YARGITAY Hukuk Genel Kurulu 

ESAS: 2013/2164 
KARAR: 2015/873

Taraflar arasındaki “kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Trabzon Asliye 3.Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 15.10.2009 gün ve 2009/67 E.-2009/306 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ve davalılar A.. B.. mirasçıları vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 5.Hukuk Dairesinin 20.04.2011 gün ve 2010/20627 E.-2011/6971 K. sayılı ilamı ile; 

(...Dava, 4650 sayılı Kanunla değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 10.maddesine dayanan kamulaştırma konusu irtifak hakkı bedelinin tespiti ve bu hakkın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Arsa niteliğindeki taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesi yöntem bakımından doğrudur. Ancak;

Taşınmaz maliki A.. B.. 1987 yılında öldüğü veraset ilamından anlaşılmaktadır.

Kamulaştırma Kanununun 14/5.maddesine göre; usulüne uygun olarak açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında taşınmaz malın gerçek malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları davaya dahil edilmek suretiyle devam olunacağı hüküm altına alındığından, tapu maliki mirasçıları tespit edilip adlarına dava dilekçesi tebliğ edilmek suretiyle davaya devam edilmesi gerekirken, taraf teşkili sağlanmadan ölü kişi aleyhine hüküm kurulması, 

Doğru görülmemiştir...) gerekçesi ile bozulmasına karar verilerek dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, 4650 sayılı Kanun ile değişik 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 10. maddesine dayalı kamulaştırma konusu irtifak hakkı bedelinin tespiti ve bu hakkın davacı idare adına tescili istemine ilişkindir.

Davacı idare vekili, mülkiyeti davalıya ait olan 211 ada 10 parsel sayılı taşınmazın bir kısmında bedel karşılığı 2942 sayılı Kanun'un 10.maddesi gereğince müvekkili kurum adına irtifak hakkı kamulaştırması yapılacağını, bu nedenle kamulaştırılacak kısmın bedelinin tespiti ile bu kısımda irtifak hakkı kamulaştırılmasına ve idare adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. 

Davalı A..B..’ye dava dilekçesi tebliğe çıkartılmış, tebligat “birlikte sakin” şerhi düşülerek torunu M.. B..ye yapılmıştır.

Mahkemece; “davanın kabulüne, dava konusu taşınmazların irtifak hakkı kamulaştırma bedellerinin tespiti ile bu kısmına davacı idare adına irtifak hakkı tesisine, davaya müdahale eden A.. B.. mirasçıları vekilinin talebinin tapuda mülkiyet uyuşmazlığı niteliğinde olduğu görülmekle yatan paranın üçer aylık vadeli hesaba alınarak bekletilmesinin ilgili bankadan istenilmesine, açıldığı bildirilen dava sonucunda hak sahipliği mahkemeye ibraz edildiğinde ödenmesi hususunun düşünülmesine,” karar verilmiştir.

Davacı idare vekili ile katılma dilekçesi veren A..B.. mirasçıları vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece verilen ilk direnme kararının, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca gerekçeli karar kısa karar çelişkisi nedeniyle bozulması üzerine, mahkemece bozma ilamına uyularak kurulan hükümde; dava konusu taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespit edildiği, davalıya davetiye tebliğ edildiği halde duruşmalara katılmadığı, müdahiller vekilinin son duruşmada müdahale dilekçesi vererek malikin A..B.. değil A..B.. olduğu ve bu kişinin ölü olduğundan bahisle tapuda isim düzeltilmesi davası açıklarını bildirdikleri, mahkemece mülkiyet uyuşmazlığı olduğundan bahisle kamulaştırma bedelinin üçer aylık vadeli hesaba alınmasına karar verildiği, bu konuda bankaya yazı yazıldığı, müdahiller vekilinin daha sonra ibraz ettikleri başvuru ile tapu kaydında müdahillerin murisi olarak düzeltiminin yapıldığı anlaşıldığından bedelin de mirasçılara ödenmesi hususunda bankaya yazı yazıldığı, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda yapılan düzenleme ve değişiklik ile kamulaştırma esaslarının önceki sisteme göre önemli değişikliklere uğradığı, 4650 sayılı Kanun’un getirdiği değişiklik ile kamulaştırma bedelinin öncelikle taşınmaz sahibi ile yapılacak anlaşma ile belirleneceği, uyuşma olmaz ise dava sonucu belirlenecek bedelin yatırılmasından sonra (kamulaştırma yapan idarenin) taşınmaza el koyabileceği esasını getirdiği ve bu esasa göre kamulaştırma davalarının ivedilikle görüleceği ve işlemlerinin belli sürelerde yapılacağı esaslarının düzenlendiği, buna göre de anılan Kanun’un 18.maddesinde düzenleme yapıldığı, mülkiyetin ihtilaflı olduğu hallerde yapılacak işlemleri belirlediği, ihtilaf sahiplerinin haberdar edileceği ve ihtilafın sonuçlanması beklenmeden davanın sonuçlanacağı bedelin de herhangi bir tarafa ödenmeyerek bankada vadeli bir hesapta ihtilaf sonuçlandırılıncaya kadar bekletileceği esasının getirildiği, mahkemece de davalı olan ve tapu kaydında da malik olarak görülen Hakkı oğlu A.. B..aleyhine dava yürütüldüğü, Hafız Hakkı oğlu A.. B.. mirasçıları vekilinin de son duruşmada müdahalede bulunduğu, bedeli yatırılan kamulaştırma işlemi için karar oluşturulduğu ve bedelin de belirlenen uyuşmazlık çözülünceye kadar vadeli hesaba alındığı, davadan sonra da ibraz edilen uyuşmazlığı çözen mahkeme kararı ve tapu kaydı doğrultusunda müdahillere paranın ödenmesine karar verilerek bankaya yazı yazıldığı bu işlemin Kamulaştırma Kanunu’na uygun olup, tapu malikinin ölü olduğuna ilişkin bir kanıt olmadığı gibi davadan sonra çözülen uyuşmazlıkta malik olduğu anlaşılan kişinin de mirasçıları davaya müdahil olmuş olmakla katılımlarının da sağlandığı belirtilerek, önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili ve davalılar A.. B..mirasçıları vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, tapu maliki mirasçılarının tespit edilip dava dilekçesi tebliğ edilmek suretiyle davaya devam edilmesinin gerekip gerekmediği, davada taraf teşkilinin sağlanıp sağlanmadığı noktasında toplanmaktadır. 

