T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO.2013/21-445
KARAR NO.2013/1625
KARAR TARİHİ.04.12.2013
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Yozgat İş Mahkemesi
TARİHİ : 20/11/2012
NUMARASI : 2012/699-2012/883
DAVACI : H......
DAVALI :Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı


>ÖLÜM AYLIĞININ BAĞLANMASI GECEN SÜREDEKİ FAİZ ALACAĞINI İSTEYE BİLMEK İÇİN İHTİRAZI KAYIT KOYMA ŞEKLİ.



Taraflar arasındaki “faiz alacağı“ davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Yozgat İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 21.09.2010 gün ve 2010/345 E.-2010/348 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesi’nin 25.06.2012 gün ve 2010/12776 E.- 2012/12040 sayılı ilamıyla;
“…1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, ölüm aylığının geç bağlanması nedeniyle doğan işlemiş faiz alacağı istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulü ile 3.028,09 TL işlemiş faiz alacağının davalı Kurumdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Alacaklının nakdinden bir süre için yoksun kalması nedeni ile nakdin kullanılması olanağını borçluya bırakması karşılığında elde ettiği miktarı kanun ya da hukuki işlem ile belirlenmiş para borçları açısından özel olarak düzenlenen, tahsil için zararın ve kusurun varlığı şart olmayan bir tür tazminat, bir medeni semere olarak tanımlan faiz kavramı kapsamındaki temerrüt faizi de; muhtemel zararların giderilmesi amacıyla doğrudan doğruya yasa koyucu tarafından öngörülmüş bir karşılık olup, talep edilebilmesi için gerçekten bir zarar görülmüş olması gerekli değildir. Bu konuda borçluya bir ispat hakkı tanınmadığı gibi; borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması da şart değildir. Borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine kanun gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı müddetince varlığını sürdüren bir karşılık olarak, alacaklının aksi iddia olunmayan farazi zararının asgari oranda giderilmesine yönelik, para borcunun fer'isi niteliğindeki (BK. Md.113/2 ve 131) faizin, asıl alacakla birlikte sona ermemesi için saklı tutulması, ya da halin icabından saklı tutulduğunun anlaşılması da yasal bir gerekliliktir. Mahkemece, davacının faiz hakkını saklı tutup tutmadığı araştırılmadığı gibi gerekçeli kararda halin icabından saklı tutulduğunun anlaşılması gerekip gerekmediği yönünde bir değerlendirme de yapılmaması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Öte yandan, nispi karar ve ilam harcına tabi davalarda ıslah ile dava değerinin arttırılması halinde artan dava değeri üzerinden karar ve ilam harcının tamamlanması (ıslah harcı) gerekir. Somut olayda davacı, dava dilekçesinde 100,00 TL olarak açıkladığı faiz talebini 21.9.2010 tarihli ıslah beyanı ile 3.028,09 TL ye arttırmış ise de ıslah harcının yatırılmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, tamamlama harcı yatırılmayan ıslah beyanına değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Yapılacak iş, davacının faiz hakkını saklı tutup tutmadığını Kurum ve ödemenin yapıldığı banka kayıtlarından araştırmak, davacının faiz hakkını saklı tuttuğu belirlenir ise ıslah harcını tamamlamak üzere davacıya süre ve sonucuna göre karar vermekten ibarettir.
O halde davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. …”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davalı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, davacıya ödenmesi gereken ölüm aylıklarının geç ödenmesi nedeniyle birikmiş faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin babası olan Hacı .'nın Bağ-Kur sigortalısı iken 2001 yılında vefat ettiğini, müvekkilinin, davalı kuruma ölüm aylığı bağlanması için annesi ile birlikte başvurduğunu ancak davalı kurumun bu talebi reddettiğini, bunun üzerine Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne davalı kurumdan aylık alabilmek için dava açtığını ve yapılan yargılama sonrasında davacının 01/03/2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı almaya hak kazandığının tespitine karar verildiğini, kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nce onanarak kesinleştiğini, bu karar üzerine davalı kurumun davacıya ve diğer hak sahiplerine 01/03/2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağladığını, fakat bu aylıkların yasal faizini ödemediğini, oysaki davalı kurum tarafından müvekkiline maaşların yasal faizinin de ödenmesi gerektiğini, çünkü davalı kurumun kendi kusuru yüzünden müvekkilinin 01/03/2001 tarihinde yazılı olarak başvurmasına rağmen talebini reddederek maaşlarını geç almasına sebebiyet verdiğini ve müvekkilinin başvurusuna rağmen faiz alacağını ödemediğini, belirterek müvekkilinin alması gereken fakat davalı kurumca müvekkiline ödenmeyen ölüm aylıklarına işlemiş olan faiz alacağının tespiti ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 100,00 TL faiz alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.


Davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili, faiz alacağının feri nitelikte bir hak olduğunu, BK 113/1 maddesi uyarınca asıl alacağın sona ermesinin faizi de sona erdireceğini, aynı maddenin 2. fıkrasında daha önce işlemiş faiz hakkının saklı olduğu bildirilmemiş ya da durumun özelliğinden anlaşılıyor olmadıkça bu faizlerin istenemeyeceğini 5510 sayılı Kanun'un 42 maddesi uyarınca 3 aylık sürenin dikkate alınması gerektiğini belirterek, davanın reddine, karar verilmesini istemiştir.

Dosyaya sunulan Yozgat 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 20.04.2006 tarih ve 2006/120 E.-321 K. sayılı ilamında; davacının, Fatma ., davalının Bağ-Kur Genel Müdürlüğü olduğu, davanın ise, davacının eşinin 10.08.2001 tarihinde ölümü nedeniyle, 01.09.2001 tarihi itibariyle ölüm aylığının bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkin olduğu, mahkemece istemin kabulü ile davacı hak sahibi eşinin ölüm tarihini takip eden aybaşı olan 01.09.2001 tarihinden itibaren ölüm aylığı bağlanması gerektiğinin tespitine, aksi yöndeki kurum işleminin iptaline karar verildiği; davalı kurum vekilinin temyizi üzerine 21.Hukuk Dairesinin 14.11.2005 tarih ve 2005/7697 E.-11463 K. sayılı ilamı ile onanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Yozgat Bağ-Kur İl Müdürlüğünün 26.11.2007 tarihli cevabi yazısında; “26.11.2007 tarih ve 61167 sayılı yazı ile “Hak sahibi olarak Fatma ve Hatice .’na 01.03.2001 tarihinden itibaren aylıklarının bağlandığı, 28.06.2007 tarihine kadar geçen süre için yasal faiz tutarının 9.933,49 YTL olduğunun tespit edildiği” bildirilmiştir.

Davacı vekili, talebini ıslah ederek 3.028,09 TL faiz alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiş, ıslah talebine rağmen ıslah harcı yatırmamıştır.

Mahkemece, davanın kabulü ile, 3.028,09 TL faiz alacağının davalı taraftan alınarak davacı tarafa ödenmesine karar verilmiştir.
Mahkemenin faiz alacağının tahsiline ilişkin verdiği karar, yukarıda belirtilen nedenle bozulmuş, mahkemece, 30.01.2006 tarihli ihtarname ile faiz hakkının saklı utulduğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.


Direnme kararını davalı vekili, temyize getirmektedir.

Direnmeye konu uyuşmazlık, davacının, faiz alacağının saklı tutulup tutulmadığı konusunda mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı ve ıslah harcı tamamlanmadan yargılamaya devam edilip edilemeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

