Anayasa Mahkemesi’nin soyut ve somut norm denetimi yaparak verdiği iptal kararlarında Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümet, kapatma davaları ile mali denetimde siyasi partiler, “Yüce Divan” sıfatı ile gördüğü davalarda ve bireysel başvurularda verdiği “hak ihlali” kararlarında yerel mahkemeler ile yetki tartışmaları yaşadığı, esas olarak yasama tasarruflarına karşı Anayasaya uygunluk incelemesi yapıp, kişi hak ve hürriyetlerini korumakla görevli ve yetkili kılınan Yüksek Mahkemenin, bazı yönlerden “kanun koyucu” veya “süper temyiz mercii” gibi, kararlarının hukukilik denetimi de olamadığı için de “yetkisini aşarak” hareket ettiği ileri sürülebilmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin “Yüce Divan” sıfatıyla yaptığı ceza yargılamaları dışında, olağan yargı sürecinin yanında, farklı görev ve yetkilerinin olduğu, temel görevinin ise Anayasa ile kurulu düzeni yargı yoluyla gözetmek, Meclisi, siyasi partileri ve son olarak da bireysel başvurular kapsamında yerel mahkemeler ile idarenin tasarruflarını denetleyip, kişi hak ve hürriyetlerini korumak olduğu söylenebilir. Kuruluşu 1961 Anayasası’na dayanan Anayasa Mahkemesi; görev ve yetkileri açısından olağan yargı süreci içinde yer almadığından, en önemlisi de verdiği kararların kesinliği, bağlayıcılığı ve etkisi itibariyle spekülatif olabilip, siyaseti veya kamuoyuna malolmuş güncel konuları ilgilendirebildiğinden, “yetki” tartışmalarının odağında yer almaktadır.

Aşağıda; Anayasa Mahkemesi’nin yetki sınırı, “bireysel başvuru yolu” bakımından değerlendirilecektir.

Anayasa Mahkemesi’nin Anayasanın 150. ve 152. maddeleri kapsamında yaptığı, “soyut veya somut norm denetimi” adı ile bilinen, kanunların ve kanun hükmünde kararnamelerin Anayasaya aykırı olup olmadığına dair denetim kapsamında verilen kararların gerekçelerinin de bağlayıcı olduğuna dair düşünce; “kuvvetler ayrılığı” ilkesi çerçevesinde, nasıl Yüksek Mahkeme, kanun koyucu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yerine geçip kanun hükmünün iptali kararında, kanun koyucunun yerine geçme ve yeni kanun öngörme anlamına gelecek bir karar verip gerekçe yazamayacaksa, aynı şekilde kanun koyucu da Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında yer alan gerekçeyi dolanmak suretiyle yeni kanun düzenleyemeyeceği, bu yolla Anayasa Mahkemesi kararını sonuçsuz bırakamayacağı kabulünden kaynaklanmaktadır. Bu kabul doğrudur.

Ayrıca belirtmeliyiz ki; “Anayasa Mahkemesinin kararları” başlıklı Anayasa m.153’de, Yüksek Mahkeme kararlarının kesinliğinden, iptal kararlarının gerekçesinin yazılmadan açıklanamayacağından, iptal kararı yoluyla kanun koyucu gibi hareketle yeni bir uygulamaya yol açacak şekilde karar verilemeyeceğinden, iptal hükmünün yürürlüğe girmesi için ayrı bir tarih kararlaştırılabileceğinden, iptal kararlarının geriye yürümeyeceğinden ve Yüksek Mahkeme kararlarının Resmi Gazete’de yayımlanmak suretiyle, yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağından bahsedilmiştir. Bu madde; soyut ve norm denetimi kapsamında yapılan Anayasaya aykırılık incelemelerine ilişkin iptal kararları ile ilgili olup, kararların gerekçelerinin bağlayıcılığından değil, bu bağlayıcılığın gerekçeli kararın Resmi Gazete’de yayımlanması ile başlayacağından ve sonucu itibariyle bağlayıcı olacağından bahsetmektedir. Nitekim Anayasa m.141/3’de, bütün mahkeme kararlarının gerekçeli olacağı ifade edilmiştir. Belirtmeliyiz ki; tüm yargı kararlarının gerekçeli olacağı ifade edilse de, sonuç doğurması ve yürürlüğe girmesi bakımından her yargı kararının derhal gerekçeli açıklanmasında zorunluluk bulunmamaktadır. Örneğin; tahliye, beraat, mahkumiyet, düşme kararları “kısa karar” olarak verilebilir ve gerekçeleri daha sonra tamamlanır.