Bilindiği üzere, taraf teşkili dava şartı olup davanın her aşamasında mahkemece re’sen nazara alınması gereken bir olgudur (6100 s.HMK m 114,115). Hakim taraf teşkilini sağlayarak iddia ve savunma haklarını kullanabilmeleri için tarafları duruşmaya çağırmak zorundadır. Kanunun gösterdiği istisnalar dışında hakim tarafları dinlemeden veya iddia ve savunmalarını bildirmeleri için kanuna uygun biçimde davet etmeden hüküm veremez. 

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 12.11.2014 gün ve 2013/18-1297 E.-2014/908 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, taraf teşkili sağlanmadan, taraflar duruşmaya çağrılmadan hüküm verilememesi, Anayasa’nın 36. maddesi ile düzenlenen iddia ve savunma hakkının kullanılmasına olanak tanınması ilkesinin doğal bir sonucudur. 

Gerçekten savunma hakkını güvence altına alan T.C.Anayasası’nın 36. Maddesi ile 1086 sayılı HUMK’nun 73. maddesinde de (6100 sayılı HMK’nun 27.maddesi) açıkça belirtildiği üzere mahkemece davalı yan; dinlenmek ve savunması alınmak üzere kanuni şekillere uygun olarak davet edilmedikçe hüküm verilmesi mümkün bulunmamaktadır. Aksi halde savunma hakkının kısıtlanmış sayılacağı, gerek öğreti, gerekse yargısal kararlarda tartışmasız olarak kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt II, s.1876 vd).

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki Dinlenilme Hakkı” başlıklı 27.maddesi (Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 73.maddesi) uyarınca davanın tarafları, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup bu hak yargılama ile ilgili bilgi sahibi olunmasını da içerir. 

Buna göre mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa’nın 36.maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nde de hukuki dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hakime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. 

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 27.maddesi hükmüne göre: 

"(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini,
içerir".

Hukuki dinlenilme hakkı, çoğunlukla "iddia ve savunma hakkı" olarak bilinmektedir. Ancak, hukuki dinlenilme hakkı, iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.

Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. 

Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Bilgilenme hakkı, gerek karşı taraf gerekse yargı organlarının işlemleri ve dosya kapsamına girip yargılamayı etkileyen her şeyi kapsar. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.

Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı” dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum "silahların eşitliği ilkesi" olarak da ifade edilmektedir. AİHM’nin 6.maddesinin 1.bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHM’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dahil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.

Üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de, kararların gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK.nun hükümet gerekçesi madde 32).

Hukuki dinlenilme hakkı, sadece belli bir yargılama için ya da yargılamanın belli bir aşaması için geçerli olan bir ilke değildir. Tüm yargılamalar için ve yargılamanın her aşamasında uyulması gereken bir ilkedir. Bu çerçevede gerek çekişmeli ve çekişmesiz yargı işlerinde gerekse bu yargılamalarla bağlantılı geçici hukuki korumalarda, icra takiplerinde, tahkim yargılamasında, hatta hukuki uyuşmazlıklarla ilgili yargılama dışında ortaya çıkan çözüm yollarında, her bir yargılama, çözüm yolu ve uyuşmazlığın niteliğiyle bağlantılı şekilde hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalıdır.

Taraf teşkili sağlanmaması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması, hukuki dinlenilme hakkına aykırılık bozma sebebidir. Hakkın ihlalinin niteliğine göre, yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak kabul edilebilir. Ayrıca adil yargılanma hakkının ihlali çerçevesinde de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulabilir.

