Ey insan, insanı ötekileştirme!’ Yunus EMRE

ÖTEKİ!

Tarih 20-21 Kasım 2009. O tarihte ben Ankara Barosu Başkanıyım. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı ise, değerli akademisyen Prof.Dr.MustafaAkkaya. Ankara Barosu ve Ankara Hukuk Fakültesi olarak birlikte bir etkinlik düzenledik. Etkinliğin konusu ‘Ötekinin Hukuku ve Kadın.

Öteki’ kavramı, ‘ötekileştirme’ fiili yeni bir kavram ve fiil değil elbette. Aksine kadim bir kavram ve fiil. Yerel de değil, evrensel. Yani geçmişte ve bugün bizim toplumumuzda olduğu kadar, başkaca toplumlarda da, sadece kabile toplumlarında değil, uygar diyebileceğimiz pek çok toplumda da olan bir şey.

Ve insan, insanlar tarih boyunca ve hemen her toplumda ‘öteki’ saydığını, yani ırkı, dini, düşüncesi kendisi gibi olmayanı hep dışlamış, dönüştürmeye, kendisi gibi yapmaya çalışmış, dönüştüremediklerini ise yok etmiştir.

Hem günümüz Türkiye’si bağlamında halen güncelliğini koruyan, hem de başkaca ülkelerde etkisini sürdüren ‘öteki’  olgusu üzerine, o gün yapılan etkinliğin açılışında yaptığım konuşmada şunları söyledim;

(…)

‘Öteki kimdir? “Öteki benim için, kah varlığımı benden çalan, kah bana ait bir varlık olduğunu ortaya çıkarandır.” diyor Sartre.

Sartre’ın yaklaşımına göre, “öteki” ile karşılaşma, karşılaşanlara yalnız olmama durumunu hatırlatır. Ama bu karşılaşmada “öteki” bakış değil, yüzdür. “Öteki”, beğeni veya hayranlığın hizmetine sunulan bir figür, yontulan bir heykel, yazılan bir metin değil, yüzdür.

Öyle olduğu için “öteki” ile ilişkinin filozofu Levinas, “Ötekinin, bendeki öteki düşüncesini aşarak kendisini tanıtma biçimine biz aslında yüz diyoruz” der ve şöyle devam eder: “Ötekinin yüzü, bu yüzün bende bıraktığı görsel izlenim, benim ölçülerimle bana uygun olan düşünceyi sürekli olarak yıpratır ve aşar. Yüz, çağrısına duyarsız kalamayacağım, onu unutamayacağım ve onun zavallılığının sorumlusu olmaktan kaçamayacağım bir şekilde beni etkisi altına alır. Öteki, öldürmek isteyebileceğim tek varlıktır. Onu şiddet kullanarak iktidarım altına aldığım zaman, kısmen de olsa yadsımış olurum. Yüzde somutlaşan sonsuzluk, iktidarıma direnmeye başlar ve beni, bir bütün olarak yüzü yadsımaya kışkırtır. Yüzün üzerinde iktidar kurma girişiminin doruğu olan öldürme eylemi, ölüm gerçekleştiğinde yüz katilinin ellerinden kayıp gittiği, tahakküm edilecek olan ebediyen kaybolduğu içindir ki, paradoksal bir biçimde kendi iktidarsızlığına ulaşır. Yüzü öldürmek imkansızdır. Onun, beni, benim iktidarımı rahatsız etmesinin nedeni, eğilim olarak benim şeylere anlam vermemdir. Onlar benimle ilişkileri sürdükçe anlamlıdırlar. Ama yüz, ötekinin yüzü, benden bağımsız olarak anlam ifade eder.”    

Nazilerin toplama kamplarında insanları çırılçıplak soyarak istiflemelerinin, gruplaştırmalarının nedeni, her bir insanın diğerinin yerine geçebileceği, homojen, benzer bir yığın oluşturmak ve böylece yüzün insana atfettiği gizemli ayrıcalığı elinden almak, onları görünmez hale getirmektir. Böyle yapıldığında, yani bedenler bir yerde çıplak olarak toplandığında, birey kitle içerisinde yok edilir, yüz de, yüz olmaktan çıkar.

“Öteki” ile ilgili felsefi yaklaşım ve değerlendirmelerden kısa bir sunuş yaparak başladım konuşmama. Felsefenin “öteki” ile ilgili yaklaşımından kopmadan, ama biraz daha somutlaşarak konuşmamı sürdüreceğim.

“Öteki” kimdir? Kimi Türklere göre Kürtlerdir. Kimi Kürtlere göre Türklerdir. Kimi Ermenilere göre Türklerdir. Kimi Türklere göre Ermenilerdir. Kimi Sunnilere göre Alevilerdir. Kimi Alevilere göre Sunnilerdir. Hıristiyanlara göre Müslümanlar, Müslümanlara göre Hıristiyanlardır, Yahudilerdir. Kimi kadınlara göre erkekler, kimi erkeklere göre kadınlardır. Onun için Nazım Hikmet, o güzel şiirinde, kadının ötekileştirilmesi bağlamında “soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen  kadınlarımız” demiştir.

Demem şu ki, “ötekinin”, “ötekileştirmenin” sonu yok. Bir kez başladınız mı “ötekileştirmeye”, kendi dışınızda olan herkesi, her varoluşu “ötekileştirmeye” başlarsınız. Sizin “ötekileştirdiğiniz” herkes de, sizi “ötekileştirmeye” başlar. “Ötekinin” varlığını, kişiliğini, haklarını, farklılığını, farklı olma hakkını tanımadığınız zaman, “öteki”de sizin varlığınızı, kişiliğinizi, haklarınızı, farklılığınızı, farklı olma hakkınızı tanımamaya başlar.

O zaman ne mi olur? Giderek özgürlüğünüzü yitirir, insanlığınızı eksiltirsiniz. Sadece bununla da kalmaz, bir tahakkümün kucağından, bir başka tahakkümün kucağına itilirsiniz. Bütün bunların bedelini ise, sevgiden, aşktan, içtenlikten, güvenden, güvenlikten, adaletten, sanattan, neşeden, oyundan kahkahadan yoksun iğreti hayatlar yaşayarak ödersiniz. Tıpkı bugün Türkiye’de olduğu gibi!

Oysaki “öteki” yüzdür. Komşunuzun yüzüdür, arkadaşınızın yüzüdür, meslektaşınızın yüzüdür, sevgilinizin yüzüdür, eşinizin yüzüdür. Onların yüzünü yok etmemek gerekir, yok edersek eğer, bizim yüzümüz de yok olur.

(…)