Babaannem aradı:
– Şenay var ya çocum.
+ Bilmiyorum, ne olmuş babaanne?
– Onun kaynanasıgil var ya Serap, şişman olan.
+ Bilmiyorum, ne olmuş babaanne?
– Onun kardeşigil var ya Tülay, sarışın hani, kısa boylu.
+ Bilmiyorum, ne olmuş babaanne?
– Kocasına mahkeme açacakmış, avukat lazımmış.
+ Gelsin görüşelim babaanne.
– Tamam, sen ona akraba işi yap emi çocum.
 
Tanımadığım Serap’ın şişman kaynanasıgil Şenay’ın sarışın, kısa boylu kardeşigil Tülay, yazıhaneye elinde bir kutu çikolatayla geldi. Gözlerinde “akraba işi olacak değil mi?” tedirginliği, 25 senelik evlilik birliğinin nasıl temelinden sarsıldığını düğün merasiminden itibaren anlatmaya koyuldu: “Kaynanamgil bizimkine nereden buldun bu kara kuru şeyi diyordu avukat hanım! Düğün günü bak düğün diyorum! Daha saçım duruyor, duvağım çıkmamış!” Ben de teselli etmeye çalıştım: “Üzülmeyin, kara da değilsiniz kuru da artık zaten geçmiş gitmiş.”
 
Ben, “sonra gel” dedikçe; sarışın, kısa boylu Tülay, balayı kavgalarını, kızının 40 mevlüdünde çıkan nümayişi anlatıyordu. Baktım baş edemeyeceğim, ben de Mabel’e davrandım. Enikonu üç saat, otuz sayfa görüşme notu ve dibi görünen Mabel kutusundan sonra, çekişmeli boşanma davası açılacağını ve davanın da ömrümde gitmediğim bir ilçede görüleceğini kendisine müjdeledim. “Tamam” deyip, “Akraba işi olacak ama değil mi?” diye ilave etti. “Tabii” dedim, “sen merak etme!”
 
Davayı açtık. Ömrümde gitmediğim ilçenin tanınmış şahsiyetlerinden olan davalı koca, dördüncü celseden sonra beni makamına buyur etti. “Olur” dedim, “Dur geleyim. Mabel var mı?”
 
Sarışın, kısa boylu karısı Tülay’ın aslında bir kuyu cadısı olduğunu, benim iyi bir insana benzediğimi, tez zamanda ondan yakamı sıyırmamı, zaten sıyırmazsam çok pişman olacağımı, bunun bir abi nasihati olduğunu, zaten dava dilekçesine yazdıklarımın cücük kadar ilçenin her köşesinde fısır fısır konuşulduğunu, adamcağızı ele güne rezil ettiğimi, nihayetinde iki daire biraz da tazminata fit olabileceğimizi söyledi. “Müvekkille görüşeyim ben bi” dedim, Mabel yerine elime tutuşturduğu akide şekerini yutarak. “Zaten” dedim, “Evlerin de tedbirli bilesin.”
 
Makamında havamı çatır çatır attıktan sonra on saatlik otobüs yolculuğundan şişen ayaklarımı serinletecek bir belediye havuzu aramaya koyuldum. Duruşma masrafı olarak akraba işi tam yetmiş iki tele on üç kuruşum olduğundan, iki çay bir az çorbayla günü kapatıp; nasılsa kek, kraker verdikleri otobüse yollandım.
 
Sarışın, kısa boylu Tülay’ı yazıhaneye çağırdım ertesi gün. “Bak” dedim, “Sarışın, kısa boylu Tülay. Kocangil böyle diyor. İki eve, şu kadara razı mısın?” Tülay, “Parası biraz az geldi ama tamam madem” dedi. Artık Mabel de getirmiyordu.
 
Protokolü hazırlayıp önüne koydum, hemencek imzaladı. Boşanma davasını protokole bağlayınca ipten adam alan avgat olmuştum. Evleri Tülay’ın üzerine geçirtmiş, adamın çay kaşığına varıncaya kadar almış, duruşma da bir konuşmuş bir konuşmuş, hâkimi kendime hayran bırakmış, bi bunun kadar da yerin altında olan halimle koskoca bilmemkimi korkudan tir tir titretmiştim. “Teveccühünüz” diyordum, “Mabel var mı?”
 
Evler, tazminatlar çatır çatır sarışın, kısa boylu Tülay’ın carisine kaydedilirken, “Şu akçeli işleri bi halletsek” dedim Tülay’a. “Tabii çınım ben senin hesaba geçeyim” dedi; geçti de… Elimde Karaköy’de dört kişilik mükellef bir sofra parasından ibaret “akraba işi” vekâlet ücreti, koltuğumda şöylece bir dönmüşüm. “Tülay” dedim, “Ne yapıyorsun? Bu nedir?”
 
– Davayı bitirmedin ki zaten?
+ Bitti ya Tülay!
– Biz anlaştık ya, öyle mahkeme kararıyla bitmedi dava.
+ Tülay kendine gel, evler filan diyorum.
– E tamam, istedi verdi. Sen mi aldın? Yeter o yeter sana.
+ Tedbirler filan Tülay, cehennemin dibine gitmeler gelmeler?
– Tapuları ben söyledim de koydun, ne yaptın ki?
+ Tülaaaaaay!
– E akraba işi, ne baarıyon. Sözleşmemiz de yok zaten (Sormuş!)
 
Tülay’a işin adli makamlara intikal edebileceğini, tarafından darp edilebileceğimi, babaannemin sinir krizleri geçireceğini göze alarak bildiğim bilmediğim, yakası açıldık açılmadık bütün küfürleri saydırdım. Aile krizine dönüşen “akraba işi” yaklaşık üç ay karşılıklı bağırış çığırışla sürdü gitti. Nihayetinde, yüksek yerlerdeki kocanın hemşerisi ve mevzuyu bilen bir meslektaşım verdi müjdeli haberi. Yerel bir gazetenin cemiyet hayatı sayfasını göndermiş bana, “Seninkinin kocası değil mi bu ayol!” diye.
 
 “Yüksek yerlerdeki Koca Bey ile şehrimizin başarılı doktorlarından Kerime Hanım dillere destan bir düğünle dünya evine girdi.” Karşılıklı pastalar mı yedirilmiyor, kahkahalar mı atılmıyor, alkışlar mı tutulmuyor. Sadece üç ay mı geçmiş aradan? Seni sevmemişler mi Tülay? Hiç mi sevmemişler? Meğer bundan mı boşamış seni palas pandıras? Tüh, gördün mü sen?
 
Gazeteyi bir paket Mabel’le birlikte kalpli zarfa koyup sarışın, kısa boylu Tülay’ın mernis adresine gönderdim: “Akraba işi!” 
 
Babaannem aradı:
– Tülay var ya çocum.
+ Biliyorum, ne olmuş babaanne?
– Ayıp değil mi çocum, kadını ağlatmışsın. Gönderilir mi öyle şey?
+ Ay beğenmiş mi babaanne?
– Eşşoğlu beş kulak!

ASLIHAN KOCABAL / AVUKADOS


Kaynak: www.avukados.com/single-post/2017/06/20/Akraba-isi