Bu bilgiler ışığında somut olaya gelince; davacı idare tarafından 15.01.2009 günü açılan davada, “Hakkı oğlu A.. B..” davalı olarak gösterilmiş olup, davalıya dava dilekçesi tebliğe çıkartılmış ve “birlikte sakin torunu olduğu” belirtilen dava dışı M.. B..’ye tebliğ edilmiştir. Ancak duruşmaya gelen olmamış, yanıt da verilmemiştir. Son celseden önce ise A.. B.. adlı kişinin mirasçıları vekili (mirasçı Osman dışındaki) tarafından sunulan 13.10.2009 tarihli dilekçe ile, dava konusu taşınmazın kayıt maliki olarak gözüken A.. B..’nin murisleri olduğunu, gerçekte baba adı ve soyadının “Hafız Hakkı oğlu A.. B..” olduğu, murislerinin 10.04.1987 tarihinde vefat ettiğini, mirasçılarının davaya dahil edilmeleri gerektiğini, ayrıca murisin tapuda kayıtlı baba adı ve soyadının düzeltilmesi için Trabzon Asliye 1.Hukuk Mahkemesinde 2009/316 E. nolu tapu kayıt tashihi davası açıldığını, eldeki dava yönünden bekletici mesele yapılması gerektiği bildirilerek, davaya müdahale dilekçesi verilmiş ve anılan vekil ilk karar öncesi son celseye katılarak bu istemini tekrarlamıştır. 

Mahkemece, müdahale istemi konusunda bir karar verilmeden, mirasçılar davaya dahil edilmeden hüküm kurulmuştur.

Karardan sonra 01.06.2010 tarihli dilekçesi ile A..B..mirasçıları vekili, Trabzon Asliye 1.Hukuk Mahkemesinin 14.04.2010 tarih, 2009/316 E., 2010/99 K. sayılı 211 ada 10 parsel sayılı taşınmazın kayıt maliki olan Hakkı oğlu A.. B..’nin baba adının “Hafız Hakkı”, soyadının “B..” olarak düzeltilmesine dair 01.06.2010 tarihinde kesinleşen ilamı sunmuştur. Mahkemece ilamın sunulması üzerine, Ziraat Bankası Trabzon Şube Müdürlüğüne 02.06.2010 tarihinde müzekkere yazılarak, hüküm fıkrasında bankaya yatırılan kamulaştırma bedelinin veraset ilamındaki payları oranında A.. B..mirasçılarına ödenilmesi istenilmiştir.

Dava konusu taşınmazın A..B.. (düzeltim ile B..) adına tapuya kayıtlı olduğu, kayıt malikinin davadan önce 10.04.1987 tarihinde vefat ettiği anlaşılmaktadır. Ahmet B..’nun mirasçıları vekili, mahkemeye sunduğu dilekçesi ve duruşmadaki beyanında, dava konusu taşınmazın kayıt maliki dışındaki bir kişiye ait olduğu iddiasında bulunmamış, mülkiyet uyuşmazlığı oluşturmamış, müvekkillerinin miras bırakanları olan taşınmazın tapu kayıt malikinin baba adı ve soyadının tapuda yanlış yazıldığını, miras bırakanın davadan önce vefat ettiğini ileri sürerek, mirasçılarının davaya dahil edilmelerini istemiştir. 

Kural olarak ölü kişiye karşı dava açılamaz. Ne var ki, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 14.maddesinin 5.fıkrasında özel bir düzenleme bulunmaktadır. 

Buna göre; “…İdare tarafından, bu Kanun hükümlerine göre tespit olunan malike ve zilyede karşı açılan davaların görülmesi sırasında, taşınmaz malın gerçek malikinin başka bir şahıs olduğu anlaşıldığı takdirde, davaya bu gerçek malik, tapu malikinin daha önce öldüğü sabit olursa mirasçıları da dahil edilmek suretiyle devam olunur.” hükmünde belirtildiği üzere, tapu malikinin davadan önce öldüğü sabit olduğuna göre, mirasçılarının davaya dahil edilerek, yargılamaya devam olunması, taraf teşkilinin sağlanması gerekir.

Her ne kadar mahkemece, bozma sonrası mirasçılar vekili ve mirasçı O.. B..’na bir kısım tebligatlar yapılmış ve direnme gerekçesinde mirasçıların katılımlarının halihazırda sağlandığı belirtilmişse de, yukarıda açıklandığı üzere, davalı taraf yargılama aşamasına katılamamış, yokluklarında keşif yapılıp, bilirkişi raporları alınmış olmakla; davanın başında bilgi edinmeleri engellenmiş, yapılan keşfe katılımları, delil sunma, bilirkişi raporlarına karşı itirazda bulunma gibi iddia ve savunma hakları, adil yargılanma hakları ve hukuki dinlenilme hakları ihlal edilmiştir.

Öyle ise, Kamulaştırma Kanunu’nun 14/5.maddesindeki açık düzenleme de gözetilerek, kayıt maliki olan A..B..’nun mirasçılarının davaya dahil edilip savunma haklarını kullanmalarının sağlanması, sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.

Açıklanan nedenlerle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma ilamına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır. 

S O N U Ç : Davacı vekili ve A..B..mirasçıları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 25.02.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.