Kanunların amacı toplum içindeki sosyal hastalıkları teşhis ve tedavi etmektir. Bu yönü ile kanunu bir antibiyotiğe benzetebiliriz.

Zaman zaman çıkarılan af yasalarının amacı ise topluma verilen bu antibiyotiklerin yan etkilerini gidermektir.

İşte bir ilacın yan etkisini gidermek için bir diğer ilacı vücuda verirken ortaya maalesef başkaca yan etkilerin, zararlı etkilerin meydana gelmesi kaçınılmaz olmaktadır.

Bu durumu ortadan kaldırmanın ya da en aza indirgemenin yolu ise gayet tabidir ki en başta uygulanan tedaviyi en az zararla uygulayabilmek, zararlı sonuçların ortaya çıkmasını daha en başından engelleyebilmek, zararlı sonuçlar ortaya çıkmaya başladığı anda müdahale edebilmektir.

Kuşkusuz bu da ilacı yapan kimyacının değil uygulayan hekimin maharetine kalmaktadır. Bu hekim de hukuk da hakim ve ona bu konuda yardımcı olacak kanun adamlarıdır.

Ülkemiz de uygulanan kanunlara baktığımız zaman maalesef sıklıkla değişikliğe uğradığını ve zaman zaman da af yasalarının çıkarıldığını, insanlarda daima bir af beklentisi olduğunu görmekteyiz.

Somutlaştırmak gerekirse, gündemle alakalı olduğu için Örneğin çok tartışılan cinsel suçlarda Ceza Kanunumuz hata hükümlerine yer verdiği halde nüfus cüzdanına takılı kaldığımız için;

Mağdur da cinsiyet ayrımı gözetmediği halde pozitif ayrım(kadın) gözettiğimiz için;

Ve daha bir çok noktada şekilden sıyırıp esası görmediğimiz için yaşanan mağduriyetleri af kanunları ile örtme yoluna gidiyoruz.

Tabi bunu yaparken de bir tarafı sevindirirken haliyle bir diğer tarafta infial meydana getiriyoruz.

Devletin asli görevi sorunlara uzun vadeli kesin çözümler üretmek olmalıdır. Af ise asla uzun vadeli ve kesin bir çözüm yolu değildir ve belirttiğimiz üzere başkaca zararlı sonuçları da beraberinde getirmektedir. Bu nedenle aslen sorunun temeline inip kesin bir çare üretmek gerekmektedir.

Peki sorun nedir ve çareleri nelerdir?

Ülkemizde yaşanan kanun değişiklikleri ve af beklentilerinin temelinde yukarıda anlattıklarımızın ışığında bakılacak olursa başlıca iki sorunun bulunduğunu söylemek mümkündür:

1-Kanun koyucunun ülke gerçeklerini iyi analiz etmeksizin kanun yapması ve bir süre sonra kanunların yetersiz-işlevsiz hale gelmesi

2-Kanun uygulayıcıların kanunları uygulamakta yetersiz kalması, uygulayıcının maharetsiz olması veya yeterli müdahale alanı bırakılmaması
Bu iki etmenin bir araya gelmesi ile maalesef ülkenin sosyal hastalıklardan kurtulmasının tek ve yegane yolu olan yargı sistemi ihtiyaçlara cevap veremez hale geldiğinde, tabiatın ana kuralı gereği meydana gelen boşluğu illegal örgütler doldurmakta ve devlet zayıf düşmektedir.

O halde yapılacak olan iş;

1-Kanun yapma tekniğinin değiştirilerek yapılacak olan kanun değişiklerinde barolardan ilgili davalarda tecrübe kazanmış vekiller, yargı komisyonlarından ilgili davalara bakan hakimler, üniversitelerin ilgili kürsüleri, STK lar dan oluşacak komisyonlarda tekliflerin hazırlanması

2-Üniversitelerin hukuk fakültelerinde planlama yapılması, eğitim süresinin tatbikata yönelik olarak uzatılması, hakimler ve savcıların en az belli sürelerde avukatlık yaparak ülke gerçekleri ve uygulama içinden gelmesinin sağlanması, uygulamada hakimin takdir yetkisinin arttırılması, çift dereceli yargının-istinafın-amaca uygun çalışmasının sağlanması…

Gibi akla gelen uzun vadeli kesin ve etkili, yargıda kaliteyi ve etkinliği arttırıcı bir dizi önlemin alınarak YARGIYA GERÇEK ANLAMDA GÜVENİN SAĞLANMASI ile birlikte AF BEKLENTİLERİ de SONA ERECEKTİR. Zira adil kararlar toplum vicdanına uygun sonuçların alınmasını sağladığında zararlı sonuçlar da kendiliğinden yok olacaktır.

Özetle önemli olan kanunu yapmaktan ziyade o kanunu uygulayabilmektir.

Adaletle Kalın..