halen devam ettiği olgusundan hareketle, davadan sonra meydana gelse bile eşlerin başkaları ile olan cinsel ilişkilerini sadakat yükümlülüğüne aykırı bulmakta ve kusurlu eylem olarak kabul etmektedir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun konu ile ilgili 22.12.2010 tarihli yeni bir kararının tam metni aşağıda sunulmaktadır.

Ancak Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 16.06.2010 tarihli bir kararında da “4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinin 3. fıkrası uyarınca eşlerin birbirine karşı sadakat yükümlülüğünün ihlali olgusunun, ancak boşanma davasından önce gerçekleşmesi halinde ve buna davada dayanılması durumunda hükme esas teşkil edebileceği” ne hükmetmiştir. Kurul bu kararında, dava tarihinden sonra sadakat yükümlülüğünün ihlali halinde, bu yeni olgunun, ancak yeni bir davanın konusunu teşkil edebileceği görüşünü benimsemiştir. 

Karşılaştırma açısından her iki kararın tam metni aşağıda sunulmaktadır. 

T.C.

YARGITAY
HUKUK GENEL KURUL
ESAS NO: 2010/2-636 
KARAR NO: 2010/680
KARAR TARİHİ: 22.12.2010 

-YARGITAY İLAMI- 

Taraflar arasındaki "karşılıklı boşanma, maddi- manevi tazminat ve ziynet alacağı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;İzmir 13. Aile Mahkemesince boşanma davasının kabulüne, maddi-manevi tazminat ve ziynet alacağı davasının reddine verilen 29.03.2007 gün ve 2006/684 E., 2007/211 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 27.11.2008 gün ve 2007/15965 E., 2008/16186 K. sayılı ilamı ile; 

(...1-Dosyadaki kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı-davacı kocanın temyiz itirazları yersizdir. 

2-Davacı-davalı kadının temyizine gelince; 

a-Toplanan delillerden cinsel birlikteliği gerçekleştiremeyen, ailesinin hakaretlerine ses çıkarmayan, eşini evden kovan ve başka bir kadınla ilişkiye giren davalı-davacı koca daha ziyade kusurludur. 

Türk Medeni Kanununun 174/2 maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen kadının ağır yada eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK. 4 BK. 42,43,44,49) dikkate alınarak kadın yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir. 

b-Toplanan deliller ve özellikle tanık Ramazan'ın beyanından davacı-davalı kadının evden ayrılırken bileziklerinin rızası hilafına elinden anlaşılmaktadır. Kadının talep ettiği bilezikler yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılarak sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır." 

gerekçesi ile kısmen bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece manevi tazminat yönünden önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN: Davacı-Davalı …… vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Dava; karşılıklı boşanma, maddi-manevi tazminat ve ziynet alacağı istemine ilişkindir. 

Davacı-Davalı A…….vekili, taraflar arasında davalının kusuru nedeniyle cinsel ilişki gerçekleşmeyince davalının davacıyı hem fiziksel hem de psikolojik şiddete maruz bıraktığını ileri sürerek tarafların boşanmasını, davacıya düğünde takılan takıların bedeli olan 2.500,00 TL'nin davalıdan tahsilini, 10.000,00 TL. manevi tazminat ile 150,00 TL tedbir ve yoksulluk nafakasına hükmolunmasını istemiştir. 

Davalı-Davacı A….vekili, cinsel ilişkide bulunamamaları üzerine A……nın soruna tıbbi çözüm bulmak yerine evliliklerinin onbeşinci gününde ailesi ile gitmek istediğini, bütün ısrarlara rağmen yirminci gün ailesi ile birlikte İzmir'e döndüğünü ve eşine yönelik olarak "erkekliği yok, yanaşamadı" türünden dedikodular çıkmasına sebep olduğunu , bu durumun evlilik birliğini temelinden sarstığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, davacının uğradığı maddi ve manevi zarar nedeniyle 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 

Yerel Mahkemece," her iki tarafın iddialarının usulünce kanıtlanamadığı ancak vuku bulan ayrılık akabinde tarafların bir araya gelip evlilik birliğini ihya etmek için yeterli ve etkin çaba göstermek yerine ailelerin de karıştığı ve tarafların birbirlerine karşı sevgi, saygı, güven ve hoşgörüyü tamamıyla ortadan kaldıracak şekilde karşılıklı suçlama ve kavgalarla evlilik birliğinin her iki tarafın kusuruyla temelinden sarsılmasına yol açtıkları gerekçesi ile tarafların açtıkları her iki boşanma davasının kabulüne, eşit kusurlu oldukları dikkate alınarak maddi-manevi tazminat istemlerinin ve davacı-davalı A. E.'in ziynet eşyalarının davalı-davacı A. tarafından alıkonulup iade edilmediği iddiası kanıtlanamadığından ziynet bedelinden alacak isteminin reddine, 150,00 YTL. yoksulluk nafakasının davalı-davacı A.'dan alınıp davacı-davalı A.'ye verilmesine" karar verilmiş; tarafların maddi-manevi tazminat, nafaka ve ziynet eşyası yönünden temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçe ile kısmen bozulmuştur. 

