Serbest avukatların geçim kaynağının müvekkillerden gelen işler olduğu düşünüldüğünde, müvekkilleri “düşman” olarak tanımlamak, çok da yakışık alır bir tanımlama değildir. Düşman tanımlaması, abartılı olmakla birlikte, bu söylemle amaçlanan, müvekkile karşı her zaman dikkatli olunması gerekliliğinden ileri gelmektedir.

Hizmet sektöründe, çoğu zaman, vaad ettiğiniz niteliklerde ürünü müşteriye teslim eder ve ücretini alırsınız. Sonrası, garanti ettiğiniz sürede teknik destek vermekten ibarettir. Satışa konu ürün, böyle bir garanti vermeyi gerektirmiyorsa, alım satım işi ile birlikte, o müşteriyle olan satış ilişkiniz bitmiştir. Elbette ki müşteri memnuniyeti, beraberinde yeni müşterileri getirecektir. Ancak vurgulamak istediğimiz husus, hizmeti vaad ettiğiniz kalitede sunduğunuzda, alışveriş işlemi, kısa bir sürede sonuçlanacaktır.  Oysa avukatlıkta, alınan iş, yargı sistemimizin yoğunluğu ve temyiz aşaması da dikkate alındığında, istisnai durumlar hariç, yıllarca avukatın uhdesinde kalır. Öyle davalar vardır ki, sonuçlanması 10 yıl sürer. Dava sonuçlanmadığı müddetçe de, avukatın müvekkili ile olan ilişkisi devam etmek durumundadır.

Uygulamada, sadece işini düzgün yapmayan avukatların değil, yapanların da müvekkilleriyle kötü olduklarına sıkça rastlayabilirsiniz.  Hatta öyle zamanlar olur ki, müvekkil, bir icra ya da dava dosyasında, avukatının bilgisi dışında karşı tarafla anlaşır. Bu tür müvekkiller için avukatın harcadığı emek ve mesai önemsizdir. Sorsanız, avukatın yaptığı hiçbir iş yoktur, meseleyi kendisi çözmüştür. Bu nedenle avukatın hakettiği hiçbir şey de doğal olarak yoktur. 

Oysa çoğu zaman,  karşı tarafı anlaşmaya iten, avukatın başlatmış olduğu icra takibi ya da açılmış olan davadır. İhtilafı yargıya taşımadan önce ödeme yapmaya yanaşmayan davalıyı / borçluyu, başlattığı işlemlerle ödeme yapma ya da alacaklı ile uzlaştırmaya zorlayan avukatın bu emeklerinin gözardı edilmesi ve aradan çıkarılmaya çalışılması, yakışık alır bir hareket tarzı olmamakla birlikte, uygulamada sıklıkla rastlanılan bir durumdur. İnsanla uğraşmayı getektiren her meslekte olduğu gibi, avukatlıkta da bu anlamda sıkıntılar, haksız aziller,  avukatı aradan çıkaracak şekilde habersiz uzlaşmalar, sık örneğine rastlanan ve avukatları meslekten soğutan durumların başında gelir.

Ancak herşeye rağmen, adaletin yerini bulmasındaki etkin rolü, toplumdaki itibarı ve kazancıyla birlikte değerlendirildiğinde,  bazı kurallara dikkat ederek bu tür sorunlu müvekkillerden uzak durmak ve mesleği keyifle icra etmek pekala mümkündür. Tüm müvekkillerin de sorunlu olduğundan da bahsetmek, sorunsuz müvekkillere haksızlık olacaktır. Avukatın en büyük düşmanı, söylendiğinin aksine, müvekkili değil bizzat kendisi, “kibiri”dir. Tutulamayacak vaadler, aşırı özgüven nedeniyle yeterli araştırma yapılmadan yazılan dilekçeler, müvekkilleri maddi durumlarına göre sınıflandırma gibi tutum ve davranışlar, avukatı hem hata yapmaya iter, hem de avukatın müvekkil kaybetmesine (ya da zor müvekkil edinmesine) sebebiyet verir.

Oysa müvekkillerini halktan edinecek olan avukatın, kibri bir yana koyup, samimi ve güven veren ilişkiler kurmayı bilmesi, insanları maddi durumlarına, kılık kıyafetlerine göre sınıflandırmaması, avukat olmasından ziyade, insan olmasının gereğidir. Özgüven elbette ki gerekli ise de, herşeyde olduğu gibi, özgüvenin de aşırısı avukata ciddi anlamda zarar verecektir.



http://hukukitavsiyeler.com/2015/02/avukatin-en-buyuk-dusmani/