Çıkış Garantileri; kabaca, darbelerin yaşanması sonrasında, darbecilere sivil otorite üzerinde etkilerini devam ettirecek, gerektiğinde yönetime müdahale edebilme ve darbe sırasında ve sonrasında Anayasal düzene karşı işlemiş oldukları suçlar sebebiyle “yargısal bağışıklık” sağayan, anayasal ve yasal düzenlemelerdir. Darbelerin yaşandığı ülkelerde de örneği bulunan bu tür düzenlemeler; tarihi darbelerle yoğrulmuş ülkemizde de mevcuttur (1).

Müdâfaa Garantisi, muhtemelen 15 Temmuz sonrasında dünya hukuk literatüründe yerini alacak(2). Yürütme erki, 24.12.2017 tarihinde yayınladığı 696 Sayılı KHK’yla, 15 Temmuz kalkışmasına karşı direnişe katılan resmi göreve haiz olmayan sivillere yargı bağışıklığını içeren düzenleme getirdi. Buna göre, 15 Temmuz gecesi ve 16 Temmuz sabahı, kalkışmaya karşı direniş hareketine katılan sivillere, kalkışma sırasındaki eylemlerinden dolayı yargı önüne çıkarılması engellendi. Böylelikle direnişe katılıp resmi sıfata haiz olmayan siviller de, yargı bağışıklığına kavuşmuş oldular.

15 Temmuz kalkışmasının bastırılmasının ertesinde, Hükümet 668 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle; hem Olağan Üstü Hal (OHAL) ilan etti, hem de OHAL’in çerçevesini belirledi. Elbette ilk OHAL KHK’sı olma özelliği taşıyan 668 Sayılı KHK, OHAL çerçevesi çizmekle sınırlı değildi. Kalkışmanın bastırılması sırasında yapılan faaliyetlerden dolayı sorumsuzluk getiren 37. Madde bu KHK’da zaten mevcuttu. 08.11.2016 tarihinde kanunlaşması öncesinde mecliste görüşülürken de, resmi görevlilere yargı bağışıklığı getiren hususlarla ilgili itirazla karşılaşılmadı. Böylelikle 668 sayılı KHK, mecliste 6755 sayı numarasıyla kabul edilerek kanunlaştı. 6755 Sayılı kanunun Sorumluluk Başlıklı 327. maddesinde “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında karar alan, karar veya tedbirleri icra eden, her türlü adli ve idari önlemler kapsamında görev alan kişiler ile olağanüstü hal süresince yayımlanan kanun hükmünde kararnameler kapsamında karar alan ve görevleri yerine getiren kişilerin bu karar, görev ve fiilleri nedeniyle hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluğu doğmaz.” denilerek resmi görevliler için yargı bağışıklığı getirilmiş oldu.

Yargı Bağışıklığı kanun, hukuk tekniği bakımından, Türkiye’nin ilk defa gördüğü bir kanun türü değildi. Hatta kalkışma direnişle karşılaşmasa veya darbeciler direnişi bastırıp başarılı olabilselerdi, benzeri yasaları çıkaracaklardı. Kendilerine Yurtta Sulh Konseyi diyerek darbeye karar veren/verdiltilen grup; Yeni anayasa yapacaklarını zaten işgal ettikleri TRT’den duyurmuşlardı. İşte yapacakları bu anayasada, kendilerini tüm soruşturmalardan ve yargılamalardan koruyacak “Çıkış Garantileri” olacaktı.

1961 Anayasasının Geçici 4. Maddesi, 1982 Anayasasının Geçici 15. Maddesi darbecilere yargı bağışıklığı getiren, Çıkış Garantileriydi. Darbeyi yapanlar devleti yönetme yetkisinin bir kısmını ellerinde tutarak Çıkış Garantileri aldıkları (Cumhurbaşkanlığına kendi atadıklarının getirilmesi) gibi, aynı zamanda yargı bağışıklığı getiren bahsi geçen maddeleri de anayasaya koydular.

6755 yasanın 37. maddesine 24.12.2017 tarihinde yapılan 696 sayılı KHK’yla ekleme yapılarak “Resmi bir sıfat taşıyıp taşımadıklarına veya resmi bir görevi yerine getirip getirmediklerine bakılmaksızın 15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması kapsamında hareket eden kişiler hakkında da birinci fıkra hükümleri uygulanır.” denilmek suretiyle resmi görevi olmayanlar dışındakilere de yargı bağışıklığı getirildi.

15 Temmuz kalkışmasının bastırılması sırasında resmi görevlilerden çok, resmi olmayan sivil halk inisiyatif almış; bizzat çatışmaların içine girmiş ve çok sayıda kayıp sivil kesimden olmuştu. Yani asıl çatışmaları yaşayan ve kalkışmayı bastıran kesim yargı bağışıklığından yararlanamazken; o gece ve sabahında adeta halkın yardımcı unsuru olan resmi görevlilere yargı bağışıklığı getirilmişti. Böylelikle sivil kesime “Müdâfaa Garantisi” olarak adlandırdığımız yeni bir hukuki koruma zemini ihtiyacı doğdu.

