Adalet kavramı her daim insanın kafasını kurcalamış ve bu kavramla ilgili birçok soru sorulmuş ve farklı yanıtlar ortaya çıkmıştır.  Aristo adaleti “dağıtıcı ve denkleştirici adalet” olarak ikiye ayırmış, Thrasymakhos adaleti “güçlü olanın ya da hükümetin isteklerine uygun davranmak” olarak tanımlamış, Kant ise adaleti “şerefli yaşa, kimseye zarar verme, herkese payına düşeni ver” olarak kodlamıştır.  Adalet konusunda ortak bir görüşe dün varılamadığı gibi bugünde ortak bir paydada buluşulamamıştır. Görüş ayrılıkları ve fikir çatışmaları bu konuda ortaklaşmayı engellemektedir. Kişilerin adalet konusundaki fikirleri, kendi kişisel çıkar ve inançlarına, mensup oldukları toplumların, sosyal grupların ve zümrelerin faydasına ve kişilerin mizaç ve karakterlerine göre değişkenlik gösterir. 

Temelinde “bilgelik sevgisi” bulunan felsefi düşünce açısından adalet genellikle eşitlik kavramı birlikte bir değerlendirilmekte ve dolayısıyla karşılaştırma içerisine sokulmaktadır. Denk koşullar içerisinde herkese eşit bir şekilde hak ve özgürlüklerini kullanma imkanının verilmesi adalet düşüncesi nezdinde bir okuma yapıldığı vakit acaba doğru ve hakkaniyet içeren bir yaklaşım mıdır ? Fikrimce buna olumlu cevap vermek mümkün değildir. Şöyle ki  “eşit olan her şey adil olamaz.” mottosundan hareketle bir hak ve özgürlüğün veyahut sosyal yaşama ait bir olgunun dağıtılması,ondan faydalanılması,onun tüketilmesi noktasında her bir bireye veyahut bir topluluğa eşit koşullar yaratılması adalet kavramına son derece ters düşen bir durumun ortaya çıkmasına vesile olmaktadır. Bu bakımdan bireyci ve toplumcu yaklaşımlar bakımından eşitlik sonucunun doğduğu her uygulamanın adaletli  bir neticeye varamayacağı aşikardır.

Yeri gelmişken tam da bu duruma yönelik somut yaşama yönelik çok sık karşılaşan bir örneği de aktarmak istiyorum.  Misalen İşçi-İşveren ilişkisi içerisinde tam anlamıyla bir karşılıklılık ve eşitlik ilişkisinin kurulması daima işçi aleyhine olacaktır. Zayıf olanın güçlü olan karşısında yasalarla “denk” bir duruma getirilmesi adalet duygusunu zedelemeyeceği gibi güçlendirir. Çünkü, adalet belli bir güç zümresinin eline bırakılamayacak kadar önemli bir idedir. Adalet, genellikle güçlünün elinde, gücün çıkarını takip eden bir zulme doğru evrilir. Filozoflar çok uzun zamandır adalet idesi ve adaletin sağlanması üzerine düşündüler ve söz ürettiler. İyi de yaptılar. Zira değer olarak adalet, hukukçusundan filozofuna, sokaktaki işsizden devlet başkanlarına kadar herkesin sorunudur. Bazısı bunu kahve adabıyla tartışmayı yeğler bazısı daha sistematik düşünceyi tercih eder. Her ne suretle üzerinde düşünürsek düşünelim adalet insanlık birikiminin sahip olması gereken ve vazgeçemeyeceği bir fikirdir. Bunu konuşmak hukukçuların tekelinde de değildir.  

