İSTANBUL (AA) - MUSA ALCAN - Daha önce "İsa Hanginiz?", "Başka Göklerin Altında", "Şafaktan Çok Önce", "Niçin Ağlıyorsun Elisabeth, Mutlu Değil miyiz?" gibi birçok kitabı okuyucuyla buluşturan yazar Selahattin Yusuf, edebiyat söz konusu olduğunda, ideolojilerin soğanın gereksiz dış kabukları gibi olduğunu belirterek, "İnsanları, dünya görüşlerinden ayırıp, insan olma durumlarına eğilmek, dikkati oraya yoğunlaştırmak gerekiyor. Esas ele aldığımız şey insanın bireysel macerası olduğunda ideolojilerin çok önemi kalmıyor." dedi.

Farklı mecralarda yazılar yazmaya devam eden Yusuf, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yazarların son dönemde "gerçek" ve "piyasa" yazarı olarak ikiye ayrılabileceğini söyledi.

Yusuf, edebiyatın iyi olanı gösterdiğinin altını çizerek, "Birçok iyi dergi var. Yeni gelen çok iyi arkadaşlar gözlüyorum. Her alanda çok iyi metinler çıkıyor ama bunlar her zamanki gibi azınlıkta. Onları takip eden ve besleyen bir müfredat zeminimiz olmalı. Öğretmenler, eğitim camiası, iyi edebiyata ve iyi düşünce eserlerine çocukların ilgisini yönlendirecek bir görev üstlenmeli." şeklinde konuştu.

- "Hakikat firmaların eline geçti"

Piyasa odaklı çalışan yeni nesil yazarların ortaya çıktığına değinen Yusuf, "Bu durum, edebiyatı uzun vadede besleyecek belki ama edebi kaliteyi düşürecek sanıyorum. Belli bir düşük vasata kanaat getiriyor bu arkadaşlar ve okurları. Buna rağmen çok yaygınlar. Çok yaygın olmaları, edebiyata tabii ki katkı sağlayacaktır, en azından yazıyorlar ama vasat bir şey yaygınlık kazandığında kendine güveni de gelişir. Bir edebiyatçı ya da sanatçı olgunlaşmaya, mükemmele gitmesi gerekirken çok talep olduğu için, bulunduğu yerde 'kendine yeterlilik' duygusu geliştiriyor." ifadelerini kullandı.

Yusuf, piyasa yazarlarıyla gerçek yazarların gizli bir mücadele içinde sayılabileceği değerlendirmesini yaparak, şöyle devam etti:

"Piyasa ekonomisi ve eğitim böyle giderse, o arkadaşların önü açık maalesef. Sinemada, medyada ve her alanda var aslında bu piyasa işi. Mesela bir zamanlar herkes Uğur Mumcu gibi gazeteci olmak, onun prensiplerini, ahlakını taşımak istiyordu. Şu anda mesleğini enstrümantalize eden gazeteciler çok fazla. Herhangi bir siyasi veya ekonomik odağın adına konuşan yazarlar var. Hakikat firmaların eline geçti ve firmaların reklam yazarları gibi oldu köşe yazarları. Ekseriyetle böyle maalesef. Edebiyatta da bunu görmeye başladık. Bu genel bir seviye düşüklüğüne işaret ediyor. ‘Yeni normal’ dediğimiz, yaygın bir durum, bir ruh hali bu."

- "Masumiyetin Son Günleri" iki dönemin solculuğuna odaklanıyor

Edebiyatçıların toplumun kılcal damarlarında dolaşması gerektiğine işaret eden yazar, "Türkiye'de bireyin macerasına eğilme alışkanlığımız yok. Hep kaba-ezber toplumsal veya ideolojik çatışmalarla bugüne kadar geldik. Bireylerin kendi iç çekişmeleri, çatışmaları ve çelişkileri -bu, pek tabii bireyin kendisiyle çekişmeleri de olabilir- gözden kaçmış ve geri planda kalmış hep. Bireyin kendi hikayesini ele alma mecburiyeti ıskalanmış. Bu ıskalandığında da edebiyat, tiyatro ve sinemaya yansıması yine o kaba ideolojik anlatım üzerinden olmuş." diye konuştu.

Yusuf, samimiyet, ayrılık, ölüm, mutluluk gibi, hayatın içindeki bütün duyguların edebi eserlere konu edilebileceğine dikkati çekerek, "İnsanımızı tutkuyla seversek ceketinin kokusunu bile bir filme koyabiliriz. Sıradan, sokaktaki, bizim gibi insanları tutkuyla sevmiyoruz, dolayısıyla anlamıyoruz. O yüzden hikayesini de anlatamıyoruz. Cumhuriyetimizin temel kaygısı başlarda Anadolu insanı dediği nesneyi tanımadan sevmek ve sevmeden tanımak alışkanlığındaydı. Bu sahte ilgi maalesef giderek kurumsallaştı ve resmi bir duyguya dönüşerek dondu. Bugün tiyatromuz başta olmak üzere bir çok alanda bunun çocukluk hastalıklarıyla uğraşmak durumundayız." yorumunu yaptı.

