Türk Ceza Kanunu m. 157 Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişinin” cezalandırılacağını düzenlemiştir. Hile sözlük anlamı itibarı ile “Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, ayak oyunu, alavere dalavere, desise, entrika” anlamındadır.[1]  Yargıtay, hileyi nitelikli bir yalan olarak tanımlamış, "Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır." şeklinde de dolandırıcılık suçunu belirtmiştir.[2] Bununla birlikte doktrinde de baskın olan görüşe göre “Suçta kullanılan hileli hareketlerin mağduru aldatması, onu hataya düşürmesi gerekmektedir.”[3]


Buna göre eylemin hile boyutuna ulaşması ve eylemi denetleme olanağının bulunmadığı durumlarda suçun yasal unsurları oluşmuş sayılacaktır. Ancak bu durumlar yok ise bu durumda suç oluşmayacaktır.[4] Buradan anlaşılması gereken şey ise gerçekleştirilen eylemin şayet basit bir çaba ile anlaşılabildiği yani yalanın rahatça ortaya çıkarılabildiği durumlarda artık eylem hile boyutuna ulaşmadığından suç da oluşmayacaktır. Hilenin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılan hilenin şekli, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır.[5]


Alman Ceza Kanunu'nun 263. maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunda ise çok beceriksizce bir hile suçun oluşması için yeterli olup,  gerçekleştirilen hile sonucunda hileye uğrayan kişinin hataya düşmesi veya mağdurda bulunan hatalı görüş kuvvetlendirilmesi ve bunların sonucunda da mağdurun malvarlığı üzerinde doğrudan tasarrufta bulunulması yeterlidir.[6] Buna göre Alman Ceza Kanunu’nu kapsamında basit bir hile yeterli iken Türk Ceza Kanunu kapsamında düzenlenen dolandırıcılık suçu açısından hilenin basit nitelikte olmayıp, denetleneme olanağı dışında tutulması aranmaktadır.


Bir diğer husus ise mağdur ya da başkasının zararına olarak kendisi ya da bir başkasına yarar sağlanması söz konusu olmalıdır. Şayet bir fayda sağlanması söz konusu değil ise yine suç oluşmayacaktır. Nitekim Yargıtay’da “Sanıklardan birinin kızı olan küçüğün düşmesi sonucu yaralandığı, sanığın kendi kızının yaşına yakın olan komşu kızının yeşil kartını alarak acil polikliniğine götürerek tedavisini yaptırdığı, sanık savunmasında sosyal güvencesinin ve kazancının olmadığını belirtmiştir. Sanığın hiçbir sosyal güvencesinin olmaması ve ödeme gücünün bulunmaması nedeniyle kendisinden acil sağlık hizmet bedellerinin alınamayacağı ve bu nedenle herhangi bir zararın söz konusu olmayacağı anlaşılmakla, dolandırıcılık suçunun oluşmadığı gözetilmelidir.”[7] diyerek bu görüşü benimsemiştir.


Bu açıklamalardan sonra asıl konumuz olan kilometresi ile oynanmış aracın dolandırıcılık suçu açısından değerlendirilmesine geçip kanaatimi belirteceğim. Bu hususu açıklarken öncelikle iki farklı Yargıtay kararını belirtmek istiyorum.


Yargıtay önceki tarihli bir kararında “Araba alım satım işi yapan sanığın, katılana … marka aracı satarken aracın … kilometrede olduğunu söylediği ve göstergesinde oynama yaparak gerçek kilometresini gizlediği, ancak katılanın sonradan arıza yapan aracı servise götürdüğünde aracın gerçekte… kilometrede olduğunun anlaşıldığı ve böylece sanığın dolandırıcılık suçunu işlediği iddia olunan somut olayda; eylemin hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu anlaşıldığından unsurları itibariyle oluşmayan dolandırıcılık suçundan verilen beraat kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.”[8]şeklinde hüküm vermiştir.


Daha yakın tarihli bir kararında ise tam tersi görüş benimseyerek “Sanık A.. Ç..'in, kendisine ait 2006 model Fiat Albea marka ve yaklaşık 125.000 kilometredeki aracını, göstergesinde oynama yaparak 100.000 kilometrenin altına indirdikten sonra değerinin üzerinde bir bedelle tanık R.. E..'ye 11.01.2010 tarihinde sattığı, tanık R.. E..'nin aynı aracı 22.03.2010 tarihli noter satış sözleşmesiyle şikayetçi M.. B..'a sattığı, şikayetçinin aracı tanıdığı oto tamircilerine götürerek yüzeysel olarak kontrol ettirdiğinde herhangi bir sorun olmadığını söyledikleri, aracı kullanmaya başladıktan bir süre sonra aracın arıza yapması üzerine özel bir servise götürdüğü ve aracın gerçek kilometresinin 130.000 civarında olduğunu öğrendiğinin iddia edildiği olayda, sanık, tanık ve şikayetçi beyanları, araç bakım faturaları ile tüm dosya kapsamına göre, eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturduğuna dair kabulde isabetsizlik görülmemiş olup, sanığın basit bir incelemeyle anlaşılamayacak ve ancak teknik inceleme sonucu tespiti mümkün olacak şekilde yüksek olan kilometre göstergesini teknik müdahale ile düşürterek aracını gerçek değerinin üzerinde satmış olması ve D.. Plaza satış elemanı olan tanık R.. B..'ın aracın takas olarak alındığı sırada kilometresinin 125.000 olduğunu beyan etmesi ve buna ilişkin düzenlenen ekspertiz raporunu ibraz etmiş olması karşısında, tebliğnamedeki bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir. Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine”[9] şeklinde hüküm vermiştir.


Görüldüğü üzere iki karar da tam tersi görüştedir. Yukarıda ifade ettiğimiz şekilde hile her somut olaya göre ayrı ayrı değerlendirilecek ve buna göre bir sonuca ulaşılacaktır. Bu durumda değiştirilen kilometre, aracı satın alan tarafından kolaylıkla anlaşılabilir durumda değil ise hilenin varlığında kuşku bulunmamaktadır. Aracı satan ise kilometresini düşürdüğü aracı normalde daha düşük bedelle satacak iken kilometresini düşürmesi sonucu daha yüksek bir bedelle satmakta ve böylelikle mağdurun zararına, kendi yararına bir eylemde bulunmuş olmaktadır. Nitekim bu durumda 23. Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu karara katılmakla beraber eylemde gerçekleştirilen hilenin kolaylıkla anlaşılamaması karşısında sanığın kilometre düşürerek maddi kazanç da elde etmesi eylemi bir hukuki ihtilaf değil dolandırıcılık suçudur. Umarım faydalı olmuştur. Saygı ve sevgilerimle.

(Bu köşe yazısı, sayın Av. Murat YILMAZ tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)


------------------
[1] http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5637cce39e4193.53430053 [Son Erişim Tarihi: 02.11.2015]

[2] Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2011/13671E, 2012/38276K

[3] ARTUK / GÖKCEN / YENİDÜNYA, Türk Ceza Kanunu Şerhi, 2. Baskı, 4. Cilt s.5159.

[4] Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 25.06.2008 T., 4300/6822

[5] Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2011/14294E., 2012/38821K., 11.6.2012 Tarihli Kararı.

[6] Hans-Heinrich Jesheck, Alman Ceza Hukukuna Giriş, Beta, 2007, Tercüme Eden: Feridun Yenisey, s.112.

[7] Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2011/11924E., 2012/32898K., 27.3.2012 Tarihli Kararı.

[8] Yargıtay 15. Ceza Dairesi, 2011/24601E., 2013/8497K., 07.05.2013 Tarihli Kararı.

[9] Yargıtay 23. Ceza Dairesi, 2015/72E., 2015/1029K., 29.04.2015 Tarihli Kararı.