Tüm bunlarla birlikte bir değerledirme yapıldığı vakit acaba “adalet” düşüncesine yaklaşmak noktasında hangi yol bizim için bir rehber olmalıdır ? Kanımca bu konuda ne kadar düşünürsek düşünelim adalet idesine ulaşma anlamında herhangi bir somut rehber düşünce metodu mevcut bulunmamaktadır.Bunun nedeni birey ve toplumun her ikisi de bana göre bir organizma niteliğindedir ve dolayısıyla bu organizma özelliği gereği son derece komplike ve statik olmaktan uzak dinamik bir yapıyı merkezinde barındırmaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz “eşitlik” gibisinden statik kavramlar düz,durağan ve birbirine benzer olgu ve olaylar karşısında ancak bir anlama sahip olabilir. Çünkü doğası gereği iki şeyin eşit olabilmesi için eşitlikten öncesinde var oldukları durumların birbirlerine hem nitelik hem de nicelik açısından benzer olması gerekir.Böyle bir benzerliğin mevcut olabilmesi için de eşitlikten önce müstakbel eşit olacak iki şeyin durumları durağan ve düzlemsel bir nitelik taşıması gerekmektedir. Unutulmamalıdır ki eşitlik sadece ve sadece aklın düzen gerekçesiyle koyacağı kurallarda ölçüt alacağı prensiptir. Halbuki “adalet” kavramı içerisinde bu idenin uygulanacağı bireysel ve toplumsal örneklemler bakımından eşitlikte olduğu gibisinden düzlemsel bir durumdan söz etmek imkansızdır. Yukarıda bahsetttiğimiz gibi “adalet”idesinin bir olay veyahut olgu nezdinde tam olarak uygulanabilmesi için üzerinde “düzlemsel” değil “uzaysal” yani çok boyutlu bir biçimde düşünme modeline ve yorumuna ihtiyaç bulunmaktadır.Bu çok boyutluluk adalet kavramının özünde yer alan komplike olmanın da bir sonucunu teşkil etmektedir.

Öte yandan adil bir biçimde düşünme yeteneğine sahip olma bakımından da bu çok boyutluluğun önemi son derece büyüktür.İşte bu noktada topluma adalet dağıtacak olan insanların bu çok boyutlu düşünce metoduna sahip olması toplumun mikro düzeyden makro seviyeye kadar ki tüm katmanlarının adil bir biçimde muhakeme edilmesine vesile olması bakımından son derece önemlidir.

Ancak bu noktada gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir hususun da önemine   dikkat çekmek istiyoruz.Normatif hukuk sistemleri nezdinde yukarıda yer verdiğimiz çok boyutlu ve tam anlamıyla hakkaniyet içeren adalet idesine ulaşmak son derece güçlük arz etmektedir.Çünkü bu tip sistemlerde hukuk olarak tespit edilmiş bulunan bir yasalar sistematiği bulunmaktadır.Bu noktada hukuk olarak tespit edilmiş bir yasalar bütününün zamanla bizzat kendisinin hukuksuzluğa sebep olduğu ya da olma ihtimalini Aristoteles’te göz ardı etmemekte ve bu olguyu normatif hukukun genelinden doğan olumsuz bir durum olarak kabul etmektedir. Soyutluk ve genellik etik eitlikte birbirleriyle paralellik arzederler. Her türlü hukuk normları Aristoteles’e göre somut hukuksal durumlar karısında genelin özele davrandığı gibi davranır. Aristoteles bu ilikiyi Rhetorik’de ayrıntılarıyla ele alır. Buna karşın Aristoteles Etik’de yasanın genelliğinin ve adil olmasının tek tek olaylar yardımıyla gösterilmesi gereğinden bahseder. Aristoteles adaletin bu yüksek formunu, kabul etme ve olumlama (epieikeia ) olarak nitelendirir. Fakat bu genellik hiçbir zaman kapsadığı tek tek olaylar için tamamen doğru olamaz. Bu açıdan bakıldığında genelliğe dayanan yasaların herzaman hata ve yanlı olma ihtimali söz konusudur.  

