Ahmet Hakan, saldırının ardından yaşadığı ziyaretçi yoğunluğu nedeniyle kedisinin bunalıma girdiğini ifade etti.

Ahmet Hakan'ın Hürriyet Pazar'da yayımlanan yazısı şöyle:

Kopmuş bacakların, kolların arasında benim başıma gelenin tabii ki zerre kadar ehemmiyeti yok. Onlarca büyük acı içinde benimki leblebi çekirdek bile sayılmaz. O yüzden yazmayacaktım başıma gelenleri. Fakat Hürriyet Pazar ekibi, öyle çok ısrar etti ki... En sonunda yazdıklarımı vererek kurtuldum kendilerinden... Yazılanları “başıma neler geldi neler” diyen bir mağdur sayıklamaları olarak değil de, saldırılar karşısında yılmayıp ondan bile eğlence çıkarmaya çalışan bir gazetecinin notları olarak okuyun lütfen...

Üç buçuk saatlik programdan çıkmışım.

Nasıl yorgunum.

Üzerimden iki TIR geçmiş gibi.

Atladım arabanın arkasına.

Önde şoför ve gazetenin tahsis ettiği özel güvenlikten bir koruma.

Eve ulaşmayı iple çekiyorum.

Tam evin önüne geldik.

Kapıyı açtım.

Huzur ve güven içinde, yüzümde eve ulaşmanın keyfiyle oluşmuş inceden bir gülümsemeyle arabadan indim.

Bizim arabanın hemen arkasında, dümenden kaza yapmış gibi yapan bir araç ve içinden fırlayan dört adet zebella gibi adam...

Zebellalardan biri bizim korumayı etkisiz hale getirdi, diğer üçü neye uğradığımı bilemeden üzerime çullandı.

Hepsi üç saniye içinde olup bitmişti.

Tam o anda içimden sadece şu cümle geçiyordu:

“Bunlar benim façayı bozacaklar, eyvah!”

Vurdular. Vurdular.

Yere yığıldım.

Vurmaya devam ettiler.

Yerlerde süründüm, gözümdeki gözlük fırladı, burnumdan kanlar akmaya başladı.

Baktım: Beyaz gömleğim kan içinde.

Sonra gözüm bizim Terzi Namık’a yeni yaptırdığım takım elbisenin pantolonundaki yırtığa takıldı.

İçimden “Namık bunu onarabilir mi acaba” diye geçirdim. Yemin ederim geçirdim.

Sonra can havliyle ve biraz da Don Corleone’nin vurulma sahnesinde olduğu gibi çok artistik ve çok havalı bir şekilde kendimi karşı kaldırıma attım.

40 biner liraya tutulduklarını sonradan öğrendiğim zebellalar peşimden geldiler.

Beni yakalayıp park etmiş araçların üzerine fırlattılar. Çarpmanın etkisiyle kaburga kemiklerimin kırıldığını hissettim.

Tam bu sırada karşı sıradaki apartmanların birinde nur yüzlü bir kapıcı belirdi.

“Bir ilahi yardım geldi” hissiyle kapıcıya doğru yöneldim.

Ya da şöyle söyleyeyim: Gayet ulvi bir kaçış gerçekleştirdim.

“Aç kapıyı” dedim kapıcıya.

Açtı.

Sonra da hemen kapattı.

Zebellalar dışarıda, ben apartmanın içindeydim.

Bağrış çağrış bir süre daha devam etti.

Sokak ayağa kalktı.

Zebellalar kaçtı.

Ben de apartmandan çıktım.

Polisler, hastaneler, telefonlar, aciller, ifadeler falan...

Ameliyatlar, pansumanlar, ilaçlar falan...

Gaflette yakalamışlardı beni ve hiç beklemediğim anda arkadan saldırmışlardı.

O gün bugündür, güneşin sofrasında, dostların arasında olsam dahi, hep arkamı kolluyorum.

Bakalım ne zamana kadar sürecek bu marazi hal.



Dev teşekkür

- Olayı lanetleyen, her türlü siyasi görüşe mensup çok değerli tüm okurlarıma...

- Bana her türlü desteği veren, başta Aydın Doğan olmak üzere tüm Doğan Ailesi’ne... Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’ya... Arzuhan Doğan Yalçındağ’a... Hanzade Doğan Boyner’e... Begümhan Doğan Faralyalı’ya...

Ahmet Hakan, o geceyi anlattı... 
İşte bir saldırının anatomisi
Kopmuş bacakların, kolların arasında benim başıma gelenin tabii ki zerre kadar ehemmiyeti yok. Onlarca büyük acı içinde benimki leblebi çekirdek bile sayılmaz. O yüzden yazmayacaktım başıma gelenleri. Fakat Hürriyet Pazar ekibi, öyle çok ısrar etti ki... En sonunda yazdıklarımı vererek kurtuldum kendilerinden... Yazılanları “başıma neler geldi neler” diyen bir mağdur sayıklamaları olarak değil de, saldırılar karşısında yılmayıp ondan bile eğlence çıkarmaya çalışan bir gazetecinin notları olarak okuyun lütfen...

EVİMİN TAM ÖNÜNDE... KENDİMİ EN GÜVENDE HİSSETTİĞİM ANDA...

Üç buçuk saatlik programdan çıkmışım.

Nasıl yorgunum.