Bireysel başvuru sonrasında verilen Anayasa Mahkemesi kararları ise; Anayasa m.153 kapsamında değil, Anayasanın “Görev ve yetkileri” başlıklı 148. maddesinin 3., 4. ve 5. fıkraları ile bu hükümlere dayanılarak çıkarılan 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45 ila 51. maddelerine göre değerlendirilmelidir. Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularla ilgili kararlarının yürürlüğe girişi hakkında, “Bireysel Başvuru Kararlarının Bağlayıcılığı” başlıklı yazımızda ayrıntılı açıklama yaptık.

6216 sayılı Kanunun “Kararlar” başlıklı 50. maddesine göre, Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonrasında verdiği kararlar da bağlayıcıdır. Bu maddenin 2. fıkrasının son cümlesinde; “Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.” hükmüne yer verildiği görülmektedir. Ancak bu hüküm, yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemenin, Anayasa Mahkemesi’nin işaret ettiği hukuka aykırılıkları dikkate alıp bertaraf ettikten sonra, farklı bir karar kurmasını engellemeyeceği gibi, ihlal kararının içeriği itibariyle yerel mahkemenin görev ve yetki alanına giren, fakat Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetki alanı dışında kalan hususlarda yerel mahkemeyi bağlayacağına dair bir sonuca da ulaşılamaz.

Ancak Anayasa Mahkemesi’nin soyut ve somut norm denetimi ile ilgili bu görüşü ile 12.09.2010 tarihli referandumla kabul edilip 23.09.2012 tarihinden itibaren bakmaya başladığı bireysel başvuru kararlarını birbirinden ayrı incelemek, bu nedenle de “gerekçe bağlayıcılığı” hususunu ayrı değerlendirmek gerekir. Bireysel başvuru kararlarının da bağlayıcı olduğu, ancak karar ve kararın içeriği itibariyle bu bağlayıcılığın başvurucu bakımından anlam ifade edip sonuç doğurduğu tartışmasızdır. Bireysel başvurunun hak ihlali ile sonuçlanıp, bu hak ihlalinin de yargılanmanın yenilenmesi suretiyle giderildiği durumda, dosyaya bakacak ilgili mahkemenin hak ihlalinin sonuçlarını ortadan kaldırması ve bu yolla da Anayasa Mahkemesi’nin kararının gereğini yerine getirmesi elbette gerekir. Bu “gereğini yerine getirme”, başvurunun yapıldığı tarih ile kararın verildiği tarih arasında gerçekleşen değişmelere ve ortaya çıkan yeni duruma göre yerel mahkeme tarafından Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararının gerekçesini de dikkate alarak hak ihlalini giderdikten sonra, yine başvurucunun aleyhine bir başka karar vermesini engellemeyecektir.