Yerel mahkeme ziynet eşyalarına yönelik bozma kararına uymuş ve bu hususta açılan davayı tefrik ederek ayrı bir esasa kaydetmiş, manevi tazminat yönünden ise aynı gerekçe ile önceki kararında direnmiştir. Hükmü temyize Davacı-karşı davalı kadın vekili getirmektedir. 

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı-davalı kadın yararına manevi tazminata hükmetme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasındadır. 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 174/2. maddesi uyarınca, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat adıyla uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir. 

Somut olayda, tarafların evlilik boyunca cinsel yönden bir araya gelemedikleri sabit olmakla birlikte boşanma davası açıldıktan sonra davalı-davacı kocanın başka bir kadınla ilişkiye girdiği anlaşılmaktadır. 

Kural olarak, sadece dava dilekçesinde bildirilmiş olan vakıalar davanın sınırını belirler ve mahkemece bu vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilir. Dava tarihinden sonra meydana gelen maddi bir olgunun değerlendirilmesi ve hükme esas alınması olanaklı değildir. 

Ne var ki Hukuk Genel Kurulu'nun 26.11.2008 gün 2008/2-7698 E., 2008/711 K. sayılı kararında da aynen benimsendiği gibi boşanma davası açıldıktan sonra gerçekleşen bir kısım olaylar somut olayın özelliğine göre dava sonucunu etkileyebilir. 

4721 sayılı TMK'nun 185. maddesi eşlerin yasal olarak birbirlerine karşı hak ve yükümlülüklerini düzenlemektedir. Aynı maddenin üçüncü fıkrasında düzenlenen sadakat yükümlülüğünün de evlilik birliği süresince devam etmesi gerekir. 

Somut uyuşmazlıkta, henüz boşanma kararı verilmeden kocanın başka bir kadınla ilişkiye girdiği anlaşılmıştır. 

4721 Sayılı kanunun 185. maddesi hükmü uyarınca boşanma kararı verilip kesinleşinceye kadar evlilik birliği süreceğinden, bu durumun doğal sonucu olarak taraflar arasında sadakat yükümü de evlilik birliğinin sona ermesine kadar devam edecektir. 

Bu düzenleme dikkate alındığında, kocanın evlilik birliği sona ermeden, diğer bir anlatımla sadakat yükümü devam ederken başka bir kadın ile evlilik dışı ilişkiye girdiği hususunun hüküm kurulurken dikkate alınması gerekir. 

Özellikle, tarafların kusur durumuna etkili olan bu husus göz ardı edilmemelidir. 

Hal böyle olunca; davalı-davacı koca evlilik birliği devam ederken yapmış olduğu sadakatsizlik nedeniyle daha fazla kusurlu olup, bu nedenle kişilik hakkı saldırıya uğrayan ve eşit kusurlu olmayan eş lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. 

O halde, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

SONUÇ: Davacı-davalı A…….. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının manevi tazminat yönünden Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 22.12.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi. 

KARŞI OY 

Tarafların karşılıklı olarak açmış oldukları boşanma davaları, her iki tarafın eşit kusurlu olmaları gerekçesi ile kabul edilmiş ve aynı gerekçe ile her iki tarafın tazminat istemleri (eşit kusurlu olmaları nedeniyle) reddedilmiştir. 

Boşanma kararı taraflarca temyiz edilmediğinden gerekçesi ile birlikte kesinleşmiştir. 

Her iki davanın davacıları yararlarına tazminata hükmedilmediği için verilen kararları temyiz etmişlerdir. 

Önceki Daire bozma ilamının ilk bendinde (Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre davalı-davacı tarafın temyiz itirazları yersizdir) gerekçesi ile temyiz istemini reddetmiştir. 

Özel Dairenin bozma ilamında, mahkemenin ret gerekçesinin yerinde olduğu, yasalara uygun olduğu belirtilmiştir. Dairenin karara uygun olduğunu belirttiği, tazminatın reddi gerekçesi, tarafların eşit kusurlu olmasıdır. Böylelikle hem taraflarca temyiz edilmeyen boşanma kararı gerekçesi ile birlikte (tarafları eşit kusurlu sayan)kesinleştiğinden , hem de davalı-karşı davacı kocanın tazminatla ilgili temyizi reddedilerek, bir defa daha tarafların eşit kusurlu oldukları kesin hüküm niteliğini kazandığından, artık aynı olaylara dayanan davacı-davalı kadının olaylarda daha az kusurlu olduğunu söyleme imkanı bulunmamaktadır. 

Davacı-davalı kadının tazminata dayanak yaptığı olaylarda daha az kusurlu, aynı olaylarda davalı-davacı kocanın boşanma ve tazminat davasında, keza kadının boşanma davasında eşit kusurlu kabul edilmeleri hukuki bir çelişkidir. 

Bu nedenle artık boşanmaya neden olan aynı zamanda tazminata da konu olan olaylarda artık ne mahkemenin ne de Yargıtayın kusur incelemesi ve irdelemesi mümkün değildir. Bunun dışında kusur incelemesi yapılark boşanmaya ve tazminata esas olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olduğunu söylemek kesin hüküm kuralına aykırıdır. Hüküm fıkrası ile sıkı sıkıya bağlı olan gerekçenin kesin hüküm teşkil edeceği yargısal uygulamada ve doktrinde sapma olmaksızın kabul edilmektedir. Özel Dairenin eskiden beri uygulaması da bu yöndedir. Örneğin 2. Hukuk Dairesi 11.2.1982 gün ve 8582/1186 sayılı kararında hakimi hüküm vermeye hukuken zorlayan gerekçenin kesin hüküm niteliğinde olduğu kabul edilmiştir(Y.K.D. 1982/6-784-786). Keza Özel Daire başka bir kararında yoksulluk nafakasının boşanmanın eki niteliğinde olduğunu, boşanmada kusur tespit edilmiş ise bu hususun kesin hüküm ve bunun sonucu olarak kesin delil oluşturacağını, hüküm fıkrası ile gerekçesi arasında zorunlu bir bağ varsa hükmün gerekçesinin de kesinlik kazanacağını, kesinlik kazanan bir hükmün sonuçlarının ancak yargılamanın iadesi yolu ile mümkün olduğunu bunun dışında hükmün dolayısı ile gerekçenin sonuçlarını kaldırmanın mümkün olmadığını, boşanma davası ile kesinleşin kusurluluk olayının yoksulluk nafakası için de kesin hüküm ve kesin delil teşkil edeceği açıkça belirtilmiştir.(Y.2.H.D. 10.2.1993 668/1096 Esat Şener-Nafaka 1994/130-131 Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001 cilt-5 sayfa 5050-5053). Özel Dairenin bu konuda birçok yeni içtihatları da bulunmaktadır. Hatta Özel Daire tenfiz veya tanıması yapılan yabancı mahkeme kararlarındaki boşanmaya ilişkin kesinleşmiş kusur oranının Türkiye’de açılan tazminat davalarında esas alınması gerektiğini yeniden kusur incelemesine girişilemeyeceğini çok açık biçimde kabul etmektedir. 

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının boşanma davasında ayrıca tazminat talebinde bulunmaması halinde ve boşanma kesinleştikten sonra tazminatla ilgili olarak açılacak bir davada kusur oranı boşanma davasında kesinleştiğinden yeniden kusur araştırılmasına girilemeyeceği ancak burada boşanma ve tazminat birlikte talep edildiğinden ve temyizde kusura da itiraz edildiğinden durumun farklı olduğu ve tazminat yönünden kusurun incelenebileceği dile getirilmiştir. Bu görüşe hukuki olarak katılmak mümkün değildir. Çünkü boşanma davası ile birlikte tazminat istenmesi halinde boşanma kararındaki kusur oranının kesinleşmesini engelleyen bir hüküm bulunmamaktadır. Boşanma kararı temyiz edilmeyerek kesinleştiğine göre ister boşanma davası ile birlikte açılmış olsun isterse tazminat davası ayrı açılmış olsun artık kusur durumu kesinleşmiştir. Bu durumda kesin hüküm nedeni ile davalı kocanın , tazminat kararını kusur yönünden temyizinin dikkate alınmaması gerekir. Boşanma ile birlikte kesinleşen kusur oranının ayrı açılan tazminat davasında hükme esas alınması, boşanma ile birlikte açılan tazminat davasında kesin hüküm sayılmamasının hukuki bir dayanağı yoktur. 

Özellikle belirtmek gerekir ki tarafların boşanma kararının temyizi yoktur. Bu nedenle boşanma kararı tarafları eşit kusurlu sayan gerekçesi ile birlikte kesinleşmiştir. Burada bir husus düşünülebilir, o da davalının kusura itirazının aynı zamanda boşanma kararının gerekçesinin de temyizi olduğunun kabulüdür. Böyle kabul edildiği takdirde Özel Dairenin (sair temyiz itirazlarının reddine) diyerek boşanma kararını gerekçesi yönü ile kesinleştirmemesi ve ( mahkemece boşanmaya neden olan olayda davalı tam kusurlu sayılarak boşanmaya karar verilmiş ise de dosya kapsamına göre olaylarda her iki tarafın eşit kusurlu olduğu, ancak evlilik birliğinin devamında imkan bulunmadığından sonuç olarak boşanmaları yönünde hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığından sonucu itibarı ile doğru olan boşanma kararının onanmasına) biçiminde hüküm kurulması böylelikle davalının boşanmaya neden olan olayda tarafların eşit kusurlu olduğu yönünde kesin hüküm oluşmasının önlenmesi bundan sonra tazminatın irdelenmesi gerekirdi. Ancak bu yapılmamış, tarafların boşanmadaki eşit kusuru kesinleşmiş, ancak davacı-karşı davalı kadının tazminatına gelince davalı-karşı davacı koca daha çok kusurlu sayılmıştır. 

