Büroda klima yok. Yazın ortasındayız. Cam açmışız ama nafile. Avukatlık bürosunun vazgeçilmezi deri koltuktan vazgeçeli birkaç dakika olmuş. Yere yatabilirim, zira yer daha serin. O esnada kapı çaldı. Baktık, bizden daha kan ter içinde bir adam. Küçüklüğümde izlediğim ‘Uçak’ adlı bir film vardı. Hani şu tehlikeli uçak yolculuklarını konu alan filmlerle dalga geçen bir iş. Filmin sonunda uçağı yere indiren başrol oyuncusunun kafasından aşağı ter niyetine resmen kovayla su boşaltıyorlardı. O durumda bir adam. ‘Hıyyyn, höyyyn’ şeklindeki KOAH belirtileri ve hırıldamalar da cabası. Kendi derdimi unuttum, adamla ilgilendim. Bir yanda terini siliyor, bir yandan nefes ve kardiyovasküler sistemini düzene oturtmaya çalışıyor, diğer yandan da derdini anlatmak niyetinde. Ama hiçbir şey anlamıyorum. ‘Bu garı höyyyyyyn beni kıpssssss bitirdiyehh’ şeklinde bir şeyler duyabildim. Ya eşini dövdü ne yapacağız diye sormaya gelmiş ya da boşanacak.

Müvekkile gereken kalp masajı, elektroşok gibi müdahale yöntemlerini uyguladıktan sonra hayata döndürmeyi başardık. Elini alnına koyup suyunu içti, sigarasını yaktı, anlatmaya başladı.

- Ben boşanacam. Vallahi de billahi de tillahi de boşanacam. Boşayın beni.
- Tamam amca, ne oldu bir anlat?
- Beni boşayın.
…..
- Boşayın lan beni!
- Tamam yahu ne bağırıyorsun. Konuyu anlat konuyu.
- Boşa.
- Al, bir bardak daha su iç. Ne oldu tek tek anlat şimdi.
- Ben bu kadından da, yeğeninden de, kardeşinden de bıktım.
- Tamam. Ne yaptılar sana?
- Nasıl ne yaptılar! Nasıl ne yaptılaaaar! Duymadın mı?
- Neyi duymadım mı?
- Nasıl avukatsın sen ya? Nasıl duymadın ya?

O esnada, ‘madem bu mesleği yapıyorum gizli servisin kontr-espiyonaj bölümünde de çalışmam lazım galiba’ dedim. Öyle ya, nasıl olur da hiç tanımadığım bir adamın karısının yeğeninin ona yaptıklarını duymamış olurum? Hadi hedefi küçültelim, en azından oturduğu bölgenin muhtarı olmalıyım ki, hiç tanımadığım adamın hiç tanımadığım karısının hiç tanımadığım yeğenlerinin eylemleri hakkında bilgi sahibi olabileyim.

- Amca, avukatlıkla ne alakası var bunun? Sen anlat, ben bir hal çaresine bakacağım.
- Genç olacaklar bir de. Hiçbir şeyden haberleri yok. Dinle. Dinliyor musun? Hah dinle. Bak, sene ’58. Hiç unutmuyorum.
- ’58 senesi unutulacak bir sene değildi zaten. Ben bile hatırladıkça ara ara duygulanırım.
- Öyleydi… Şimdi bizim evin bahçesinde kocaman bir dut ağacı vardı. Beyaz dut. Babamla iki amcam geldiler, yanlarında da sünnetçi. Biri bir kolumdan, diğeri diğer kolumdan tuttu. Küçük amcam da bir kutu lokum almış, onu yedirmeye çalışıyor.

Konu nereye varacak diye düşünüyorum. Ve amcanın kaç yıllık evliliğini sonlandıracak sebepleri çocukluğuna inerek arıyoruz. Evet, 1958 yılı. Çok unutulmaz bir yıl. Sünnet var. Lokum yediriliyor. Aile büyükleri kesim işlemi konusunda çok kararlı.

- Amca, boşanmayla ilgisi yok bunların. Sen konuya gel konuya.
- Bi’ dinle! İyi ki okul okudunuz. Saygı yok, dinleme yok, efendilik bitmiş. Küçük amcam lokumu yediriyor, o sırada sünnetçi içeriye girdi. Ben bir korktum oğlum, ama nasıl korktum. Ellerinden kurtulup bahçeye attım kendimi. Oradan da pırrrr dut ağacının tepesine.

Evet, olay örgüsüne dut ağacı da eklendi. Demek ki, lokum yedirilen küçük çocuklar korktuklarında dut ağacına tırmanıyorlar. Bu bilimsel veriyi elde etmem iyi oldu. Birçok davada işime yarayacak. Zira bu davanın da kilit noktasını teşkil ediyor.

- Ee amca, sonra seni ağaçtan indirdiler, elini kolunu tutup sünnet ettiler, sonra da eğlendiler, bir hafta sonra da mahalleye çıkıp top oynamaya başladın değil mi?