Adaletin normatif hukuk sistemleri içerisinde somut bir biçimde tanımını yapmak evet güç,ancak bu noktada fikrimce bu tanıma en yakın noktayı bulabilmek açısından Aristo’nun ortaya koyduğu metodu kulanmanın faydalı olabileceğini düşünmekteyim. Aristoteles, adaletin tam bir tanımını yapmanın güçlüğünden dolayı, adaletsizlikten ve özellikle adaletsiz insanın özelliklerinden hareketle adaleti ele almaya çalışır. “Hem yasaya uymayan insanın, hem de eşitliği gözetmeyen insanın adaletsiz olduğu düşünülüyor. O halde açık ki, yasaya uyan insan da eşitliği gözeten insan da adaletli olacaktır. Öyleyse ‘adalet’ yasaya uygun olanda ve eşitliği gözetende, ‘adaletsizlik’ ise yasaya aykırı olanda, eşitliği gözetmeyende olur.”Haklı olmayı da, yasal olan şeyler olarak gören Aristoteles, yasaya uygun olanların her birinin hak olduğunu söyler.  Nitekim bu noktada Heraklitos’un adalete yönelik olarak yaptığı “Eğer adaletsizlik olmasaydı adaletin ismini bilmezlerdi” tanımı da adaletin niteliğini göstermek açısından son derece önemli bir görünüm arz etmektedir.

Yukarıda yer verdiğimiz tüm bu tanım ve görüşlerin adalet felsefesi açısından tam anlamıyla ortaya çıktığı düşünce modeli hukuksal pozitvizm’de yer alan “Reddetme Suretiyle Belirleme” yöntemidir. Bu yöntem çerçevesinde hukuki pozitivizm açısından adaletin tanımını yapmanın çok zor olduğu fikrinden hareketle bu alanda çalışan bazı pozitivist düşünürler adalet konusunu tartışma ve inceleme dışı bırakılmasını önermiş bulunmaktadırlar.Bu yaklaşıma göre insanlar yüzyıllardan beri adalet sorununu tartışmışlardır.Ancak bu konuda tatmin edici bir uzlaşma sağlanamamış bulunmaktadır.Bu nedenle adalet sorununu  bir kenara bırakıp hukukun üzerinde anlaşma olabilecek diğer konularına değinme zorunluluğu bulunmaktadır.İşte bu noktada adaletin tanımını yapmakta zorlanan bazı hukuki pozitivistler bu soruna açıklık kazandırmak amacıylal “Reddetme Suretiyle Belirleme” yöntemini ortaya koymuşlardır.Bu yaklaşıma göre adaleti adaletsizliğin olmadığı somut durumlar olarak nitelendirmek gerekir.  Bu noktada ortaya çıkan “ Reddetme Suretiyle Belirleme” yönteminin yukarıda yer verdiğimiz Heraklitos’un sözüyle de paralellik arz ettiğini yeri gelmişken tekraren belirtmekte fayda görüüyoruz.

Yukarıda bahsettiğimiz üzere toplumsal anlamda gerçek adalet düşüncesine tam anlamıyla erişmek tüm bu saydığımız nedenlerden dolayı son derece zordur.Ancak ulaşılması son derece güç işbu adalet kavramına biraz daha yakınlaşmak bakımından bir hususu daha ön plana çıkarabiliriz diye düşünmekteyim,o da ”hakkaniyet düşüncesi”. Tam bu noktada John Rawls’ın “hakkaniyet” kavramı üzerine yaptığı değerlendirmenin ortaya konmasının son derece  önemli olduğuna inanıyorum. Rawls’ın, “hakkaniyet olarak adalet” anlayışına göre adaletin hakkaniyet olarak anlaşılması gerekmektedir. Bu aslında etik bir kuramdır ve adil bir toplumu oluşturan şeyin doğasını kavrayabilmenin ilkelerini serimler. Buna göre, bir toplumun adil olması için gerekli olan tek şey hakkaniyettir; bu dağıtıcı adaletten başka bir şey değildir. Adil bir toplum tüm yurttaşlarının bireysel hak ve özgürlüklerini koruyan ve kaynakların dağıtımının olabildiğince eşit ve hakkaniyete uygun olduğu bir toplumdur. Hakkaniyet, adil kurumların yapılandırılması ve düzenlenmesinin de temeli olacaktır, zira insanlar kurumlar aracılığıyla kendilerini yönetirler, malları, hizmetleri ve zenginliği bölüştürür, paylaştırır ve dağıtırlar. Rawls bununla herhangi bir toplumda zenginliğin tamamen eşit bir dağıtımının olanaksız olduğunun bilincindedir ve asıl gerekli olan şeyin tüm sosyal konumların herkese açık olması gerektiğini ileri sürer. Dolayısıyla, tüm sosyal ve toplumsal değerler, özgürlükler ve olanaklar, gelir ve refah ile öz saygı temelleri ve ilkeleri eşit şekilde dağıtılmalıdır. İşte, böyle bir yer ve toplumda adalet ve hakkaniyet belirir; bu eşitlik olarak adalet anlayışını da çağrıştırmaktadır.  Ancak burada yer verilen eşitlik ve hakkaniyet kavramının dağıtıcı adalet olgusunun bir ürünü olduğunu tekraren hatırlatmak istiyoruz.

Şimdi de biraz da adalet kavramının sınırları yönünden bir yorumlamada bulunmak istiyorum.Acaba eşitlik kavramından yukarıda bahsettiğimiz özellikleri yönüyle ayrılan ve somut bir biçimde örneklenemeyecek adalet idesinin görünümünü bizlere yansıttığı ebedi ilkeleri bulunmakta mıdır ?

Marx ve Engels‟in eserlerinde adalet ve ahlak üzerine düşüncelerini açıkladıkları paragrafları ele alacak olursak, özellikle şu noktalar göze çarpıyor: Marx ve Engels açısından hüküm süren toplumsal ilişkileri eleştirmek veya karşı toplumsal düşünceler geliştirmek için dayanılabilecek “ebedi adalet ilkesi” yoktur. Adalet düşünceleri her zaman tarihsel ve her şeyden önce işlevsel olarak hüküm süren üretim biçimiyle bağlantılı olarak görülmek zorundadır. Yani, Marx ve Engels göre; ahlak, bir ideoloji biçimidir; adalet, bir pozitif hukuk kavramıdır; diğer bir deyişle kendine özgü (sui generis) olma özelliğini yerine getirebilen kavramlar değillerdir; bu nedenle sadece kendilerine dayanarak açıklanmaları mümkün değildir.  

Öte yandan bu noktada hukuk felsefesi alanından son derece önemli bir konuma sahip olan Ronald Dworkin’in görüşlerine de yer vermek istiyoruz.Dworkin dağıtıcı adalet ve sivil özgürlüklerle bağlantılı olan adalet ilkelerini, tek bir haktan türetmektedir. Hakların olduğu kadar adaletin de temeli olan bu hak eşit ilgi ve saygı görme hakkıdır. Bu ilke gereği her bir vatandaşın çıkarına aynı sempatiyle yaklaşılmalı ve bir kişinin ya da grubun idealleri onları paylaşmayanlara zorla kabul ettirilmemelidir. Başka bir anlatımla, devletin görevi tüm bireylere, tüm grupmanlara, tüm menfaat ve baskı gruplarına eşit ve özgür bir hareket alanı sağlamaktır. Onlar özgürce örgütlenecek, özgürce düşünce ve inançlarını ifade edecek, özgürce hak ve menfaatlerini savunacaklardır. Böyle bir ortamda çalışan emekçi de örgütlenip hak mücadelesi yapabilir. Gerçek bir özgürlük ve eşitlik ortamında menfaat çatışmalarında daha dengeli, sömürünün asgari düzeyde olduğu bir düzleme ulaşmak daha kolaydır.  

Sonuç olarak tüm bu okumalar ışığında tam anlamıyla mutlak adalet idesine ulaşabilmenin ışınlamayı veyahut ölümsüzlüğü bulabilmekten daha zor bir nitelik taşıdığı ortadadır.Bu noktada fikrimce hakiki adalete ulaşma açısından bireysel ve toplumsal anlamda makro düzeyden mikro seviyeye kadar ki tüm süreçlerde ve muhakemelerde önem verilmesi ve hedef olarak belirlenmesi gereken husus keskin bir netice elde etmek olmamalı yani mutlak adalete ulaşmak noktasında “durağan” davranılmamalı, sürekli bir biçimde bu amaç uğrunda bir arayış içerisinde olunmalıdır.

