Tarih boyunca Türkler; bulundukları her coğrafyaya kültür ve medeniyeti götürmüşlerdir. Aynı şekilde Osmanlı İmparatorluğu’da kültür ve medeniyetin merkezi olmuş, yönetimindeki bütün insanları hiçbir ayrım yapmadan, eşit ve özgür insanlar kabul ederek yönetimini sürdürmüştür. Bu yönetimin izleri, yeryüzünün üç kıtasında; Avrupa, Asya ve Afrika’da halen varlığını sürdürmektedir.
           
Bu medeniyetin en önemli ve eski izlerini taşıyan yerlerden biri Kudüs’tür. Çok yakın bir tarihde yapmış olduğum bir gezide tanığı olduğum izlenimleri ve  eserleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
           
Kudüs’ün Dinler Açısından Önemi
           
Kudüs, Ortadoğu’da dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bu şehir; üç semavi din mensubu olan İslam, Hristiyan ve Yahudiler için kutsaldır.
           
Müslümanlar açısından Kudüs; Mekke ve Medine’den sonra üçüncü kutsal şehirdir. Milattan sonra 610 yılında ilk kıble olmuştur. Kuran’a göre Hazreti Muhammed, Miraç’a bu şehirden yükselmiştir.
           
Kudüs Yahudiler için de kutsal şehirdir. İnanışlarına göre; Kralları Davut ve oğlu Süleyman, ilk tapınağı bu şehirde kurmuştur.
           
Hristiyanlar için Kudüs’ün kutsallığı, İsa’nın bu şehirde doğması ve çarmıha gerilmesinden kaynaklanmaktadır.
           
Kudüs’ün Kısa Tarihi
           
Milattan sonra 620 yılında, Kıble’nin Mekke’ye çevrilmesinden önce, bir süre için Müslümanların kıble’si olan Kudüs sonraları çeşitli kereler haçlı seferlerine uğramış ve 1187 yılında Selahaddin Eyyübi tarafından, Haçlılardan kurtarılmıştır. Kudüs’ü, Selahaddin Eyyubi’ye teslim eden haçlı kumandan büyük bir şaşkınlık içinde: “Biz burayı aldığımız zaman büyük bir kıyım yapmıştık, siz ise bir kıyım yapmadınız ve yapmayacağınıza dair söz verdiniz.” demiştir. Buna Selahaddin Eyyubi’nin yanıtı : “İşte aramızdaki fark budur. Ben Türk İslam Komutanı Selahaddin Eyyubi’yim.” olmuştur.
           
Kudüs ve çevresi 1516 yılında Osmanlı Türkleri tarafından tekrar fethedilmiş ve 1918 yılına kadar yüzyıllarca Türk yönetimi altında imar edilmiş, modern posta ve taşıma sistemi kurulmuş, Yafa’dan Kudüs’e uzanan ilk yol ulaşıma açılmıştır. Hristiyanlar için en kutsal hac mekanı olan Doğuş ve Kıyamet kiliselerinin anahtarı, bütün hristiyan alemi içinde o kadar kavga ve çekişmelere neden olmuştur ki, çözüm olarak 1852 yılında Sultan Abdülmecid tarafından düzenlenen ve bütün tarafların imzaladığı fermanla bir Müslüman-Türk Osmanlı ailesine verilmiş ve asırlar boyunca bu mekanlar, bu aile fertleri tarafından açılmış, kapanmış ve korunmuştur.
           
Bu gün büyük kısmı İsrail’in yasa dışı işgali altında bulunan Kudüs’ün uğradığı bu işgal, uluslararası toplum tarafından sözde kabul edilmemekle birlikte hiçbir yaptırıma da uğramamıştır.
           
Zetyindağı, Kubbetüs Sahra ve Mescidi Aksa
           
Cemal Paşa’nın komuta merkezinin bulunduğu ve Falih Rıfkı Atay’ın aynı isimli eseri olan “Zeytindağı” bölgesinden bakınca şehir bir bütün olarak ve olanca güzelliği ile görünmektedir.
           
Şehrin büyük bir kısmını çevreleyen, Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan ve Kanuni’nin mührünü taşıyan surlar içindeki görüntüde, bütün şehre hakim olan ve dünyada Kudüs isminin yayılmasında en önde gelen eserlerden olan altun kubbeli “Kubbetüs Sahra” ve “Mescidi Aksa” yer almaktadır.

 
 
Muallak Taşı
           
Hazreti Muhammed, Burak adlı atına binerek bu mekana gelmiş, Allah’ın huzuruna yükselmek için Miraca çıkacağı anda, bastığı taş’da onun birlikte yükselmek isteyince Cebrail’in “Dur” şeklindeki ikazı üzerine boşlukta asılı kalmış ve “Muallak Taşı” adı altında halen ziyaret edilen makamlardan biri konumuna gelmiştir.
           
