Her anne ve babanın Dünya üzerinde en çok önem verdiği varlığı çocuklarıdır. Geleceğimizi temsil eden ve değerlerimizi emanet edeceğimiz çocuklarımızın özel koruma görmesi gerektiği tartışmasızdır.
 
Bu nedenledir ki; Anayasa m.10/3’de, m.41/2-3-4’de ve m.42/4’de çocuklar yönünden özel hükümlere yer verilmiştir.
 
“Kanun önünde eşitlik” başlıklı Anayasa m.10/3’e göre; Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz”. Bu hükümde, çocukların korunması yönünden pozitif ayırımcılık kabul edilmiştir.
 
“Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı Anayasa m.41/2-3-4’e göre; “Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.
 
Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.
 
Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır”.
 
“Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı Anayasa m.42/4’e göre; “İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için zorunludur ve Devlet okullarında parasızdır”.
 
Anne ve babası olup olmadığına bakılmaksızın her çocuk; Devletin özel korumasına ve gözetimine tabi olup, eğitilme ve öğretilme hakkına sahiptir. Bu kapsamda Devlet; çocuğun sağlığı ve güvenliği için her türlü tedbiri yasal zeminde almak, gerekli alt normları çıkarmak, tedbirlerin uygulamaya geçirilip geçirilmediğini takip ve kontrol etmek zorundadır. Çocukların sağlığı ve güvenliği konusunda hiçbir taviz verilemez. Devlet; 18 yaşını doldurmamış bireyin “çocuk” olarak kabul edildiği hukuk sistemimizde Anayasa m.58/2 uyarınca, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu ve uyarıcı maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklar ile cehaletten korumak için gerekli her türlü tedbiri almalıdır. Yeri gelmişken Devlet; toplumu, çocuklarımızı, gençlerimizi ve geleceğimizi tehdit eden uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin satışı, ticareti, bu tür zararlı maddelerin okullara, çocukların ve gençlerin toplandığı, buluştuğu yerlere yayılmasını, kullanılmasını engellemeyi birincil vazifeleri arasında görmeli, bu konuda istihbarat ve önleyicilik ağını geliştirmeli, çocuklar ve gençler ile bu maddeler arasında bağı, yalnızca önleyici ve cezalandırıcı yöntemlerle değil, yapıcı metodlar uygulamak suretiyle de koparmalıdır.
 
Konumuza dönecek olursak;
 
Çocuğun, özellikle de okul öncesi, beş, altı ve ilkokul çağı olarak gördüğümüz yedi ila 12’li yaşlarında olanların özel takip ve koruma görmesi gerektiği, bu çocuklarla ilgili alınacak tedbirlerin “olağan şüpheli”, “güvenmek lazım”, “okul çalışanlarına önyargılı yaklaşılmamalı” gibi gerekçelerle akamete uğratılması, bilim ve tekniğin sağladığı nimetlerin çocukların korunup gözetilmesinde kullanılmaması düşünülemez. Her çocuğu koruyup gözetmek hedef olsa da; aile içinde, okulunda veya çevresinde, fiziki ve akıl yaşı itibariyle suiistimale uğrama ihtimali diğer bireylere göre daha kolay olabilen çocukların çok sayıda mağduriyetle karşı karşıya bırakıldığı görülmektedir. Bir an için bu iddiaların bir kısmı doğru olmadığı veya abartıldığı ileri sürülecek olsa bile; sırf bunlardan hareketle çocukların korunup gözetilmemesi, korumanın eksik bırakılması, bilim ve tekniğin nimetlerinden yararlanılmaması, bu noktada başka hak ve hürriyetlerin çocukların haklarının denginde veya üstünde kabul edilmesi doğru değildir. Çocukların korunması konusunda yarar dengesi gözetilmeli ve çocukların üstün yararına önem verilmelidir.
 
Kreş, anaokulu ve ilkokullarda okuyan çocukların, gerek bina dışında ve gerekse bina içinde bulundukları her yerde sesli ve görüntülü kayıt sistemine sahip kameralarla izlenip kontrol edilmesi, bu kayıtların canlı ve arşiv olarak anne ve babalar ile yetkili kamu kurum ve kuruluşlarının bilgi ve görgüsüne açık tutulması, bu kayıtlarla ilgili arşivin bizce en az bir yıl, bilim ve teknik imkan vermekte ise beş yıl saklanması, çocukların ses ve görüntü kayıtlarının tutulmasından kaynaklanacak sakıncalar ile çocukların sağlığı, güvenliği ve karşı karşıya kalma ihtimalleri bulunan şiddet, hakaret, kötü muamele ve istismara karşı korunmalarından kaynaklanacak yararlar mukayese edildiğinde tartışmasız bir şekilde çocuğu üstün yararına hizmet etmektedir. Kanaatimizce kreş, anaokulları ve ilkokul olarak bildiğimiz ilk beş senenin mutlaka sesli ve görüntülü kamera ile kayıt altına alınması, bu kayıtların çocukların anne ve babaları tarafından çevrimiçi (online) ve canlı izlenebilmesi, ses ve görüntülerin arşiv kayıtlarının tutulup saklanması gerekir.
 
Ayrıca anne ve baba veya yetkili kılınanlar tarafından yapılacak izlemenin sosyal medya veya herkesin erişimine açık mecralar üzerinden değil, özel şifrelerle erişilebilen platformlardan mümkün kılınması, çocuklara ait ses ve görüntülerin başkalarıyla paylaşılmaması, okul, anne ve baba veya yetkili kılınanlar tarafından yapılacak yetkisiz paylaşımların suç olarak tanımlanması şarttır. Bunun dışında, çocukların okul görüntülerini sosyal medya üzerinden başkalarının bilgi ve görgüsüne açılması elbette kabul edilemez, bu tür bir yöntem okul öncesi ve ilkokullarda uygulanan kameralı takip ve kontrol sisteminin amacına da aykırıdır. Çocuğun sağlığı, güvenliği ve muhtemel kötülüklere karşı korunması amacıyla yasal dayanakla geliştirilecek bu tip bir projenin hayata geçirilmesi, her çocuk yününden anne ve babası veya vasisinin iznine bağlanmamalıdır.
 
Elbette kreş, anaokulu ve ilkokul çağında çocukların ses ve görüntülü kayıt sistemi ile takiplerinin ortaya çıkarabileceği sakıncalar vardır. Okul çalışanlarının kendilerini sürekli takip altında hissetmeleri, ortaya çıkabilecek güvensizlik hissi, anne ve babanın sürekli müdahalesi, özellikle görüntü kayıtlarından hareketle meydana gelebilecek yanlış anlaşılmalar ve korumacı müdahaleler, çocukların özel hayatları ve karşı karşıya kaldıkları bazı hadiselerin bilinmesinde, izlenmesinde ve duyulmasında sakıncaların doğma ihtimali, kayıt sisteminin ortaya çıkarabileceği maliyetin karşılanması, bu sistemin ve kayıtların korunması gibi sayısını çoğaltabileceğimiz bazı sakıncalardan bahsedilse de, özellikle çalışan anne ve babalar için çocuğun yetişmesi ve gelişimi de dikkate alınarak tercih edilen kreş ve anaokullarında yapılacak izlemenin sağlayacağı faydaların ağırlığı kanaatimizce daha fazladır.
 
Ülkemizde yazılı hukuk sisteminin takip edildiği, her konunun ve müessesenin mutlaka yasal dayanağının olması gerektiği bir durumda, “okul öncesi” olarak tanımlanan kreş, anaokulu ve ilkokulların kamera ile takibi konusunda yasal boşluğun olduğu, bu konunun yeknesak ve tüm okulları kapsayacak şekilde uygulanmadığı, kamera ile denetim konusunda yalnızca 26.07.2014 tarihinde yürürlüğe giren Milli Eğitim Bakanlığı Okul Öncesi Eğitim ve İlköğretim Kurumları Yönetmeliği’nin “Öğrenci sağlığı ve okul güvenliği” başlıklı 78. maddesinin ikinci fıkrasında ve engelli bireyler yönünden de 14.09.2011 tarihinde yürürlüğe giren 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 43. maddesinin üçüncü fıkrasında iki hüküm bulunduğu, bunun dışında çocuğun korunup gözetilmesi konusunda çok hassas ve bizce kullanılması elzem olan kameralı takip ve kayıt sistemi konusunda mevzuat yetersizliği olduğu, bu hususun yukarıda yer verdiğimiz Anayasa hükümleri gereğince bir an evvel yasal dayanağa kavuşturulması ve sonrasında da Devletin çocukları koruma ödevini yerine getirmesinin, anne ve babaların, çocukları koruyup gözetme yükümlülüklerini de layıkı ile yapabilmelerinin önünün açılması şarttır. Çünkü Türk Ceza Kanunu m.233/1’de aile hukukundan kaynaklanan yükümlülüğün ihlali suç sayılmıştır.
 