- Afferin yavrum. Avukat dediğin böyle olur işte.
- Dedeme de aynını yapmışlar da oradan biliyorum. Ben salak olduğum için kaçamadım. 50 tane adam abanınca kımıldayacak hal kalmadı. Anca bağırdık çağırdık ağladık işte.

Ne yapıyorum ben? Boşanma davası almak üzereyken müvekkille karşılıklı sünnet törenlerimizi konuşuyoruz. Tuzağa düşme oğlum Erdem. Konunun yönünü sen tayin etmelisin. Gereksiz ayrıntıları temizle.

- Sizinkiler de sünnet mi. İğneyi vur, kes gitsin. Ne acısı var ne sızısı. Bizimkinde öyle iğne miğne de yoktu. Kesip üstüne bastılar külü.
- Amcaaaa! İyice detaylandırdın olayı. Tamam yahu! Boşanmaya gel boşanmaya. Yenge hanımın dingil yeğenleri ile serseri kardeşlerini anlat.
- Sen beni dinlemeyeceksen ben gideyim.
- Tövbe ya…
- Yok yok, valla gideyim ben.

Müvekkil kaçıyor. İpleri eline almanın zamanı geldi Erdem. Hadi koçum. Yapabilirsin.

Dur dur, gitme bir yere. Bak amca, senin sünnetinle bizim boşanma davasının direkt bir ilgisi yok, bu anlattıklarını asıl sorunu söyledikten sonra dinleyeyim ben tamam mı? İlgisi varsa onu da dilekçeye ekleriz. Ben sana bunu anlatmaya çalışıyorum ama sen hep kızıyorsun.

Sen müvekkilini tanımadan avukatlığını nasıl yapacaksın?

Bak, kendini, travmalarını anlatman için başka mesleklerden arkadaşlar var. Onlar daha iyi yardımcı olur sana. Sen şimdi anlat, yenge hanım evi mi terk etti, sana uçan tekmeyle mi giriyor, eroine mi başladı, mafyaya mı katıldı, aklını mı yitirdi, ne oldu?

Şimdi sünnet bitince bana kocaman bir araba hediye ettiler. Onu da mahalleden İbrahim çaldı, yıllar sonra itiraf etti bana it. Değil mi ama avukat bey oğlum, sen niye çalıyorsun benim sünnet hediyemi?

‘Galiz küfür’, ‘sinkaf’ gibi kelimeler uçuşuyor büronun duvarlarında. Kolonya ile serinlemeye ve sakinleşmeye çalışıyorum.

Vay şerefsiz İbo ya… Çalmış bir de yıllarca gizlemiş. Tam çakal.

Hem de ne çakal. Neyse efendim, ben okula başlayınca bununla aynı sınıfa düştük. Biz zengindik eskiden. Bana bir önlük diktirdiler, en kaliteli kumaştan. Bununki o kadar iyi değil diye her gün önlüğümün bir yanını söküyor. Kıskanç! Hemi de ne kıskanç. O zamanlar 27 Mayıs bayram olarak kutlanırdı. Ben şiir okuma yarışmasına giriyorum, bu İbrahim de giriyor. Ben kazanınca da yapmadığını bırakmıyor bana. Kıskanç! Hemi de ne kıskanç. Sonra bir gün Hıdırell…

- Amca! Amcaaaooooaaaaeeeeey! Hadi git. Git buradan. Delirttin beni be!
- Ne bağırıyon be! Derdimizi anlatıyoz burada!
- Çııııık! (Haykırışı duyan katip içeri gelir). Abi, çıkart şunu buradan. 10 saniye içinde çıkart kurban olayım. Nabız 140’a dayandı. Çıkart bu adamı.

Amcayı çıkarttık. Sinirden kalp Afrika kabilesi tamtamı gibi atıyor. Kan ter içindeyim. İlk bardak suyu önce başıma döktüm, diğerini içtim. Ellerin titremesi durmuyor. Hani, o kadar saçma sapan şeyleri dinlemek bile bazen dert değil de, amcanın çıkarken, “Bir de avukat olacaksınız. Daha dert dinlemeyi bilmiyorsunuz. Beni tanımadan nasıl boşayacaksın! Terbiyesizler! Okudunuz diye adam mı oldunuz lan! İnşaattan düşüp ayağımı kırdım, 3 ay okula gidemedim ama gene de derslerimi geçtim! Hem de o İbo’dan daha iyi notlarla geçtim! Dinleyeceksiniz lan! Hepiniz aynısınız şerefsizler! Bugün bu üçüncü avukat! Kim dinleyecek lan beni!” sözleri galiba beni biraz kızdırdı.

KISSADAN HİSSE (NETİCE VE TALEP):

Yukarıda bahsedilen sebepler ve değerli okurun re’sen gözeteceği hususlarla;

Avukatlara psikolog muamelesi yapılmamasına,
Dava konusunun dışına en düşük seviyede çıkarak meramın anlatılmasına,
Yıpranma payı ve akli dengesini yitirmek zorunda bırakılan avukatların tedavi masraflarının karşı yana tahmiline karar verilmesini kendi kendime bilvekâle talep ederim. Ehe, ehe…

Kendi Kendimin Vekili
Av. Erdem OKTAR

(Kaynak: Solhaber)