I-Öncelikle alınması gereken harcın niteliği ve eksik harç ödenmeksizin yargılama yapılarak hüküm kurulmasına olanak bulunup bulunmadığı konusunun açıklanmasında yarar vardır.
Kamu hizmetlerinin kurulması ve yürütülmesi için gerekli olan mali kaynağın sağlanması amacıyla devletin egemenlik gücüne dayanarak koyduğu mali yükümlülüklerden kaynaklanan alacakları genel olarak kamu alacakları olarak nitelendirilmektedir.
Devletin kamu alacağını oluşturan gelir kaynaklarından birini de, kamu hizmetlerinden yararlananların ödedikleri harçlar oluşturmaktadır. Harçların oluşturduğu yükümlülük, teoride, “masrafı karşılama” ve “faydalanma” ilkelerine dayandırılmaktadır. Masrafları karşılama ilkesine göre harç, hizmetin gerektirdiği maliyetle ölçülürken; faydalanma ilkesinde hizmetin maliyeti değil, yükümlü için taşıdığı değer esas alınmaktadır.
Yapılan açıklamalar karşısında harç; bazı kamu hizmetlerinden yararlanan ve hatta kanun hükmü ile yararlanmak zorunda bırakılan özel ve tüzel kişilerin, özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kuruluşlarının hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında, belli bir ölçüde bu hizmetlerin maliyetine katılmaları amacıyla konulan ve zor unsuruna dayanan mali yükümlülüklerdir (Pınar, Burak: Yargı ve İcra Harçları, Ankara 2009, s.1-3).
Diğer bir deyişle harç, muhtelif kanunların konusunda bulunan adli ve idari hizmetlerde ve bu hizmetin gerektirdiği kırtasiye ve formalite masraflarını karşılamak mülahazasıyla hakiki ve hükmi şahıslardan Hazinece alınan bir paradır. Yapılan işler ve görülen hizmet amme hizmetinden ziyade, kişilerin şahsına ve menfaatine ilişkindir (Y.İ.B.K. 23.12.1976 gün ve 1976/11-7 E.-6 K.; Diğer bir tanım için bakınız Y.İ.B.K. 7.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K.).
Harçlar konusunda genel düzenleme içeren, 492 sayılı Harçlar Kanunu'nun gerekçesinde harcın tanımı “fertlerin özel menfaatlerine ilişkin olarak, kamu kurumları ve hizmetlerinden yararlanmaları karşılığında yaptıkları ödemelerdir” biçiminde yapılmıştır. (Bu harç tanımını benimseyen Anayasa Mahkemesi kararları:31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K.; 14.02.1991 gün ve 1990/18 E.-1991/14 K.; 28.09.1995 gün ve 1995/24 E.-52 K.; Benzeri tanımı içeren H.G.K.'nun 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E,-493 K. sayılı ilamı).
Buna göre, bir hizmetin harç konusu olabilmesi için; kişilerin bir kamu kurumundan yararlanmaları, kişilere kamu eliyle özel bir yarar sağlanması ve kamu idaresinin kişilerin özel bir işiyle uğraşması gerekmektedir (Y.İ.B.K. 7.12.1964 gün ve 1964/3 E.-5 K.; Anayasa Mahkemesi'nin 31.03.1987 gün ve 1986/20 E.-1987/9 K. sayılı kararları).
Bir kamu hizmetinden dolayı harç alınabilmesi, bu hizmetin kanunla belirlenmesine ve bu hususla ilgili harç alınmasına ilişkin düzenlemelerin de, kanunda yer almasına bağlıdır.
Nitekim, 1982 Anayasası'nın 73/3.maddesinde; “Vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır” hükmünü içermektedir.
Bu Anayasa kuralının, vergi, resim ve harç gibi parasal yükümlülüklerin veya bunlardan bağışıklığın, kapsam ve içeriğinin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde ve açıkça gösterilmesi amacına yönelik bulunduğu bellidir.
O halde, harca ilişkin bir yasa hükmünün yorumu ve uygulanmasında, bu ilke ve amaç gözden uzak tutulmamak gerekir. Aksi halde, kişi ve kurumların yasal dayanağı olmayan bir yükümlülük altına sokulmaları veya Devletin önemli bir gelir kaynağından yoksun bırakılması gibi, Yasa Koyucunun amacına aykırı ve sakıncalı sonuçların doğmasına yol açılmış olur (H.G.K.'nun 12.05.1982 gün ve 1982/5-341 E,-493 K. sayılı ilamı).
Bu kanunilik ilkesine paralel olarak, Harçlar Kanunu'nun 1. maddesinde, bu Kanuna göre alınacak harçlar arasında, diğer harçlar yanında yargı harçları da, bulunmaktadır. Aynı Kanunun 2. maddesinde ise, yargı işlemlerinden bu Kanuna bağlı (1) sayılı tarifede yazılı olanları, yargı harçlarına tabi olduğu vurgulanmıştır.