Ertuna Kara / hukukihaber.net​


KAYNAKÇA :
1-    Göçmen,Doğan. (2003). Karl Marx’ın Ahlak Felsefesi ve Adalaet Teorisiyle İlişkisi Üzerine : Praksis: Üç Aylık Sosyal Bilimler Dergisi, Yaz-Güz 2003.
2-    Gündoğan,Ali Osman.(2003), Hak ve Adalet, 9-11 Ekim 2003 tarihlerinde Muğla Üniversitesi’nde düzenlenen “Adalet” konulu sempozyuma sunulan bildiri.
3-    Güriz,Adnan. Adalet Kavramı,Anayasa Yargısı Dergisi,S:7.
4-    İşsevenler,Osman Vahdet. Felsefe Adalet İle Başlar: Doğal Hukukun Sokrates Öncesi Temeller,http://www.academia.edu/3531125/Felsefe_Adalet_%C4%B0le_Ba%C5%9Flar_Do%C4%9Fal_Hukukun_Sokrates_%C3%96ncesi_Temelleri
5-    Kabadayı,Talip.(2013). “Hakkaniyet” Adaletin Temelidir,Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,S:15.
6-    Kayar,İnci. (2012) Mutlak Eşitlik mi Mutlak Adalet mi ? http://www.habername.com/yazi-inci-kayar-mutlak-esitlik-mi,-mutlak-adalet-mi-8729.htm
7-    Kılıç, Eylem. (2012, 11 Ekim).Adalet İçin Hukuk Felsefesi  Neden Gereklidir ? http://www.umut.org.tr/UserFiles/Files/Document/document_11%20Ekim-II-3.pdf
8-    Öktem,Niyazi. (2011). Ronald Dworkin ve Hukuk Felsefesi, Anayasa Yargısı Dergisi,S:28.
9-    Topakkaya, Arslan. (2009). Aristoteles’te Adalet Kavramı : Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, S:26 Kış.

------------------------------------------
[1] Kılıç, Eylem. (2012, 11 Ekim).Adalet İçin Hukuk Felsefesi  Neden Gereklidir ? Erişim Tarihi : 19.02.2017, http://www.umut.org.tr/UserFiles/Files/Document/document_11%20Ekim-II-3.pdf
[2] Kayar,İnci. (2012) Mutlak Eşitlik mi Mutlak Adalet mi ? Erişim Tarihi : 17.02.2017,http://www.habername.com/yazi-inci-kayar-mutlak-esitlik-mi,-mutlak-adalet-mi-8729.htm
[3]  İşsevenler,Osman Vahdet. Felsefe Adalet İle Başlar: Doğal Hukukun Sokrates Öncesi Temelleri,Erişim Tarihi: 20.02.2017,http://www.academia.edu/3531125/Felsefe_Adalet_%C4%B0le_Ba%C5%9Flar_Do%C4%9Fal_Hukukun_Sokrates_%C3%96ncesi_Temelleri
[4] Topakkaya, Arslan. (2009). Aristoteles’te Adalet Kavramı : Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, S:26 Kış,s.629.
[5] Gündoğan,Ali Osman.(2003), Hak ve Adalet, 9-11 Ekim 2003 tarihlerinde Muğla Üniversitesi’nde düzenlenen “Adalet” konulu sempozyuma sunulan bildiri,s.2.
[6] Güriz,Adnan. Adalet Kavramı,Anayasa Yargısı Dergisi,S:7,s.18.
[7] Kabadayı,Talip.(2013). “Hakkaniyet” Adaletin Temelidir,Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,S:15,s.56.
[8] Göçmen,Doğan. (2003). Karl Marx’ın Ahlak Felsefesi ve Adalaet Teorisiyle İlişkisi Üzerine : Praksis: Üç Aylık Sosyal Bilimler Dergisi, Yaz-Güz 2003,s.6-7.
[9] Öktem,Niyazi. (2011). Ronald Dworkin ve Hukuk Felsefesi, Anayasa Yargısı Dergisi,S:28. s.94.