Esas itibariyle; Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı, olağan kanun yolları tüketilmiş soruşturma ve kovuşturmalar için gündeme gelir ki, devam eden dosyalarda bir olağanüstü kanun yolu olan bireysel başvuru hakkı prensip olarak kabul edilmez. Tutuklama tedbiri ise; işin esası ile ilgili yargılama süreci tamamlanmadan kabul edilmiş istisnai bir bireysel başvuru konusunu teşkil eder ki, bu noktada tutuklama tedbirinin önşartı olarak tanımlanan başvurucunun “suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesini gösteren somut deliller” veya Anayasa m.19/3’de öngörüldüğü şekli ile “suçluluğu hakkında kuvvetli şüphe bulunan kişi” kriterine uyup uymadığının tespitinde, Yüksek Mahkeme ister istemez delil tartışmasında bulunabilmekte ve vereceği hak ihlali kararında da işin esasına müdahale etmiş gibi gözükebilmektedir. Bu nedenle; tutuklama gibi kişi hürriyeti ve güvenliği hakkını ağır şekilde kısıtlayan bir tedbire karşı bireysel başvuru hakkı kısıtlanamayacağına (kısıtlanmaması gerektiğine) göre Yüksek Mahkeme, ya ilk tutuklulukla ilgili tutukluluğun önşartı hakkında inceleme yapmayıp tutuklulukta makul bir süre geçmesini beklemeli veya bu durumda da inceleme yapacaksa veya tutuklulukta makul bir süre geçip de “artan şüphe ve değişen durum” incelemesi yaparken, tutuklama tedbirinin önşartını da değerlendirecekse, işin esasına girmek suretiyle yürüyen soruşturma ve kovuşturmada savcılık makamının veya mahkemenin yetkisine müdahale etmemeli, esasında tutuklama tedbirinin hukukiliği ile sınırlı inceleme sonucu ile dosyanın esasına ilişkin yönlendirme ve hatta bağlayıcılık içeren ibareleri karar gerekçesinde kullanmaktan kaçınmalıdır.

Bu tartışma konusu, hassas bir duruma işaret eder. Yüksek Mahkemenin tutuklamanın hukukiliğini inceleme konusunda sınırı nedir? Elbette Yüksek Mahkeme; tutuklama tedbirinin uzunluğunu, tutuklunun hukuki durumunun değişip değişmediğini, adaletten kaçma veya delil karartma şüphesini gösteren sebeplerin varlığını ve en önemlisi de tutuklama tedbirinin önşartının bulunup bulunmadığını incelemelidir. Ancak Yüksek Mahkeme bu incelemeyi yaparken, savcılık, hakimlik veya yerel mahkemeyi de işin esası ile ilgili zor durumda bırakacak gerekçeleri kararda göstermekten kaçınmalıdır. Bu zorluk; belirttiğimiz şekilde tutuklama tedbirinin, esasında olağan kanun yolları tüketildikten sonra başlayan ve “olağanüstü kanun yolu” olarak nitelendirilen bireysel başvurunun, tutuklama tedbiri bakımından işin esası sonuçlanmadan kullanılabilir olmasından kaynaklanmaktadır.

Belirtmeliyiz ki, yukarıda bahsettiğimiz husus da esasında bir sakınca teşkil etmez. Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin tutuklama tedbiri ile ilgili verdiği hak ihlali kararının ve bu kararın gerekçesinin dosyanın esası yönünden bağlayıcılık taşımadığı, tutuklama tedbiri ile sınırlı önşart incelemesini gerçekleşmediğine veya ortadan kalktığına dair Yüksek Mahkeme kararının, yargılamanın esası bakımından yerel mahkemeyi beraat kararı vermeye mecbur kılmayacağı da tartışmasızdır, bunun aksi de düşünülemez, çünkü Anayasa Mahkemesi, bir derece veya temyiz mercii değildir.

Son söz;

Bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak “Yüksek Mahkeme” sıfatıyla yargı yetkisi kullanan, gerek Anayasa m.146 ila 153’de ve gerekse 6216 sayılı Kanunda görev ve yetkileri tanımlanan, üstlendiği fonksiyonlara yazının ilk kısmında yer verilen, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile eki protokollerinde tanımlanan temel hak ve hürriyetlerin koruyucusu olup, bu konuda yapılan başvuruları da değerlendiren Anayasa Mahkemesi’nin; yetkileri sınırında kalması, ancak verdiği kararlar itibariyle de “etkin iç hukuk yolu sayılma” özelliğini sürdürebilmesi, iç hukukta yargı yetkisi açısından çatışmanın yaşanmayıp, her yargı merciinin kendisine Anayasa ve kanunlarla tanınmış yetki sınırlarında hareket etmesi, yargı kararlarının infazı konusunda tereddüt yaşanmaması, hukuka aykırı yargı kararlarının ise yine Anayasa ve kanunlar dairesinde düzeltilmesi esastır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)