Bu arada yargı harcı, devletin mahkemeler aracılığıyla yaptığı hizmete, ondan yararlananların katkısıdır (Y.İ.B.K. 16.12.1983 gün ve 1983/5 E.-6 K.). Yargı harçlarının konusuna giren, yani yargı harcına tabi işlemleri, genel olarak mahkeme harçları, icra ve iflas harçları olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür.
Yargı harçlarının konusunu oluşturan harçlardan ilki mahkemelerde ödenecek harçlar olup; bunlar başvurma harcı, celse harcı ile karar ve ilam harcıdır.
Gereksiz davaların açılmasının ve diğer tarafın haksız yere ızrar edilmesinin önlenmesi için ihdas edilen karar ve ilam harcı, yargılama giderlerinin de, önemli bir kısmını oluşturmaktadır.
Karar ve ilam harcı, maktu ve nispi olmak üzere iki çeşittir (492 Sayılı Kanun m.15, 21).
Bu anlamda davanın maktu veya nispi harca tabi olup olmaması, kural olarak dava konusunun para ile değerlendirilebilir olup olmamasına göre değişmektedir.
Nisbi harç, konusu belli bir değerle (para veya para ile değerlendirilebilen bir şey) ilgili davalarda, hüküm altına alınan değer üzerinden tarifedeki belli nisbete göre alınan harçtır (1 Sayılı Tarife, madde III/1-a).
Maktu harç ise, konusu belli bir değerle tesbit edilemeyen davalarda ve davanın reddine ilişkin kararlardan alınan harçtır (1 Sayılı Tarife, madde III/2-a).
Harçlar Kanunu'nun “Nispi harçlarda ödeme zamanı” başlığını taşıyan 28/1. maddesinde nispi harçlarda ödeme zamanı düzenlenmiş olup, aynı maddenin (a) bendinde ise, karar ve ilam harcının ödeme zamanı düzenlenmiştir. Anılan Kanunun “Karar ve İlam Harcı” başlığını taşıyan 28/1-a maddesinde aynen; “Karar ve ilam harçlarının dörtte biri peşin, geri kalanı kararın verilmesinden itibaren iki ay içinde ödenir” hükmünü taşımaktadır (Yargıtay H.G.K'nun 24.03.2010 gün ve 2010/12-158 esas, 2010/178 sayılı ilamı).
492 sayılı Harçlar Kanunu'nun 32. maddesinin birinci cümlesi olan “Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılmaz” hükmü yer almaktadır. Bu hükmün, itiraz yoluyla Anayasaya aykırılığının, yerel mahkemelerce ileri sürülmesi üzerine, Anayasa Mahkemesi, 17.03.2010 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 2009/27 E., 2010/9 K. sayılı kararı ile, 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinin birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın(iptal isteminin) reddine karar vermiştir. Anayasa Mahkemesi, Kanunun 32.maddesinin birinci cümlesinin Anayasa'ya aykırı olmadığına ve itirazın(iptal isteminin) reddine ilişkin kararının gerekçesinde ise:
“...Yargılama sürecinde, yasayla harca tabi kılınmış bir hizmetten yararlanmak isteyen ilgili (davalı veya davacı), genel kurallar uyarınca harcını ödeyerek bu hizmetten yararlanabilir. Dava açan veya yargılama sırasında harca tabi bir işlemin yapılmasını isteyen tarafın, harç ödemeden devam eden işlemlerin yapılmasını isteyerek bireysel bir menfaat elde etmesi, harçların konuluş amaçlarına aykırılık oluşturur.
Yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağını belirten kural, bireylerin özel menfaatleriyle ilgili olarak yargı hizmetinden yararlanmalarını, bu hizmetin karşılığı olan harcın ödenmesi koşuluna bağladığından, hak arama özgürlüğünü sınırlandıran bir nitelik taşımamaktadır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu kural, Anayasa'nın 36.maddesine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.” ifadelerine yer verilmiştir.
Harçlar Kanunu'nun 32.maddesi hükmünce, yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemler yapılamayacağından, dolayısıyla ıslah edilen miktar yönünden bakiye nispi karar ve ilam harcı ödenmeksizin sonraki işlemlerin yapılmasına olanak bulunmamaktadır.
Görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce, harçtan muaf olan Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı aleyhine açılan dava nisbi harca tabi bir dava olsa dahi, başlangıçta maktu harç alınıp yargılamaya devam edilebilmesi gerektiği, sonuçta davalıdan harç alınma imkanı olmadığından nispi harcın da peşin yatırılmasına gerek olmadığı, aksine bir yaklaşımın hak arama özgürlüğünü kısıtlanması anlamına geleceği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunlunca kabul edilmemiş ve tamamlama harcı yatırılmadan mahkemece ıslah beyanına değer verilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğu, kabul edilmiştir.

II-Davacının, faiz alacağı hakkını saklı tutup tutmadığı konusunda mahkemece araştırma yapılmasına gerek olup olmadığı konusuna gelince:

Dava tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 113.maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun m.131) uyarınca, son fıkrasında belirtilen gayrimenkul rehni, kıymetli evrak ve konkordatoya ilişkin özel hükümler dışında, asıl borç ifa ile veya başka bir suretle sona erdiği takdirde kural olarak kefalet, rehin ve diğer fer’i haklar da sona ermektedir.
Fer’i haklar, borç ilişkisinin içerdiği alacak hakkının bir kısmı, bir parçası değildir. Asıl borca bağlı, asıl borç mevcut ve geçerli olduğu sürece geçerlidir ve asıl alacak ile birlikte doğar; varlığını sürdürür, onunla birlikte sona erer. Fer’i hakların en önemlilerinden birisi de faizdir.
Kural bu olmakla beraber, Borçlar Kanunu işlemiş faizin devam edip etmeyeceği konusunda özel bir hüküm getirmiştir. Borçlar Kanununun 113/2.maddesi hükmüne göre, evvelce işleyen faizleri talep hakkının saklı tutulduğu (ihtirazi kayıt) veya saklı tutulduğunun hal ve koşullardan çıkartılması kaydıyla, ödenmemiş faizlerin istenebilme hakkı ortadan kalkmamakta, asıl borç ifa veya sair bir suretle son bulmuş olsa bile, borcun fer’isi olan faiz varlığını sürdürmekte ve alacaklı bunları talep edebilme hakkını yitirmemektedir.
İhtirazi kayıt, alacaklının borçluya yönelttiği bir irade bildirimi ile yapılır. Bu bildirim ifadan önce ya da en geç ifanın ardından derhal yapılmalıdır. Ön koşul ileri sürülmezse ilişkin olduğu hakkın düşmüş sayılması, o haktan zımni olarak vazgeçilmiş olması esasına dayanır.
İşlemiş faizleri talep hakkının saklı tutulduğuna ilişkin beyanla ilgili olarak yasada bir şekil öngörülmemiştir. Asıl borç son bulduğu halde alacaklı, bu hakkını saklı tuttuğunu veya durumun koşullarından bunun anlaşılması gerektiğini kanıtladığı takdirde işlemiş faizlerle ilgili alacak hakkı, son bulmayacaktır
Burada önemli yön, alacaklının hangi eylem ve işlemlerinin, bu hakkı kullanmak istediği şeklinde yorumlanması gerektiğidir. İfade edilmek istenen husus, somut olayın niteliğinin, para borcunun son bulmasına karşılık, işlemiş faiz borcunun devamını gerektirmesidir. Alacaklı açıkça ihtirazi kayıt ileri sürmese de, yaptığı eylem ve işlemlerden bu hakkını kullanmak istediği sonucu çıkarılabiliyorsa, artık bu hakkın saklı tutulduğunun kabulü gerekecektir. Alacaklının, asıl borç konusu para alacağını tahsil ederken, işlemiş faizleri talep hakkını saklı tuttuğunu beyan etmediği veya bu durum “hal ve koşullardan çıkartılmadığı” takdirde ise, yukarıda belirtilen yasal ilke uyarınca, asıl borç son bulmakla, faiz alacağı da son bulacaktır.
Nitekim aynı ilke, Hukuk Genel Kurulu'nun 10.12.2003 gün ve 2003/10-739 E. - 737 K., 02.02.2005 gün ve 2004/10-771 2005/24 K., 18.11.2009 gün 2009/21-435 E., 2009/544 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Somut olayda, birikmiş ölüm aylıkları davalı Kurum tarafından toplu olarak ödenen davacı, sonrasında faiz alacağına ilişkin bu davayı açmıştır. Davada, faiz alacağının hüküm altına alınabilmesi için, maddede belirtildiği gibi, işlemiş faizi talep hakkının saklı tutulduğunun beyan edildiği ya da eylem ve işlemlerinden bu durumun anlaşılmakta olduğunun kanıtlanması gerekir.

Borç ilişkisinin sosyal güvenlik hukukuna dayalı olması, borçların ferilerinin son bulması yönünden düzenleyici nitelikte hüküm öngören Borçlar Kanununun 113.maddesinde belirtilen ana kuralın ve maddede sınırlı olarak belirtilen düzenlemelerin dışına çıkılması sonucunu yaratmamaktadır. Asıl borcun son bulması nedeniyle fer’ilerinin de son bulduğunun mahkemece resen göz önünde tutulması gerekir.
Belirtilen nedenlerle, özellikle 30.01.2006 tarihli ihtarnamenin dava dışı Fatma . adına gönderilmesi ve davacı adına gönderilmiş bir ihtarnamenin dosya içersinde bulunmaması karşısında, davacının, faiz talep hakkını saklı tuttuğuna ilişkin beyanın, ya da bu kapsamda faiz hakkını saklı tutma iradesini gösterecek nitelikte olan işlem ve eylemlerin neler olduğunun araştırılarak, ortaya konmasında yasal zorunluluk bulunmaktadır.

Yukarda açıklanan nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'na eklenen "Geçici Madde 3" atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, 5521 sayılı Kanunun 8/son maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.12.2013 gününde harç yönünden oyçokluğu, esas (faiz) yönünden oybirliği ile karar verildi.


kararara.com