Emperyalizmin dünyayı kan ve ateş içinde bıraktığı iki yaman çatışma, 20. yüzyıl sürecinde yer alır. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları; ülke ve ulus kavramına ait değer yargılarının şoven veya dinsel kompozisyonlar içine sokularak sömürgeciliğe saptırıldığını gösterir. Saldırgan militarizm, kaba bir egemenlik erkinin kurulması yönündeki seferberliğini apaçık yansıtır. Emperyalizm, bir
hak üstünlüğü şeklinde gördüğü yayılma emellerini acımasızca uygular.

Acı çeken insanlık, Nazi Almanyasının Polonyaya başlattığı işgalin ilk sabahı olan 1 Eylül 1939 tarihinden esinlenerek, her yıl barışa duyulan özlemi evrensel nitelikli özel bir gün şeklinde törenlerle anımsar. Ortak dilek; Savaşların hiç yaşanmaması ve barışın kalıcı olmasına ilişkindir.

İrdeleme

Savaşları başlatan el; düzmece nedenlerle 1 Eylül 1939 sabahı Polonya sınırını geçen Hitlerin, Habeşistana gaz bombaları atan Mussolininin, Vietnamı kan gölüne çeviren Johnsonın, Iraktaki trajediyi yaratan Bush-Blair ikilisinin, Filistin ya da Lübnanda taş üstünde taş bırakmayan İsrailli Şaron veya Olmertin midir? Yoksa onlar, emperyalist paranoyalara tutsak olmuş kimi ulusların tercih iradelerini üstlenerek ortaya çıkan tetikçi eller midir?

Militan efsanelere sürüklenmiş halk kitleleri, sandıklarda oy vererek işbaşına getirdikleri savaş aygıtlarınca yaratılan faciaların belli ölçüde nedenidirler. Sadece; Aldatılma ve yanıltılma bilinçsizliği, savunu yeterliliği taşımaz. Bu aygıtları çıkaran toplulukların tarihteki işlevleri yalnızca masumhalklar tanımlamasıyla açıklanabilir mi? Basit anlamda; iyiyi kötüden ayırt edebilmenin bu denli yoksunluğu düşünülebilir mi? Bazı ülkelerin emperyalizme olan tutsaklığı iliklerine işlemiştir. Hatta, sömürgeci ülkeler emekçilerinin, tarihsel akışta ne kadar devrimci rol oynadıkları sorgulanmalıdır.

Şanlı Anadolu ihtilalini gerçekleştiren Türk halkı; niçin aldatılıp yanıltılamamıştır? Antiemperyalist bir kalkışmanın sonucu Lozan barışıyla bitmemiş midir? Ama bilim ve aklı öne çıkardığı savlanan ve uygarolarak tanımlanan ülkelerin sömürgeciliğe kolayca yöneldikleri, dünya savaşlarında saptanmıştır. 1945ler sonrası da, kimi emperyalistlerin bağımsızlık peşindeki mazlumlarıinsafsızca ezdikleri; Hindistan, Cezayir, Tunus, Kenya, Vietnam, Kıbrıs, Angola ve Kongoda görülmemiş midir?

Yakın tarihte; Demokrasi ve özgürlük adı altında emperyalizm, Büyük Ortadoğu Projesiadıyla insanlığı kalbinden vurmuştur. Politik senaryolarla emperyalist blok; erk, enerji ve pazar açma peşindedir. Washington ve Brükselin buyruğunda dünya barışı katledilmektedir. Türkiye yönetimi, projenin eşbaşkanı olduğunu açıklamıştır. Halbuki Mustafa Kemal, Türkiyenin uluslararası davranış karakterini bir özdeyişiyle belirlemiştir: Yurtta ve dünyada barış!.. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı dışında kalabildiyse ve 14 Mayıs 1950 tarihindeki karşı devrimden sonra heveslenilen stratejik uyduculuk serüvenlerine mevcut hükümetlere karşın katılımlar sınırlıysa, bu durum halkımızın barışçıl bilincinden doğmuştur. Bu bilinç, siyasal iktidarları etkilemiştir.

Barış kuşu

Barışın simgesi şimdilerde güvercindir. Orta Asyadaki Türk boylarından, Kaf Dağı ardındaki Gürcülere, Amerika kıtasındaki Azteklerden Ekvatordaki yerlilere değin barış kuşu geleneğine rastlanır. Bazısı Zümrüdüanka tasvirinde rengârenk, bazısı da kıpkırmızıparlaklıktadır. Barış için türküler düzülür; savaşlar kınanır. Her dilde barışa ilişkin anlamlı sözler yinelenir. Savaş düşkünlerinin bile söylevleri; Sürekli barış için zorunlu savaşbetimlemesini içerir. Ama dünya tarihi; savaşlar çıkaran, barış kuşunun kanadını kıran siyasal ve ekonomik davranış modeli olarak emperyalizmi görür.

Barış idealinin savunucusu Mustafa Kemal için savaş; “ancak savunma meşruiyeti içindeki son çaredir. İkinci Dünya Savaşında Türkiyeyi savaş ötesi tutmayı başaran İsmet İnönü, zorlamalara karşı; “Benim çizmem yok, aklım var yanıtını verir. Bu tutumlar, yaşamları çatışmalar içinde geçmiş ama barışın değerini kavramış gerçek devlet adamlarına özgüdür.

İkinci Dünya Savaşı, Türkiyeyi bir yangının ortasında bulur. İnönü Savaşları kahramanı, ülkeyi ateş dışı tutmaya çalışmaktadır. Çünkü o, Lozan Barış Antlaşmasının yapıcısı ve: Biz savaş meydanlarında yetişmiş, ihtilallerden gelmiş bir kuşağız, felaketleri bilirizöngörüsündedir. Yıllar sonraki: Savaşa girmeyerek ulusun erkekliğini öldürdü, camilerde asker barındırdı veya: Halka süpürge tohumu yedirdi, buğdayları silolarda çürüttü gibi suçlamalara karşı akıl ve gerçek ölçütlerini gösterecektir: Memleketin varlığını, iç ve dış barışını savaşa karşı korumak için tedbirler gerekiyordu. Böylece barış kuşu sadece Anadoluda uçabilirken savaş, Türkiyeden can alamadı!..

1950 yılı sonrasında emperyal cepheye bağlı siyasal iktidarca, Cumhuriyetin dış politikası terk edilir.1955lerde Asya ve Afrika halklarının bağımsızlıklarını yadsıyanlar arasında yer tutulur. Emperyalizm kimi düşman görüyorsa, Türkiyedeki yönetim de onu öyle sayar.

İnönü 1961de başlayan son başbakanlığında ABD buyrukçuluğuna verdiği ünlü; Yeni bir dünya kurulur, Türkiye o dünyada yerini bulur yanıtıyla, İkinci Dünya Savaşı sonrası düşülen yanlışlığı düzelterek, bloklar dışı siyasetlere yönelecektir. Ama sonrasında Mecliste düşürülecektir.Yurtta ve dünyada barış ilkesinin evrensel öncüsü Türkiye, şahinlerin yol arkadaşı olarak bugünlere gelecektir.

Sonuç:

Günümüzdeki ABD ve AB bağdaşıklığı sayesinde barışın adı var, kendi yoktur. Ulusumuzun özgörevi, antiemperyalist karakterli ve barışçı Kemalist yönetselliği sağlamaktır. Dünya Barış Gününü, atom bombaları da kullanılan savaşlarda zulme uğrayan dünya çocuklarına adamış Nâzım Hikmetin dizeleriyle kutlayalım: Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne.

Bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığını..”


Ertuğrul Kazancı Eğitimci / Hukukçu

(Cumhuriyet)