Hukuk Genel Kurulu sonuçta boşanmaya ve kocanın tazminat istemine esas olan olaylarda tarafları mahkeme kararında belirtildiği gibi eşit kusurlu saymıştır. Yerel mahkeme zorunlu olarak Hukuk Genel Kurulu kararına uyup hüküm kuracaktır. Boşanma kararı kesinleşmiş ve bozma ilamının kapsamı dışında olduğundan bu konuda yeniden hüküm kurulmayacak sadece eski hüküm tekrarlanacaktır. Bu durumda mahkeme kararında:( 1- Taraflar arasında boşanmaya neden olan olaylarda taraflar eşit kusurlu bulunduğundan tarafların şiddetli geçimsizlik nedeni ile boşanmalarına 2- Boşanmaya ve tazminata esas olan olaylarda davalı-davacı koca eşit kusurlu bulunduğundan kocanın tazminat isteminin reddine (kesinleşmiştir) 3- Boşanmaya ve tazminata esas olan olaylarda davacı-davalı kadın az kusurlu bulunduğundan tazminata hükmedilmesine diyecektir. 

Sonuç olarak bir Olaya hukuken iki ayrı kusur oranı verilmesi mümkün olmadığından, boşanma kararının kesinleşmesi ile tarafların eşit kusurlu olduğu hususu da kesinleşmiş bulunduğundan, ayrıca davalı-karşı davacı kocanın tazminat istemi de eşit kusurlu olması nedeniyle reddedildiğinde boşanmadaki kusur oranı kesinleştikten sonra davacı-davalı kadının tazminat isteminde kusura itirazının hukuki anlamda sonuç doğurması mümkün bulunmamaktadır. 

Bu nedenlerle Yerel Mahkeme kararının onanması gerektiği görüşündeyim. 



T.C.

YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO: 2010/2-227
KARAR NO: 2010/324
KARAR TARİHİ : 16.06.2010

BOŞANMA

SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ İHLAL

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ

BOŞANMA DAVASINDA YARGILAMA USULÜ

DAVAYI GENİŞLETME YASAĞI

ÖZET : Uyuşmazlık; dava tarihinden sonra meydana gelen maddi ve hukuki olguların mahkemece değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve buna bağlı olarak hükme esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. Her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Hüküm, uyuşmazlığın başlangıcından dava açılan güne kadar gerçekleşmiş olayları kapsar.

(1086 s. HUMK m. 75, 179, 438 ) ( 4721 s. MK m. 166, 184, 185 ) 

Taraflar arasındaki “Boşanma, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 2.Aile Mahkemesi’nce asıl davanın kabulü ile karşı davanın reddine dair verilen 23.12.2008 gün ve 2008/224 E- 2008/964 K. Sayılı kararın incelenmesi davalı-karşılık davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 30.06.2009 gün ve 2009/6126-12880 sayılı ilamı ile; 

(...İlk hüküm; davalı-karşılık davacının temyizi üzerine; Yargıtay’ca “...kocanın ttanığı Y. K.’nin, kadının bir başka erkekle yaşadığı yolundaki beyanının, diğer tanık beyanlarıyla ve delillerle birlikte tartışılarak, inandırıcı bulunup bulunmadığına ilişkin bir gerekçeye de yer verilmeden dikkate alınmamasının usul ve yasaya aykırı bulunduğu..” gerekçesiyle bozulmuş, bozma sebebine göre diğer yönler incelenmemiştir. Mahkemece bozmaya uyulduğu halde, tanık Y.’ün beyanının diğer delillerle birlikte tartışılıp değerlendirilmesi yerine bozmanın kapsamı dışına çıkılarak davalı-karşılık davacı tanığı Dilek T.’ın dinlenmesi doğru değildir. Bu nedenle adı geçen tanığın beyanı hükme esas alınmamıştır. 

Yapılan soruşturma ve toplanan delilerden; davalı-karşılık davacının eşine şiddet uygulamasına ve güven sarsıcı davranışlarda bulunmasına karşılık davacı-karşılık davalı kadının da, davadan sonra olsa da, güven sarsıcı davranışlar sergilediği, bu suretle Türk Medeni Kanununun 185/3. maddesindeki sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği anlaşılmaktadır Kadının bu haksız tutumu karşısında davalı-karşılık davacı için boşanma davası açma hakkı doğmuştur. Gerçekleşen bu olaylara göre, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda davalı-karşılık davacı kocanın daha ziyade, kadının ise kocaya oranla daha az kusurlu bulunduğu, kadının, kocanın davasına karşı çıkmasının hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olup, evlilik birliğinin devamında karşılık davalı kadın bakımından korunmaya değer bir yarar kalmadığı anlaşılmaktadır. Evlilik birliği temelinden sarsılmış olup, iki taraf için de devamı beklenemez. Bu itibarla, davalı-karşılık davalı kocanın boşanma davasının da kabulü gerekirken yetersiz gerekçe ile reddi doğru bulunmamıştır…) 

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN : Davalı-K.davacı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle H.U.M.K.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II.fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü. 

Dava, karşılıklı boşanma istemlerine ilişkindir. 

Davacı-karşılık davalı V. I. vekili; müvekkili ile 1994 yılında evlenen davalının alkol alışkanlığının her geçen gün artması, maddi ve manevi tüm ilgisini ilk eşi ile onunla birlikte yaşayan kız çocuğuna hasretmesinin yanı sıra müvekkiline şiddet uygulaması nedeniyle evlilik birliğinin temelinden sarsıldığını ve tarafların 2004 yılı Ağustos ayından itibaren ayrı yaşadıklarını ileri sürerek boşanmaya karar verilmesini talep etmiş ve davalıdan maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. 

Davalı-karşılık davacı M. T. I. vekili; evlilik birliğinin çekilmez hale gelmesinde davacının geçirdiği jinekolojik ameliyat sonucu girdiği erken menopozun ağırlaştırdığı psikolojik problemlerin etken olduğunu, küçük meseleleri büyüten davacının gereksiz harcamalar yaptığını ve en sonunda müvekkilini darp ederek evden kovduğunu savunarak, haksız ve dayanaksız boşanma davasının reddi ile karşılık boşanma davalarının kabulüne, evlilik birliği içinde edinilmiş malların paylaşımına karar verilmesini talep etmiştir. 

Mahkemenin; davalı-karşılık davacı kocanın evlilik birliğinin sarsılmasına sebep olan olaylarda kusurlu olduğunu benimsemek suretiyle , “davacı kadın tarafından açılan boşanma davası ve fer’ilerinin kabulüne, davalı koca tarafından açılan boşanma davasının reddine” dair verdiği ilk karar; Özel Daire’ce, “davalı-karşılık davacı koca tanığı Y.K.’nin, davacı-karşılık davalı kadının başka bir erkekle yaşadığı yönündeki beyanının diğer tanık beyanları ve delillerle birlikte tartışılarak inandırıcı bulunup bulunmadığına dair bir gerekçeye yer verilmesi gereğine” işaretle bozulmuştur. 

Yerel Mahkemece bozma ilamına uyularak, “tarafların 2004 yılı Ağustos ayından itibaren ayrı yaşamaya başladıkları, tanık Y.K.’nin davacı kadının başka bir erkekle yaşadığına dair beyanının ise dava tarihinden sonraki bir olguya ilişkin bulunduğu, o nedenle anılan tanık beyanı esas alınarak kadının kusurlu olduğuna hükmedilemeyeceği, üstelik bozma ilamına kadar koca tarafından eşinin sadakatsizliğinin ileri sürülmediği” gerekçesiyle ve kocanın kusuru benimsenmek suretiyle, “kadın tarafından açılan boşanma davası ve fer’ilerinin kabulüne, koca tarafından açılan boşanma davasının reddine” karar verilmiş ve bu ikinci karar da Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece direnme kararı verilmiştir. Direnme kararını temyize davalı-k.davacı vekili getirmiştir.

Görüldüğü üzere; evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda davalı-karşılık davacı erkeğin kusurlu bulunduğu Yerel Mahkeme ve Özel Daire’nin kabulündedir. Yargılama sırasında dinlenen tanık beyanıyla beliren, davacı-karşılık davalı kadının güven sarsıcı davranışta bulunduğu olgusunun, dava tarihinden sonra geliştiği konusu da çekişme dışıdır. 

Uyuşmazlık; dava tarihinden sonra meydana gelen maddi ve hukuki olguların mahkemece değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve buna bağlı olarak hükme esas alınıp alınamayacağı noktasında toplanmaktadır. 

Uyuşmazlığın çözümü; somut olayda olduğu gibi, boşanma davasının açılmasından sonra gerçekleşen maddi olguya ilişkin olarak delil ibraz edilip edilemeyeceği ve davadan sonra ortaya çıkan olguya dair böyle bir delilin değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği sorularına doğru cevabın verilmesiyle mümkündür. 

Bu soruların cevaplanabilmesi ise, hukuk yargılamasında uygulanan genel usul hükümlerinden gidilerek, davanın açılmasının usul hukuku bakımından meydana getirdiği sonuçların irdelenmesini gerekli kılmaktadır. 

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 179/1. maddesi uyarınca davacı, davanın dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte dava dilekçesine yazmalıdır. Bunlar, dava dilekçesindeki talep sonucunun dayanağı olan ve bu talep sonucunu haklı göstermeye yarayan vakıalardır. Davacının dava dilekçesinde bildirdiği vakıaların doğru olduğu yargılama sırasında ispat edilirse ve bu vakıalar davacıyı haklı gösteriyorsa, dava kabul edilerek davacı lehine hükme bağlanır. 

Dava dilekçesinde ileri sürülmemiş olan vakıalar, davadan sonra kendiliğinden incelenemeyeceği gibi, hakim onları hatırlatacak hallerde dahi bulunamaz (H.U.M.K m75). 

O halde, sadece dava dilekçesinde bildirilmiş olan vakıalar davanın sınırını çizmekte ve mahkemece ancak, bu vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilmektedir. 

İşte bu nedenledir ki, her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Bir başka ifadeyle hüküm, uyuşmazlığın başlangıcından dava açılan güne kadar gerçekleşmiş olayları kapsar. 

Aksinin kabulü; davacının dayandığı olguların, dolayısıyla elde etmek istediği nihai talebin dışına çıkılması sonucunu doğuracağı gibi temyiz ve karar düzeltme süreçleri de dâhil, yargılamanın hangi aşamasına kadar gerçekleşecek hukuki ve fiili olguların nazara alınması gerektiği sorununu ortaya çıkaracaktır. 