26.07.2014 tarihli Yönetmeliğin 78. maddesinin ikinci fıkrasına göre; “Güvenli okul ortamının sağlanması için her türlü eğitim ve rehberlik faaliyetlerine önem verilir. Çalışanların ve öğrencilerin fiziki ve psikolojik şiddetten korunması için iletişim araçları ile kamera ve alarm sistemlerinden yararlanılarak gerekli tedbirler alınır.
 
Bu kuralı kapsayan Yönetmeliğin yasal dayanakları; 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu, 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu, 573 sayılı Özel Eğitim Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve 652 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname olarak sayılmıştır. Ancak bu düzenlemelerin hiçbirisinde, yazı konumuza giren okul öncesi ve ilkokul çocuklarının okullarda hareket, faaliyet, arkadaşları, öğretmenleri ve okul çalışanları ile ilişkileri, ortak alanlarda ne yaptıklarının kameralı takibine dair özel bir düzenleme olmadığı ve bahsettiğimiz Yönetmelikte de yukarıda ses ve görüntü kayıt sisteminin gündeme getirebileceği olumlu ve olumsuz sonuçları karşılayıp cevaplandırabilecek özel hükümlerin yer almadığı görülmektedir. Her ne kadar yasal düzenlemeler, bu kapsamda 652 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 ve 27. maddeleri tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na çocukların sağlığının ve güvenliğinin korunması konusunda özel görev ve sorumluluklar yüklemişse de, bu hükümlerin esas alınması suretiyle işi sübjektif takdire bırakmayacak şekilde alt düzenlemelerin olmadığı, en önemlisi de konunun cezai boyutlarını da ele alacak şekilde bir kanunda tanımlanmadığı, bu konuda yasal ve uygulama boşluğu, bir anlamda keyfilik olduğu, çocuğun önemine binaen bu işin mutlaka ele alınıp düzenlenmesi, kurallara bağlanması ve bu kurallara da özel veya resmi tüm okul öncesi ve ilkokul seviyesinde kurumların uyması, kurallara uyulup uyulmadığının da Devlet tarafından takibi, bu yolla anne ve babaların, hem vicdani ve hem de hukuki sorumluluklarını karşılayacak şekilde ve gönül rahatlığıyla çocuklarını okullara gönderebilmesinin temini gerekir. Bu takiple, “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi” başlıklı Anayasa m.42’de öngörülen şekilde eğitim ve öğrenimin gerçekleştirmesi ve Devlet ile ailelerin kontrolü de sağlanacaktır.
 
Engelli bireyler için 652 sayılı KHK’da öngörülen kameralı takip sistemi ise; bu kişilerin sağlığı ve güvenliği ile ilgili olmayıp, özel eğitim ve rehabilitasyon hizmetlerinin usule uygun verilip verilmediğine ilişkindir. 652 sayılı KHK’nın 43. maddesinin üçüncü fıkrasında öngörülen kameralı görüntüleme sistemi, suiistimal edilme ihtimaline karşı engelli bireylere usule uygun özel eğitim verilip verilmediğinin takibi amacını kapsamamaktadır. Kanaatimizce; Anayasa m.10/3 uyarınca, engelli bireylerin sağlığının, güvenliğinin, suiistimallere, kötü muameleye, cebir ve şiddet ile tehdide karşı korunması için, özel eğitim ve rehabilitasyon merkezleri ile birimlerinde de sesli ve görüntülü kayıt takip sistemi oluşturulmalı buna ilişkin yasal ve teknik altyapı tüm özel ve resmi kurumları kapsayacak şekilde kurulmalıdır.
 
Son söz; kurum ve personel güvenliğini veya anne babalardan kaynaklanabilecek müdahaleleri gerekçe göstererek, esasında kontrol ve denetimden kaçınmak maksadıyla çocuklarımızın sağlığı, güvenliği ve her türlü suiistimale karşı korunması için bilim ve tekniğin kazandırdığı nimetleri gözardı etmenin, bu kapsamda sesli ve görüntülü kayıt sisteminin okul öncesi ve ilkokullarda tatbikine ilişkin yasal ve teknik altyapı hazırlamanın engellenmesinin hiçbir mantığı ve haklı olamaz. Yararlar dengesinde, yukarıda işaret ettiğimiz Anayasa hükümlerinden dayanağını alan çocukların korunup gözetilmesi politikasının önceliği tartışmasızdır.
 

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)