Şu anda İsrail yönetiminin başkenti Tel Aviv mıntıkası içinde bulunan, Osmanlı döneminin görkemli ve canlı bir liman kenti olan Yafa ve Hayfa, halen de önemli yerleşim merkezlerini oluşturmaktadır.
         
Tarihi Akka kentinde, “Ay yıldızlı Saat Kulesi” günümüzde de işlevini sürdürmektedir. “Padişah tuğralı sebil” başlıca ziyaret yerlerinden biridir.
 
Akka Zaferi  

Tarihin en ünlü savunma ve zaferlerinden biri de bu kentte yaşanmıştır.
           
Ortadoğu’yu kuşatma ve büyük bir dünya imparatorluğu kurma hevesinde olan Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart 1799 yılında Akka’yı kuşatmış ve Akka Beylerbeyi olan Cezzar Ahmet Paşa’ya yolladığı mesajda : “Mısır ve Filistin'i istila edip Akka önüne geldim. Bir ihtiyarın beş-on gününü zehir etmek istemeyiz. Teslim olursanız ahir ömrünüzü ibadet-ü taat ile, huzur içinde geçirirsiniz" diyerek teslim olmasını istemiştir.
         
Cezzar Ahmed Paşa’nın bu mektuba verdiği cevap şudur:
       
“Hamdolsun gücümüz yetiyor ve elimiz silah tutuyor. Geri kalmış birkaç günlük ömrümüzü de, küffar ile cenklerde geçiririz!”
        
Uğradığı büyük kayıplar ve hezimet karşısında Napolyon, 21 Mayıs 1799 da kuşatmanın 64. gününde Akka’dan çekilmek ve kaçmak zorunda kalmıştır. Ne yazık ki, özellikle batı kaynakları ve bir kısım çakma tarihçiler bu büyük başarıyı da gölgeleme telaşına düşmüşlerdir.
           
Cezzar Ahmet Paşa
           
Bu büyük komutana “Cezzar” takma adının verilmesinin nedeni de tarihi bir ibret vesikasıdır. Arapçada “cezzar” kelimesi “deve kasabı” anlamına gelmektedir. Cidde yöresinde isyan eden ve Osmanlı görevlilerini öldüren, deve tüccarı bedevileri öldürerek hak ettikleri cezaya çarptırdığı için kendisine duyulan hırs ve kinden ötürü bu isim verilmiş ama Ahmet Paşa, bu ismi de bir şeref belgesi haline getirmiştir.
           
Cezzar Ahmet Paşa’nın ve oğlunun mezarı, savunmasını yaptığı Akka’da, üç beş kişinin zor sığdığı, kırık dökük bir türbede bulunmaktadır. Başucundaki mermer lahit dahi başucundan kırılmış bir durumda toz toprak içindedir. Böyle bir ortam içinde ziyaretini yaptığımız bu komutanın türbesinde, büyük bir saygı içinde “Mehter Marşı’nı ve Onuncu Yıl Marşı’nı” okumanın gururu ile ayrıldık.
 
Ulusumuza ve Tarihimize Sahip Çıkmalıyız        

Bu şekildeki değerlerimizin ve eserlerimizin kıymeti bilinmemekte ve izleri, özellikle batılı kaynaklarca ve bir kısım uydurma tarihçilerle silinmek, unutturulmak istenmektedir.
Bölgeye ün veren ve renk katan Kubbetüs Sahra ve Mescidi Aksa’yı, şimdilik turizmde para kazanma aracı olarak kullanan ancak zaman içinde yoketmek isteyen yönetimin, bu yerlerin altında tüneller kazarak yıkılmasını sağlamaya çalıştığı, bir çok tarafsız kaynakta yer almaktadır.
           
Milli ve tarihi eserlerimizin onarılmasına olanak verilmemektedir. Turizm rehberleri, gelen turistleri; Türk İslam eserlerinden uzak tutmak ve değersiz göstermek için çeşitli yollara baş vurmaktadır. Ancak Kubbetüs Sahra, Mescidi Aksa, Saat Kulesi, Çeşme, Sebil, Surlar, Osmanlı-Türk Armaları, bütün zorluklara rağmen ihtişam ve varlıklarını halen sürdürmektedirler.
           
Bütün bu ahval ve şerait içinde görevimiz; ulusal varlığımıza, bağımsız ve bölünmez Türkiye Cumhuriyetine ve Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkmak olmalıdır.