Nitekim 28.11.1956 tarih ve 15/15 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirme Kararı’nda, “her davada açıldığı tarihte tespit edilen vaziyet hükme ittihaz olunması iktiza eylemesine…” gerekçesine yer verilerek, davanın açılmasına kadar gerçekleşen hukuki ve maddi vakıalara göre sonuçlandırılması gerektiği benimsenmiştir. 

Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlığın üzerinde toplandığı yön itibariyle, boşanmada yargılama usulüne dair yasal düzenlemenin ayrıca irdelenmesi gerekmektedir. 

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesinde “Boşanmada yargılama usulü” ayrıca düzenlenmiş; anılan maddenin ilk fıkrasında “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabidir” hükmüne yer verilerek, maddede sayılan istisnalar dışında, boşanma davalarının genel yargılama usulüne tabi olduğu belirtilmiştir. 

Boşanma davalarında genel yargılama usulünün uygulanmayacağı istisnalar, Medeni Kanunun 184. maddesinin birinci fıkrasında; “1.Hakim, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamaz. 

2.Hakim, bu olgular hakkında gerek re'sen, gerek istem üzerine taraflara yemin öneremez. 

3. Tarafların bu konudaki her türlü ikrarları hakimi bağlamaz. 

4.Hakim, kanıtları serbestçe takdir eder. 

5.Boşanma veya ayrılığın fer'i sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz. 

6. Hakim , taraflardan birinin istemi üzerine duruşmanın gizli yapılmasına karar verebilir.” Şeklinde sıralanmıştır. 

Görüldüğü üzere, boşanmada genel yargılama usulünün uygulanmasına ayrık olan kurallar ve uygulanması gereken özel usuller, Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesinde sınırlı olarak belirtilmiş olmasına karşın; bu sınırlamalar ve istisnalar içinde, davadan sonra ortaya çıkan fiili ve hukuki olguların değerlendirmede esas alınacağına dair özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. 

Şu hale göre; her dava ve bu bağlamda eldeki davada olduğu gibi- boşanma davaları, açıldığı tarihteki hukuki ve maddi olgulara göre sonuçlandırılmalıdır. Öyle ki, bu husus vazgeçilmez temel bir hukuk kuralıdır. 

Somut olayda; yargılama sırasında bilgi ve görgüsüne başvurulan tanık Y. K., “davacı kadının başka bir erkekle yaşadığı” olgusunun, 18.01.2005 tarihinde açılan davadan sonra gerçekleştiğini “şu anda” sözcükleriyle ifade etmiştir. Esasen tanık beyanında, söz konusu yeni olgunun dava tarihinden sonrası kastedilerek aktarıldığı hususu, Özel Dairece ve Yerel Mahkemenin kabulünde olup, çekişme dışıdır. 

Dava dilekçesinde, davanın açıldığı tarihe kadar davacı kadının güven sarsıcı davranışlar sergilediğini gösterir bir olayın varlığı da ileri sürülmemiştir. Bu itibarla, dava tarihinden sonra üstelik salt tanık beyanıyla beliren maddi bir olgunun değerlendirilmesi ve hükme esas alınması olanaklı değildir. 

Bozma ilamında sözü edilen, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 185. maddesinin 3. fıkrası uyarınca eşlerin birbirine karşı sadakat yükümlülüğünün ihlali olgusunun, ancak boşanma davasından önce gerçekleşmesi halinde ve buna davada dayanılması durumunda hükme esas teşkil edebileceği kuşkusuzdur. Dava tarihinden sonra sadakat yükümlülüğünün ihlali halinde ise, az yukarıda açıklanan ilkeler gereği, bu yeni olgunun, yeni bir davanın konusunu teşkil edeceği, her türlü duraksamadan uzaktır. 

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemenin, her davanın açıldığı tarihteki hukuki ve maddi olgulara göre sonuçlandırılması gerektiği ilkesi benimsenerek, davadan sonra tanık beyanıyla beliren olgunun kadının kusurunun belirlenmesinde değerlendirilemeyeceği, dolayısıyla hükme esas alınamayacağı yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir. 

Ne var ki; davalı-karşılık davacı vekilinin diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, dosya Özel Daireye gönderilmelidir. 

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı uygun olup, davalı-karşılık davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 16.06.2010 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi. 

KARŞI OY GEREKÇESİ 

Yerel Mahkeme kararını onayan Hukuk Genel Kurulu Kararı çoğunluk görüşü ile, Özel Daire doğrultusunda oy kullanan azınlık görüşü arasındaki uyuşmazlık davalı-karşılık davacı kocasının eşine şiddet uyguladığı ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu sabit olmakla birlikte; davacı karşılık-davalı kadının, dava açılmasından sonra da olsa güven sarsıcı davranışlar sergilemesinin, davalı karşılık davacı kocaya boşanma davası açma hakkını verip vermeyeceği; buna göre davalı- karşılık davalı kocanın boşanma davasının da kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır. 