Üzerimden iki TIR geçmiş gibi.

Atladım arabanın arkasına.

Önde şoför ve gazetenin tahsis ettiği özel güvenlikten bir koruma.

Eve ulaşmayı iple çekiyorum.

Tam evin önüne geldik.

Kapıyı açtım.

Huzur ve güven içinde, yüzümde eve ulaşmanın keyfiyle oluşmuş inceden bir gülümsemeyle arabadan indim.

Bizim arabanın hemen arkasında, dümenden kaza yapmış gibi yapan bir araç ve içinden fırlayan dört adet zebella gibi adam...

Zebellalardan biri bizim korumayı etkisiz hale getirdi, diğer üçü neye uğradığımı bilemeden üzerime çullandı.

Hepsi üç saniye içinde olup bitmişti.


Tam o anda içimden sadece şu cümle geçiyordu:

“Bunlar benim façayı bozacaklar, eyvah!”

Vurdular. Vurdular.

Yere yığıldım.

Vurmaya devam ettiler.

Yerlerde süründüm, gözümdeki gözlük fırladı, burnumdan kanlar akmaya başladı.

Baktım: Beyaz gömleğim kan içinde.

Sonra gözüm bizim Terzi Namık’a yeni yaptırdığım takım elbisenin pantolonundaki yırtığa takıldı.

İçimden “Namık bunu onarabilir mi acaba” diye geçirdim. Yemin ederim geçirdim.

Sonra can havliyle ve biraz da Don Corleone’nin vurulma sahnesinde olduğu gibi çok artistik ve çok havalı bir şekilde kendimi karşı kaldırıma attım.

40 biner liraya tutulduklarını sonradan öğrendiğim zebellalar peşimden geldiler.

Beni yakalayıp park etmiş araçların üzerine fırlattılar. Çarpmanın etkisiyle kaburga kemiklerimin kırıldığını hissettim.

Tam bu sırada karşı sıradaki apartmanların birinde nur yüzlü bir kapıcı belirdi.

“Bir ilahi yardım geldi” hissiyle kapıcıya doğru yöneldim.

Ya da şöyle söyleyeyim: Gayet ulvi bir kaçış gerçekleştirdim.

“Aç kapıyı” dedim kapıcıya.

Açtı.

Sonra da hemen kapattı.

Zebellalar dışarıda, ben apartmanın içindeydim.

Bağrış çağrış bir süre daha devam etti.

Sokak ayağa kalktı.

Zebellalar kaçtı.

Ben de apartmandan çıktım.

Polisler, hastaneler, telefonlar, aciller, ifadeler falan...

Ameliyatlar, pansumanlar, ilaçlar falan...

Gaflette yakalamışlardı beni ve hiç beklemediğim anda arkadan saldırmışlardı.

O gün bugündür, güneşin sofrasında, dostların arasında olsam dahi, hep arkamı kolluyorum.

Bakalım ne zamana kadar sürecek bu marazi hal.

DEV TEŞEKKÜR

- Olayı lanetleyen, her türlü siyasi görüşe mensup çok değerli tüm okurlarıma...

- Bana her türlü desteği veren, başta Aydın Doğan olmak üzere tüm Doğan Ailesi’ne... Hürriyet Yönetim Kurulu Başkanı Vuslat Doğan Sabancı’ya... Arzuhan Doğan Yalçındağ’a... Hanzade Doğan Boyner’e... Begümhan Doğan Faralyalı’ya...

- Hemen hastaneye koşan ve yanımda durmayı bir an bile ihmal etmeyen Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e...

- Sonuna kadar yanımda olan Hürriyet’in CEO’su Ahmet Özer’den Hürriyet’in çaycılarına kadar her kademeden çalışanlarına...

- Aileme... Dostlarıma... Mahallemin esnafına... Silivri halkına... Yozgat halkına... Sorgun Külhöyük Köyü Muhtarı’na ve köylülerime...

[Ahmet Hakan'a saldırıya ünlülerden tepki] Ahmet Hakan'a saldırıya ünlülerden tepki

- En büyük dayanışmayı gösteren, yürüyüş yapan, konuyu gündemde tutan tüm gazetecilik meslek örgütlerine...

- Medyanın her renginden, her çizgisinden, her türünden destek veren meslektaşlarıma...

- İstanbul Valisi’ne, İstanbul Emniyet Müdürü’ne ve olayın aydınlatılması için canla başla çalışan İstanbul polisine...

- İş dünyasından destek verenlere, sanat dünyasından arayıp soranlara... Üniversite hocalarına...

- Başta Barolar Birliği olmak üzere tüm barolara ve hukukçulara...

- Bakanlara... Milletvekillerine... Başbakanlık danışmanlarına...

- AK Parti’den MHP’ye, HDP’den CHP’ye... Geçmiş olsun mesajı ulaştıran siyasilere... Evime kadar gelme inceliği gösteren CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’a...

- Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’e...

- Büyükelçilere... Özellikle Almanya, Fransa, Hollanda, Belçika İstanbul Başkonsoloslarına...

- Ve Balıkesir İmam-Hatip’ten okul arkadaşım, başıma ne zaman bir iş gelse beni arayıp sormayı ihmal etmeyen Cumhurbaşkanı Basın Başdanışmanı Lütfullah Göktaş’a...

ÇOK AMA ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM.