Taraflar arasındaki "menfi tespit" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Sincan 2. Asliye Hukuk Mahkemesince, davanın reddine dair verilen 07.05.2009 gün ve 2009/83-234 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 12.4.2010 gün ve 2009/14974-2010/4908 sayılı ilamı ile; 

(…

…Davacı, davalı ile kiracısı olan dava dışı Y…

…… Ö…

…… arasında düzenlenen 8.5.2006 başlangıç tarihli kira sözleşmesine kefil olduğunu, kira süresi bir yıllık olduğundan devam eden yıllar için kefilliğinin söz konusu olmadığını, buna rağmen davalının dava dışı kiracı ile birlikte hakkında 2008 yılı 5, 6, 7 ve 8. Aylara ilişkin kira alacağı nedeniyle icra takibinde bulunduğunu ileri sürerek davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir. 

Davalı, davanın reddini savunmuştur. 

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Davacı davalının kiracısı olan dava dışı şahsa bir yıl süreli kefil olduğunu sözleşmenin 8.5.2006 tarihli olduğunu, buna rağmen 2008 yılının 5, 6, 7 ve 8. Ayların kirası ödenmediğinden bahisle kendisinin de taraf gösterilerek icra takibi başlatıldığını ileri sürerek borçlu olmadığının tespiti istemi ile eldeki davayı açmıştır. Davalı davacının isminin takip talebinde gösterilmesinde kötü niyetinin olmadığını savunmuş mahkemece, davalıya ödeme emrinin gönderilmediğini, asıl borçlunun itirazı üzerine asıl borçlu hakkında itirazın iptali davasının açıldığını, o davada davalının hasım gösterilmediğini belirterek davanın reddine karar verilmiş ise de davacı hakkında icra takibinin başlatılmış olmasının, davacının bu davayı açmakta hukuki yararının olduğunu gösterir. Dolayısı ile ödeme emrinin gönderilmemesi davalıyı haklı göstermez. Davacının dava açmakta hukuki yararı vardır. Öyle olunca Mahkemece taraf delileri toplanarak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir,…

…) 

gerekçesiyle oybirliğiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. 

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili 

HUKUK GENEL KURULU KARARI 

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü: 

Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu(İİK)'nun 72/3. maddesine dayalı, menfi tespit istemine ilişkindir. 

Mahkemece, davalı/alacaklı tarafından takip talebi ile davacı/borçlu hakkında icra takibi başlatılmasına ve ödeme emri düzenlenmesine karşın, davacıya ödeme emri gönderilmediği gibi başka da hiçbir işlem yapılmadığı; davacının, dava açmakta hukuki yararı bulunmadığı, gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. 

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde metni yazılı gerekçe ile bozulmuş; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. 

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir. 

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalı/alacaklı tarafından, davacı/borçlu hakkında girişilen icra takibinde, takip talebi ve ödeme emrinde borçlular arasında gösterilen davacı/borçluya ödeme emrinin tebliğ edilmemiş olmasına ve başkaca işlem de yapılmamasına göre; davacı/borçlunun eldeki menfi tespit davasını açmakta hukuki yararı bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır. 

Öncelikle, menfi tespit davası ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında ve ilgili yasal düzenlemelerin irdelenmesinde yarar vardır: 

Gerçekte var olmayan bir borç ya da geçersiz bir hukuki ilişki nedeniyle icra takibine maruz kalması muhtemel olan veya icra takibine maruz kalan bir kimsenin (borçlunun) gerçekte borçlu bulunmadığını ispat için açacağı dava, menfi tespit olarak adlandırılmaktadır. 

Menfi tespit davası, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu (İİK)'nun 72. maddesinde düzenlenmiştir. 

Bu maddeye göre, borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tespit davası açabilir. İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini istiyebilir. 

Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere menfi tespit davasında amaç bir hukuki ilişkinin veya bir hakkın gerçekten mevcut olmadığının tespitine yöneliktir. 

Başka bir deyişle hukuki bir yarar bulunması koşuluyla sonuçta alacak-borç ilişkisi doğuracak bir durumun olmadığının tespiti amaçlanır. 

Dayanılan hukuki ilişkinin gerçekten mevcut olmadığı icra takibine maruz kalmadan önce ileri sürülebileceği gibi, icra takibinden sonrada ileri sürülebilir. 

Borçlunun icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilmesi için borçlu olmadığının tespitinde hukuki yararının bulunması şarttır. 

Buna rağmen, borçlunun, alacaklının harekete geçmesini beklemeden borçlu olmadığının tespitinde korunmaya değer bir yararı bulunabilir. Bu tür bir yararının bulunması halinde borçlu, borçlu olmadığının tespiti için dava açabilir. 

Bunun dışında, icra takibi taraflar arasındaki maddi ilişkiyi tespit edecek nitelikte olmadığından, alacaklının takibe girişmesinden sonra, hatta takip kesinleştikten sonra da borçlunun, borçlu olmadığının tespitini mahkemeden istemesi mümkündür. 

Borçlu, belirtilen şekilde takipten önce veya sonra alacaklıya karşı bir menfi tespit davası açar; bu davayı kazanırsa, hakkındaki icra takibi iptal edilir ve borcu ödemekten kurtulur. 

Ancak, borçlu borcunu icra dairesine ödedikten sonra, artık menfi tespit davası açamaz. Bu halde, borçlunun sırf borçlu olmadığının tespitinde, hukuki bir yararı yoktur. Bundan sonra, ödediği paranın geri alınması için bir dava açması söz konusu olur ki, bu da istirdat davasıdır (Prof. Dr. Hakan Pencanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Doç. Dr. Meral Sungurtekin Özkan, Doç. Dr. Muhammet Özekes, İcra ve İflas Hukuku, s.156-164). 

Menfi tespit davası, normal bir hukuk davası gibi açılır. Borçlu, itirazın kaldırılması sırasında tetkik merciinde (m.68-68a) ileri sürüp ispat edemediği itiraz ve def'ilerini, menfi tespit davasında yeniden ileri sürebilir; çünkü itirazın kaldırılması kararı, menfi tespit davasında kesin hüküm teşkil etmez. 

Hukuk Genel Kurulu'nda yapılan görüşme sırasında: 

İlk olarak, alacaklının elinde İİK'nun 68.maddesinde sayılan belgeler bulunmadan, borçlu hakkında başlattığı icra takibine, borçlunun itiraz etmek suretiyle takibi durdurabileceği gerekçesi ile, bu durumda borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı fikri ileri sürülmüş ise de; çoğunluk tarafından bu halde dahi borçlunun "borç tehdit"i altında olduğu, bu nedenle de menfi tespit davası açmakta hukuki yararının bulunduğu gerekçesiyle, bu görüş kabul görmemiştir. 

İkinci olarak, alacaklının hiçbir belgeye dayanmadığı, borçlu hakkında icra takibi başlatmadığı ancak alacaklı tarafından alacak hakkının varlığının herhangi bir şekilde ileri sürüldüğü durumlarda da, borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararı bulunmadığı görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş de yine bu halde dahi borçlunun "borç tehdit"i altında olduğu dolayısı ile borçlunun menfi tespit davası açmakta hukuki yararının bulunduğu gerekçesi ile oyçokluğu kabul edilmemiştir. 

Nitekim, yargısal uygulamada, ödeme emri borçluya tebliğ edilmeden, borçlunun hakkındaki takipten haberdar olması durumunda dahi, İİK'nun 62.maddesine göre, borçlunun takibe itiraz edebileceği kabul edilmektedir. 

Tam bu noktada şunu belirtmek gerekir ki, İİK'nun "Para Borcu Ve Teminat İçin Takip" başlıklı 42.maddesinde; "Bir paranın ödenmesine veya bir teminatın verilmesine dair olan cebri icralar takip talebiyle başlar ve haciz yoliyle veya rehnin paraya çevrilmesi yahut iflas suretiyle cereyan eder." hükmü yer almaktadır. 

Bu hükme göre, takip talebinin icra dairesine verildiği anda borçlu hakkındaki icra takibi başlamış olur. 

Somut olaya gelince: 

Davalı/alacaklının, davacı/borçlunun da içinde bulunduğu üç kişi hakkında 08.05.2006 başlangıç tarihli kira sözleşmesine dayanarak, Sincan 5. İcra Müdürlüğü'nün 2008/1975 sayılı takip dosyası ile icra takibi başlattığı, ödeme emrinin davacı/borçluya tebliğ edilmediği gibi davacı/borçlu hakkında başka da işlem yapılmadığı, ancak davacı/borçlu hakkındaki takibin dava tarihinde dahi cari ve ayakta olduğu hususlarında yerel mahkeme ile Özel Daire arasında herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. 

Oysa bir davanın korunmaya değer, güncel hukuksal yarar bulunmaması nedeniyle reddedilebilmesi için, borçluyu tehdit edebilecek tehlike ve savsaklamalara karşı onu koruma gereksinmesinin olmaması gerekir. 

Borçlunun, hakkında henüz icra takibi başlamadan önce de yapılabilecek, olası bir takibi düşünerek, kendisini bir borçla tehdit eden kimseye karşı "böyle bir borcu bulunmadığının saptanması" için dahi menfi tespit davası açabileceği kabul edilmişken, hakkında yürümekte olan bir icra takibi olan borçlunun bu davayı açmasında hukuki yararının bulunduğunda hiç kuşku olmadığı gibi, böyle bir davayı açmasına da hiçbir hukuki engel bulunmamaktadır. 

Kaldı ki, takipten feragat etme imkanı olan davalı/alacaklı, takipten feragat etmemiş ve davacı/borçlu hakkındaki takip dava tarihinde dahi canlı tutulmuştur. Şu hale göre, davacı/borçlu, davalı/alacaklının alacağını isteme ve dava açma tehdidi altında bulunması nedeniyle davacının menfi tespit davasını açmakta hukuki yararı vardır. 

Tüm bu açıklamalar ve özellikle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 72.maddesinde icra takibinden önce de menfi tespit davası açılmasına cevaz verilmesi karşısında, yerel mahkemenin, davacı borçlunun menfi tespit davası açmakta güncel bir hukuki yararının bulunmadığı yolundaki gerekçesi ve buna göre vardığı sonuç isabetsizdir. 

Hal böyle olunca; borçlunun ödemek zorunda olmadığı bir borç ile tehdit edilmesi durumunda hukuksal yararın varlığının kabulü gerekeceğinden, davacı/borçlunun eldeki davayı açmasında hukuka uymayan bir yan ve herhangi bir usulsüzlük bulunmamaktadır. 

Yerel mahkemece, işin esasına girilip, taraf delilleri toplanmak suretiyle sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, davacı/borçlunun dava açmakta hukuki yararı bulunmadığından bahisle "ret" kararı verilmesi doğru değildir. 

O halde, yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulması gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır. 

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde harcın yatırana iadesine, 07.12.2011 gününde, oyçokluğu ile karar verildi.
www.hukukmedeniyeti.org