Büyük çoğunluğun zihni şimdiki zaman içinde işleyip, neden sonuç ilişkisini bu düzlemde kurabiliyor. Çok az kişi gelecek zaman ile bağ kurabilen bir yapıya sahip. Lider kişilik özelliklerine sahip kişilerin zihni şimdiki zamanda fark edilemeyen doğruları ve yanlışları görebiliyor. Geniş zamanı algılayabilen lider zihinler; popüler olana, geçerli kabul edilene, varsayılana rağbet etmeyip, "doğruları" ve "olabilecekleri" görebilme yetisine sahip olup, yol açıcıdırlar. Doğrudan şaşmayan dokuz köyden kovulur çoğu zaman anlaşılmaz, anlaşılmak istenmez.

Bugünlerde yaşadıklarımız sürpriz değil, geçmişte Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve birçok yazar tarafından dile getirilmişti. Neden kimse duymadı seslerini? Hepimizin bildiği gibi laik oldukları için, Atatürkçü oldukları için, Köy Enstitülerini savundukları ve meydanı emperyalist güçlere bırakmamayı öğütledikleri için öldürüldüler.

Lâiklik, devlet yönetiminde aklın ve bilimin esas alınmasını öngörür. Lâik devlette, kişiler ibadet hürriyetine sahiptirler. Bir din ve mezhep mensuplarının, başka din veya mezhep mensuplarına karşı baskısını önlemek, lâik devletin görevidir. Atatürk bu konudaki görüşünü “ Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalıyoruz.” Sözüyle yapmaya çalıştığını açıklamıştır. 
Atatürk’ ün laiklik ilkesine ne kadar önem verdiğine yönelik bir sürü hikaye var. Benim en sevdiğim Atatürk Amasya ziyareti sırasında yaşadığı bir anısı. Atatürk yörenin ileri gelenleri ile Vali konağında sohbet ederken bir ara tam karşısında oturan 50-55 yaşlarında sakalı göğüslerine kadar inen birine gözleri takılır. Yanında oturan valinin kulağına eğilip sorar:

-“Kimdir bu?”

-“Efendim kendisi şeyhtir. Yörede çok hatırlısı vardır.”

Bunun üzerine Atatürk şeyhi yanına çağırtır.

-“Bak baba’ imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Şunu rica etsem de en azından Peygamber efendimizinki gibi kısaltsan” der ve eliyle de boyun altı hizasını gösterir. Şeyh “emrin olur Paşam” diyerek yerine çekilir.

Toplantı bittikten sonra Atatürk Amasya’dan ayrılır ve aradan bir kaç ay geçer. Bir akşam Atatürk’ün aklına Amasya’daki şeyh gelir. Vali’yi telefonla arayıp şeyhin sakalını kesip kesmediğini sorar. Vali şeyhin sakal boyunda en küçük bir kısalma bile olmadığını söyler. Atatürk telefonu kapatır kapatmaz kağıdı kalemi eline alır ve sonra nazirini çağırıp yazdığı yazıyı Amasya Valiliği’ne tebliğ etmesini ister. Ertesi gün Amasya’dan şeyh efendinin Atatürk’ü görmek üzere Ankara’ya doğru yola çıktığı haberi gelir.

Şeyh Ankara’ya ulaştığında Atatürk’ün karşısına çıkar. Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı bir tıraş olunmuş, saclar kısaltılmış, kılık kıyafet bastan sona değiştirilmiş, bambaşka bir görünüme bürünmüştür. Orada bulunanlar bu değişime çok şaşırırlar ve Atatürk’e bunun nedenini sorarlar:

-“Aman Paşam, o Şeyh ki sakalına el dahi sürdürmezdi. Siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sağladınız?”

Atatürk gülümser, sonra da yanındakilere dönüp şöyle der:

-“Dün akşam Amasya Valiliğine bir yazı gönderdim ve şeyhi Afyon’a vali atadığımı bildirdim.”

Ardından da yeni bir yazı hazırlayıp nazırına bunu şeyhe vermesini söyler. Yazıda şöyle yazmaktadır:

-“İnancın ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselene gelince… Bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum bırakmayalım.”

Ne güzel bir anı öyle değil mi? Çıkartılabilecek çok fazla ders var. Ancak; yaşadıklarımıza bakacak olursak hafızayı tazeleyip yeniden okumamız gerektiğini düşündüm. 

Kurtuluş savaşından sonra Kuvayı Milliye ruhunu taze tutmak için Köy Enstitüleri kurulmuştu. Amaç Atatürk İlke ve inkılapları doğrultusunda modern bir gençlik yetiştirmekti. Zaten yapısını ve verilen dersleri incelerseniz çok faydalı olduğunu anlayabilirsiniz. Faydaları anlaşılmış olmalı ki Köy Enstitüleri’ ni yıllar önce kapattılar ve cemaatlerin köy çocuklarına, fakir fukara ailelerin çocuklarına ulaşmasını kolaylaştırdılar. O çocukların küçük yaşta beyni yıkandı. Daha sonra Harp Okulları’na, Hukuk Fakülteleri’ne, Siyasal Bilgiler Fakülteleri’ne sokuldular. Oralarda yetiştirilen ajan öğrenciler çalıntı sorularla devlet kademelerindeki koltuklara oturtuldu. 

TSK’da pilot oldular, general oldular. Atatürkçü ailelerin içine sızdılar ve yıllarca kendilerini gizlediler. Ve bu insanlar emperyalist güçlerin hizmetinde 15 Temmuz 2016 gecesi seçimle başa gelen Cumhurbaşkanı’nı öldürmeye çalıştılar. Meclisimizi bombaladılar. 

Ben bu dönemde iktidar partisi için “kanmasaydılar, inanmasaydılar” denmesini haklı bir eleştiri olarak görmekle birlikte zamanlama olarak doğru bulmuyorum.  Zaman kusur aramak için uygun değil birlik olmak gerekiyor.

Bu yüzden diyorum ki; bir an önce; laik eğitim sistemine, köy ve fakir aile çocuklarını çocuklarını eğitecek Köy Enstitüleri sistemine, Kuvayi Milliye tam bağımsızlık örgütlenmesine geri dönülmelidir. Aksi takdirde devlet kadroları bir cemaatten temizlense diğeri başka bir cemaat boşalan yerleri doldurur. Türkiye halkı sakalın boyunu, cübbeyi, sarığı inançla ilişkilendirmeyi bir an önce bırakmalıdır. Darbeci zihniyetten ancak laik eğitim sistemine sığınarak kurtulabiliriz. 

Baroları göreve çağırıyorum… 

Milli Eğitimde eğer öğretmen açığı varsa Atatürk İlke ve inkılapları derslerine  gönüllülük çerçevesinde girmemiz sağlanırsa benim gibi binlerce meslektaşım yardım için hazır olacaktır. Bu bir fikir tabi geliştirmesi de sizlerden olsun. 

Av. Tuğba İncel