Yapılan düzenlemenin amacının darbenin sivil direnişçilerinin yargı önüne çıkmasını engellemek olarak açıklansa da, maddede süre ve eylem sınırı olmaması haklı tepkileri topladı. Yürütme kanadından bu maddenin sadece 15 ve 16 Temmuzu kapsadığı söylense de, hukuk tekniği bakımından madde metninde yer alması gerektiğine ilişkin çokça görüş ortaya atıldı. Üstelik metninde geçen “…bunların devamı niteliğindeki eylemlerin bastırılması…” şeklindeki ifadenin, düzenlemenin şimdiki zamanda gerçekleşecek daha başka terör eylemlerine teşmil edilip edilmeyeceğini düşündürdü. Asıl korku ise bu maddenin varlığına güvenerek karşıt grupların birbirleriyle çatışmasının yolunun açılacağıydı.

Yürütmeden gelen maddenin süre ve olayla sınırlı olduğuna dair açıklamalar, maddenin gerekçesini oluşturdu ve bu madde üzerinden oluşabilecek istismarlara karşı yargı muafiyeti getirmediğini ilan etti. Meclisin önüne gelerek kanunlaşması safhasında da mecliste yapılacak tartışmalarda da, yine aynı gerekçelerin olgunlaşacağı ve kanunun sadece 15-16 Temmuzu kapsayacak şekilde oluşacağı kesinleşti.

Bunun dışında KHK ruhu gereği bundan sonraki olmamasını dilediğimiz darbe teşebbüsleri ve darbe boyutundaki olabilecek terör tehditlerine karşı siviller için bir hukuki garanti oluşturdu. Zira benzeri bir kalkışmanın yaşanması halinde direnecek siviller için Müdâfaa Garantisini ihtiva eden düzenlemeler yapılacağı yolunda, kanuni bir içtihat var artık. Yanlış anlamaya mahal vermemek için tekrarlamak gerekirse, bahsettiğimiz Müdâfaa Garantisi ancak 15 Temmuz benzeri bir olayın tekrarı durumunda, Yürütme erki tarafından yapılacak yeni bir düzenlemeyle olabilir. Yani bu yazının konusu olan 696 sayılı KHK’nın kendinden sonraki olaylara teşmili artık mümkün değildir.

Böylelikle bir daha hiç yaşanmayacağını umduğumuz bu gibi olaylar karşısında; halkın, seçilmişlerin ardında durma hakkı, uluslararası hukukça da tanındığı gibi, iç hukukumuzda da yerini aldı. Birleşmiş Milletler Evrensel bildirgesinin başlangıç kısmında “…İnsanın istibdat ve baskıya karşı, son çare olarak ayaklanmaması için…” denilmek suretiyle devletlerce tanınmış insanın direniş hakkı, son çare olarak direnmekten başka çaresi kalmamış siviller için yerli bir düzenleme oldu.

Darbeye karşı, yani “istibdat ve baskıya karşı” son çare olarak sokağa çıkıp, direniş sergilemekten başka çaresi kalmayan halk, zaten böyle eylemleri sebebiyle yargılanmamalı ve yargı bağışıklığına kavuşmalıydı. İç hukuk yollarıyla, Türk Ceza Kanunun “Anayasayı İhlal” Başlıklı 309. Maddesi, “Cumhurbaşkanına Suikast ve Fiili Saldırı” başlıklı 310. Maddesi, “Yasama Organına Karşı Suç” başlıklı 311. Maddesi, “Hükümete karşı Suç” Başlıklı 312. Maddesi ve devamı maddeleri ile; Milli Savunmaya karşı Suçlar bölümünün “Askeri Komutanlıkların Gaspı” Başlıklı 317. maddesini/maddelerini ihlal eden ve halkın seçtiği sivil yöneticilerinin ve aynı zamanda halkın bizzat kendisinin bedenî bütünlüklerine karşı meydana gelen organize saldırılara karşı, meşrû müdafaanın şartları da çoktan oluşmuştu. Türk Ceza Kanunu 25/I’e göre zaten direnişçi sivillerin kalkışma girişiminin bastırılması hususundaki eylemler nedeniyle cezalandırılamamaları gerekirdi. Ancak elbette, 696 sayılı KHK düzenlenmesi olmasa yargı karşısına çıkacak ve yargılama prosedürü yerine getireceklerdi.

Sonuç olarak, gereklilik hâsıl olması sebebiyle getirilen 696 Sayılı KHK’nın 121. maddesi, zaten eylemlerini hukuka uygun hâle getiren meşru müdâfaa şartlarının oluşması sebebiyle, kişileri aslında sadece yargılama prosedüründen uzaklaştırdı. 6755 sayılı kanunla resmi sıfatı haiz kişilerle, eşitsizlik yaratan hukuki durum düzeltilerek, yapılan açıklamalarla da düzenlemenin 15-16 Temmuz olaylarıyla sınırlı olduğu gerekçelendirilmiş oldu. Bizce düzenlemeyle ilgili eksiklik giderilmiş olsa da, hassasiyet gözetilerek kanunlaşması sırasında defaatle aynı ve benzeri açıklamalar kapsamlı şekilde yapılmalı ve kanuni gerekçesi hiçbir kuşkuya yer bırakılmayacak şekilde oluşturulmalıdır.
 

Av. Burak Diyarbakırlıoğlu

-------------------------------------

(1) Ayrıntılı bilgi için, Serap Yazıcı,Dr, Türkiye’de Askeri Müdahalelerin Anayasal Etkileri, Yetkin yayınları.
(2) Elbette başka şekilde adlandırmak mümkün fakat henüz böyle kabul görmüş bir terminolojiye rastlayamadığımdan bu şekilde ifa etmeyi tercih ettim.