Başka bir anlatımla, boşanma davaları açıldığı tarihteki maddi olgulara göre mi çözülür ? Yoksa dava devamında oluşacak yeni maddi vakalar anılan dava içersinde karşı dava ya da o dava içerisinde dikkate alınarak mı çözülür? 

Boşanma hukuku, aile hukuku sistematiği, aile hukuku da medeni hukuk sistematiği içerisinde yer alır. 

Medeni usulün amacı gerçeğe ulaşmaktır. Medeni hukuk kişilerin birbirleriyle özel yaşam ilişkilerinin, hukuki ilişkilerini hakların öğelerini saptar. Medeni usul hukuku ise maddi hukuka aykırılık halinde, hukuki himayenin nasıl sağlayacağını gösteren kurallar bütünüdür. Başka bir anlatımla Medeni Hukuk, maddi hukuk olarak hukuki himayenin haklılığının unsurlarını Medeni Usul Hukuku hukuki himayenin sağlanmasının koşullarını içerir. O halde her iki hukuk alanı bağımsızdır. Amaç ve düşünceleri ayrıdır. Buna bağlı olarak hukuki işlem ile usuli işlem kavramları farklıdır. Anayasanın m.2 de belirtilen “sosyal devlet” ilkesi gözönünde tutulduğunda usul kurallarının “gerçeğe ulaşma” yolunda özellikle ekonomik açıdan ağır şartlara bağlı tutulmamasını gerektirmektedir. (Bkz. Alangoya, Yavuz/Yıldırım, M.Kamil/Deren-Yıldırım, Nevhis; Medeni Usul Hukuku Esasları, B.4, İstanbul 2004, sh 31). 

Aile Hukuku ile ilgili hükümler düzenlenirken, ailenin menfaati yanında, toplum menfaati de gözönünde tutulur. Toplum menfaatinin korunması ise, ancak devletin müdahalesi ile emredici kurallarla düzenlenir. ( Öztan, Bilge Aile Hukuku, B.5, Ankara 2005, sh 5). 

Hukuk Usuli Muhakemeleri Kanununun m.185/ II, 77 hükümleri ve “usul ekonomisi” kavramları usul hukuku açısından dava devam ederken oluşan yeni olayların hükme konu olabileceğinin teknik enstrumanlarıdır. 

Aynı uyuşmazlık içerisinde yeni bir vaka olarak getirilen bir olay o temel uyuşmazlık içerisinde görülebilmesi usul ekonomisi ile uyumludur. Yeni olay yeni dava düşüncesi davaları çoğalttığı gibi az yukarıda ifade edilen aile hukukunun temel prensipleri ve medeni usul esasları ile örtüşmemektedir. 

Boşanma davası açıldıktan sonra eşlerin davranış ve yaşam biçimlerinin sınırları sosyolojik ve aile hukuku açısından tartışılarak temel uyuşmazlık içerisinde çözülmesi gerekirken, usul kavramları şablonu içerisinde, davanın sonuçlandırılmasına, tarafların haklı olup olmadığı tartışmasına girmeden teknik olarak katılamıyorum. 

KARŞI OY 

Dava ve karşılık dava, Türk Medeni Kanununun 166/1.maddesinde yer alan “evlilik birliğinin temelinden sarsılması” sebebine dayalı boşanma isteklerine ilişkindir

Mahalli mahkemece; davacı/mütekabil davalı kadının, bir başka erkekle yaşadığına ilişkin tanık beyanı dava tarihinden sonraya ait olması nedeniyle dikkate alınmamış, davalı/mütekabil davacı koca “tam kusurlu” kabul edilerek; kadının davasının kabulüne tarafların Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesi gereğince boşanmalarına, davalı tarafından açılan mütekabil boşanma davasının reddine, davacı/mütekabil davalı (kadın) yararına maddi ve manevi tazminata hükmolunmasına karar verilmiş, davalı/mütekabil davacının temyizi üzerine hüküm Yüksek Dairece bozulmuştur Yüksek Daire; “... dava tarihinden sonra da olsa, kadının Türk Medeni Kanununun 185/3. maddesinde yer alan sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışının dikkate alınması gerektiğini, bu davranışı nedeniyle kadının da kusurlu olduğunu, buna bağlı olarak kocanın boşanma davasının da kabulüne karar verilmesi gerektiğini..” belirterek hükmü bozmuş, yerel mahkeme ise önceki kararında direnmiştir. 

Mahalli mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; davalı/mütekabil davacı kocanın eşine fiziki şiddet uyguladığı, hakaret ettiği ve güven sarsıcı davranışlarda bulunduğu sabit olmakla birlikte, davacı/karşılık davalı kadının; boşanma davasının açılmasından sonra bir başka erkekle ilişkide bulunmasının, onu kusurlu kabul etmek için dikkate alınıp alınmayacağı ve buna bağlı olarak koca bakımından da evlilik birliğinin müşterek hayatı sürdürmesi kendisinden beklenemeyecek derecede temelinden sarsılıp sarsılmadığı ve kocanın boşanma davasının da kabulüne karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında düğümlenmektedir. 

