Düşün bir sabah uyanıyorsunuz ve kendinizi bambaşka bir evrende buluyorsunuz. Böyle bir durumda ne hissedilir? Hemen yanınızda, eşiniz olduğunu söyleyen bir kadın, çocuğunuz olduğunuz söylenen bir kız ve uzun yıllardır yaşadığınız söylenen bir ev… Oysa bütün bunların tamamına yabancısınız ve başlangıçta endişe ve panik içinde çevrenize bakınıyorsunuz.

Kasım Taşdan’ın "Kimlik" adını taşıyan romanı işte böyle bir maceranın izlerini taşıyor.

Bugünlerde raflarda “Bir varoluş mücadelesi...” alt notuyla dikkat çeken "Kimlik", bir ilk roman. Yazarı Taşdan da ortaokul yıllarından beri yazmaya meraklı olan bir hakim. Milliyet Kitap editörü Özge Kara, Taşdan'ın bir roman yazmaya ilişkin kararını “Hayalgücüm taşıyor, bana fazla geliyordu” sözleriyle açıklıyor. Her şey bir rüyayla başlamış. Rüyada gördüklerinden esinlenerek başı ve sonunu bildiği bu romanı yaklaşık iki ay içinde işlemiş ve okurlarla buluşturmuş.

YENİ BİR HAYAT MI? 
Romanın merkezinde Ufuk Güneri adında bir karakter var. 38 yaşında ve avukat. Tamer adında bir arkadaşıyla ortak. Yedi yıldır ilkokul öğretmenliği yapan Zuhal Güneri’yle evli. Selim adında, dört yaşında bir oğlu var. Kitabın ta en başında “Ya da ben öyle zannediyorum” diyor ve bambaşka bir kimlikle uyandığı o sabaha davet ediyor okuru.

Uyandığı yeni hayatta bir kalp cerrahı Ufuk. Yanında Zuhal değil, Gaye adında bir kadın var. Daha da önemlisi babasının adını taşıyan Selim diye bir oğlu olmamış hiç, içinde sadece ona karşı duyduğu derin bir özlem söz konusu. İpek adında bir kızı var bu yeni hayatta. Yıllar önce kaybettiği annesi de yaşıyor. Çevresi tarafından çok da sevilmeyen bir karakter. Üstelik görünen o ki başını belaya sokmak konusunda da bir hayli uzman. Ancak bunlar Ufuk’un hatıralarından değil, çevresindekilerin anlattıklarından öğrendiklerimiz. Ufuk hatıralarında yalnızca Zuhal ve oğlu Selim’in, Tamer’in olduğu bir hayat var.

İdare Mahkemesi Hâkiminden Kimlik romanı

HAYALLE GERÇEK ARASINDA
Gördükleri mi gerçek olan, hatırladıkları mı? İşte bu noktada kendini ikna etmekte zorlanıyor Ufuk. Görünen her şey yeni kimliğinin gerçek olduğuna dair bir kanıt niteliğinde. Peki ya hayal olamayacak kadar güçlü bir şekilde hissettiği hatıraları? Tüm bu sorularının cevaplarını Haluk adında bir psikolog ile konuşarak bulma gayretinde. Haluk, yeni Ufuk’a hiç de uzak bir isim değil aslında. Aynı hastanede çalışıyorlar, arkadaşlıklarının da oldukça yakın olduğu görülebiliyor. Kimi zaman öfkeyle sonlanan kimi zaman da uzun ve derin sohbetlerle geçen seansların sonunda Ufuk’a konan teşhis yabana atılacak türden değil: Şizofreni. Bu sonuca göre Ufuk’un beyninde bir düşman yatıyor ve iyileşip gerçek hayatın içine karışabilmesi için bu düşmandan kurtulması şart. Ancak bu işin içinde ters giden bir şeylerin olduğunu çözmekte çok da geç kalmıyor Ufuk ve kendisine aslında ne olduğuna dair sıkı bir araştırmaya giriyor.
Kitabın ritmi de bu noktada yükseliyor aslında. O zamana kadar Haluk’un yönettiği seanslarda anlatılan yaşananlar, birden sonunu merakla beklediğiniz bir maceraya dönüşüyor. Roman "Kaos", "Kabulleniş", "Şüphe", "Uyanış" olmak üzere dört bölüme ayrılmış.

Zaten bölümlerin isimlerinden de kitabın ritmine dair az çok bir şeyler tahmin edebilirsiniz. "Kabulleniş" adlı bölümü "Şüphe" adlı üçüncü bölüme bağlayan 168’inci sayfayı da roman için bir tür dönüm noktası olarak kabul etmek mümkün. Buradan sonra kitabın en başından beri taşıdığınız merak duygusu adeta perçinleniyor. Nitekim yine bu andan itibaren ters giden bir şeylerin olduğu konusunda netleşiyor zihniniz. Sadece sizinki değil üstelik... Ufuk’un da içine düştüğü bu durumla ilgili taşıdığı şüpheler ivme kazanıyor. Dahilikle delilik arasında gidip gelen bir kendini bulma savaşı içine giriyor başkahraman. Okura da bu savaşın hem sorgulayıcı hem de merak uyandırıcı izlerini takip etmek kalıyor.

ZİHİN UYANDIRAN BİR ROMAN
Kitabın bir özelliği de yazarının, tüm dengesizliklerine rağmen başkarakter Ufuk’u yargılamaktan kaçınıyor olması. Yaşanan onca olaya rağmen onu haklı çıkarmak, mağdur göstermek ya da suçlu göstermek gibi bir amacı yok yazarın. Sevmenizi ya da nefret etmenizi sağlayacak bir üslubu da yok. Hatta konuyla ilgili kitabın sonunda karakterin ağzından şöyle bir not düşmüş okurlara: “Beni ayıplayıp ayıplamadığınızın, bana kızıp kızmadığınızın, kıskanıp kıskanmadığınızın, inanın benim için bir önemi yok. Sadece sizden tek istediğim, yargılarken kendinizi benim yerime koymanız.”

İşin nihayetinde yaşananları Einstein’ın izafiyet teorisine dayandıran yazar, yaptığımız her seçimde yarattığımız paralel evren algısına değiniyor ve konuyla ilgili okurun zihnini zorlamasına önayak oluyor. Başka seçimlerle yönelebileceğiniz başka hayatlarda sahip olabileceğiniz bambaşka kimlikler üzerine düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Bir taraftan Ufuk’un mücadelesini takip ederken bir taraftan da kendi ihtimallerinizi değerlendiriyorsunuz. Anlayacağınız hem merak hem de zihin uyandıran bir roman "Kimlik".