Edebiyatta bireyciliğin biraz daha oturması gerektiğini ifade eden Yusuf, şunları kaydetti:

"Benim 'Masumiyetin Son Günleri' isimli son romanım, ilişkilerin çıkmazlığı ve bunun toplumsal, ekonomik ve hatta siyasal dinamikleri üzerinde duruyor. Birkaç solcu karakter var. Türkiye'nin 1960-1970'lerdeki sosyalizmiyle, sonraki dönem, özellikle Batıyı önceleyen sol görüş arasındaki dramatik farka eğilmek istedim. Önceki sosyalizm görüşü, bence nispeten yerli, kökenini Türkiye'den alan ve meyvesini Türkiye'de bırakan bir solculuktu. Özal’dan sonraki solculuğun ise daha çok Batıcı bir solculuk olduğunu düşünüyorum. Bu ikisi arasındaki farklar, kitapta kahramanlar üzerinden, bir aşk hikayesi serüveni içinde anlatılıyor."

Selahattin Yusuf, kendisini ideolojik açıdan herhangi bir sınıfa ait görmediğine vurgu yaparak, "Edebiyat söz konusu olduğunda, bir edebiyatçı gibi dünyaya baktığımızda, ideolojilerin, soğanın gereksiz dış kabukları gibi olduğunu düşünüyorum. Onları ayıklayarak, yavaş yavaş meselenin içine doğru bir yolculuk yapmamız lazım. İnsanları, dünya görüşlerinden ayırıp, insan olma durumlarına eğilmek, dikkati oraya yoğunlaştırmak gerekiyor. Böyle olduğunda ideolojiler sadece taşıyıcı birer vasıta oluyor. Esas ele aldığımız şey insanın bireysel macerası olduğunda ideolojilerin çok önemi kalmıyor. Esas mesele, çocuklarımızın yarın yaşayacakları memleket olarak Türkiye'ye bağlılık. Bu ülke için ortaya ne koyuyoruz? Hangi taşın üstüne nasıl bir taş koyuyoruz? Benim için önemli olan bu." açıklamasında bulundu.

- "Siyaset, 'Gezi' ve '15 Temmuz'u Türkiye'nin düşmanlarına yöneltebilmeli"

"Masumiyetin Son Günleri" kitabında "Gezi" olaylarına bir gönderme de olduğunu aktaran Yusuf, "Türkiye'nin başından o kadar çok şey geçti ki bütün ön ve son kabullerimizi yeniden gözden geçirmek durumunda kaldık. Siyaset de ekonomi de bunu yapmak zorunda. Gezi meselesini bir metaforla anlatmam gerekirse, her cenahtan insanla bir masada oturmuş, tatlı tatlı sohbet ediyorduk. Sonra içimizden biri bir silah koydu masaya ve ortalık buz kesti. Bunu ben yapmadım, silahı ben koymadım. 'Gezi'ye katılan çekirdek ekipteki bazıları yaptı bu hareketi. Her toplumsal harekette bir masumiyet payı vardır, bunu kabul ediyorum ve yazdım çizdim zaten ama 'Gezi' hareketi, bir bütüncül hikaye olarak Türkiye'nin şakağına dayanmış bir silahtı. Bunu görmezden gelemeyiz." değerlendirmesini yaptı.

Selahattin Yusuf, "Gezi" olayları ve "15 Temmuz" darbe girişiminin karşı karşıya koyulmaması gerektiğini anlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:

"Sokakta, toplumsal psikolojik üstünlük 'Gezi'nin lehine geliştiyse de, '15 Temmuz' bunu tersine çevirdi. 15 Temmuz gecesi, ayağında terlikle direnişe gelmiş birisi, benim önümde G-3 mermisiyle vuruldu, yere düştü. O silahı askerden tanıyorum ben. Onu bu kez işgalcilerin elinde görünce zaten bütün ruhum, fikrim, duygum değişti bu ülkeyle ilgili. Kimse artık paranoyak diyemez bana. G-3 bu tartışmayı gözlerimin önünde bitirdi o gece. Ancak kendine güveni olan, saygın bir toplum, bunların ikisini de birbirine karşı değil, düşmana, dışarıya karşı bir tavır olarak algılar. Siyaset, ülkenin bu iki itiraz gücünü harmanlayıp başka bir yere, Türkiye’nin düşmanlarına yöneltebilme kabiliyeti göstermelidir. Edebiyat açısından ise iki durum da hamasete yakın kitapların ortaya çıkmasına neden oldu. Bu her zaman her yerde böyledir maalesef. Bunları kavga konusu haline getirmeden, tecrübe, tekrar kucaklaşma ve selamlaşma hanesine yazarak bir avantaja çevirmek gerekir. Türkiye 'iç küreselleşmesini' tamamlamalıdır. Yoksa küreselleşmenin her anlamda kurbanı olur. Uyanık ve iyi edebiyatın görevlerinden biri, okurlarının gözlerini buraya çevirmek de olmalıdır."

Yazarın Profil Kitap etiketiyle raflardaki yerini alan "Masumiyetin Son Günleri" romanı, "Masum" ve "Handan" karakterlerini merkezine alıyor. Selahattin Yusuf, aralarındaki sınıf farkı zamanla belirginleşen iki sevgili üzerinden aşk, aldatma, trajedi ve çözülme hikayesi anlatıyor. Öte yandan roman, toplum ve birey ilişkilerini 1970'lerden günümüze doğru irdelerken, kültür ve sanat dünyasına dair ilginç gözlemler içeriyor.