Her şeyden önce şu husus belirtilmelidir. 

Mücerret dava tarihindeki vaziyetin hükme esas alınması gerektiğine ilişkin tahdidi ve genel prensip şeklindeki bir hüküm, ne Türk Medeni Kanununun “boşanmada yargılama usulünü” düzenleyen 184. maddesinde, ne de Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda yer almamıştır. Bu görüşe 28.11.1956 tarihli 15/15 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde değinilmiştir. Sözü edilen içtihadı birleştirme kararı; “nafakanın artırılması ve eksiltilmesine ilişkin istemlerin kabulünde, artırma veya eksiltmeye dava tarihinden geçerli olmak üzere karar verileceğine” ilişkindir. Gerekçesinde bu görüşe yer verilmesinin doğuracağı sakıncalar görülmüş olmalı ki, bir kısım üyeler gerekçede bu görüşe yer verilmesine ve bu görüşün her dava için geçerli genel prensip olarak kabulüne o tarihte muhalefet şerhi koymuşlardır. İçtihadı birleştirme kararları, kural olarak konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle aydınlatıcı ve sonuçları bakımından da bağlayıcıdır. Nafaka davalarına ilişkin bir içtihadı birleştirme kararının gerekçesine yer alan bir görüşü, istisnasız her dava için geçerli genel prensip olarak kabul etmek olanağı yoktur. 

İkinci olarak; Türk Medeni Kanununun 184. maddesinin 4.bendi; boşanma davalarında hakime, kanıtları serbestçe takdir etme hakkı tanımış ve hakimin vicdani kanaatine önem vermiştir. Hakim, hükme yeterli delil varken kabule şayan bir gerekçe göstermeden o delilleri kabulden imtina edemez . Eşlerden biri tarafından Türk Medeni Kanununun 166/1 maddesine dayanılarak açılmış olan boşanma davasında, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizliğin mevcut ve sabit olduğunu belirlediği takdirde hakim, boşanma kararı verir. Deliller buna yeterli değilse davayı reddeder. Mücerret dava tarihindeki vaziyetin hükme esas ittihaz olunmasına ilişkin görüşe bu davalarda sıkı biçimde bağlı kalınması, hakimin “delilleri serbestçe takdir etme” hakkını sınırlandıracağı gibi, boşanmanın sonuçları düzenlenirken de hakkaniyete ve hukuka aykırı sonuçların doğmasına yol açar. Çünkü bu ilkeye bağlı kalındığı takdirde, boşanma davasının açılmasından sonra; aleyhine boşanma davası açılmış olan eş, birliği temelinden sarsıcı nitelikte sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışı ortaya çıkmış olsa bile, bu eylem, o eşin “kusuru” olarak kabul edilmeyecek, diğer eşin kusuru nedeniyle boşanma kararı verilmiş olacak ve istekte bulunulmuş ise, “davadan sonra bir başkasıyla yaşayan tarafa” tazminat ve yoksulluk nafakası da verilmiş olacaktır. Bunun ise hukuka ve hakkaniyete uygun düştüğünü söyleme olanağı yoktur. Diğerinin kusuru nedeniyle boşanma kararı verilmiş olduğu için, davadan sonra ortaya çıkan “birliği temelinden sarsıcı nitelikteki bu olayın, yeni bir boşanma davasına vücut vereceği de söylenemez. O nedenle, “dava tarihindeki vaziyetin hükme esas ittihaz olunması” gerektiğine ilişkin prensibin, somut olayın özelliği gözetilmeksizin istisnasız boşanma davalarında peşinen kabulünün doğru bir yaklaşım olmadığı kanısındayım. Kaldı ki, boşanma davasının açılmasından sonra da dava süresince eşlerin Türk Medeni Kanununun 185/3. maddesindeki sadakat yükümlülüğüne uygun davranmaları yasal ve ahlaki bir zorunluluktur. Boşanma davası açılmış olması, aleyhine dava açılmış olan eşe, dava henüz sonuca bağlanmadan bu yükümlülüğe aykırı davranma hakkı vermez. Aykırı davranış, sonucuna da katlanmayı gerektirir. Nitekim; Yüce H.G.K.; 6.12.2006 günlü 2006/2-778 sayılı ve 26.11.2008 günlü 2008/2-698 -711 sayılı kararlarında “..boşanma davasının açılmasından sonra gerçekleşen bir kısım olayların, somut olayın özelliğine göre dava sonucunu etkileyebileceğine, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 185/3.maddesinde yer alan sadakat yükümlülüğünün de boşanma kararı verilip kesinleşinceye kadar devam edeceğine..” karar vermiş ve boşanma davasının açılmasından sonra kadının sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışını dikkate alan, bu sebeple kadını kusurlu kabul eden Özel Daire'nin bozma kararını benimseyerek direnme kararını bozmuştur. Bu davada, Yüce Genel Kurulun sözü edilen bu kararlarında ortaya koymuş olduğu görüşten ayrılmayı gerektiren bir olgu ve özellik bulunmamaktadır. 

Açıklanan sebeplerle, direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle değerli çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne iştirak etmiyorum.

WWW.KARARARA.COM