Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 2015/941 başvuru numaralı ve 25.10.2018 tarihli İskenderun Demir ve Çelik A.Ş. kararında; kendi ürettiği elektriği tüketen vergi mükellefleri yönünden, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun elektrik ve havagazı tüketim vergisinin ödenmesine ilişkin düzenlemesinin “kanunilik” ölçütüne aykırı olduğuna, bu düzenlemenin vergi mükelleflerine sağlanan anayasal teminattan yoksun olduğuna ve vergilendirme yoluyla gerçekleştirilen başvuruya konu müdahalenin mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar vermiştir.

1. Başvuruya Konu Somut Olay ve Başvurucunun İddiası

Başvurucu Şirketin iştigal konusu çelik üretimidir. Çelik üretiminde, demir cevheri saf çelik haline getirilmektedir. Bu geçişte karbon kullanıldığından, karbonun elde edilmesi için, taş kömürünün işlenmesi suretiyle kok kömürü elde edilmektedir. Taş kömüründen kok kömürü elde edilir iken, ortaya çıkan kok gazı ise elektrik ve buhar üretiminde veya doğrudan eritme işlemlerinde kullanılmaktadır. Böylece başvurucu, elektrik enerjisini ve gaz ihtiyacını kendi imkanlarıyla karşılamaktadır.

Başvurucunun faaliyet gösterdiği İlçedeki Belediye; başvurucunun bu yöntemle ürettiği elektrik ve havagazını tükettiğini, bu sebeple 2464 sayılı Kanunun 34 ila 39. maddeleri uyarınca elektrik ve havagazı tüketim vergisine tabi olduğunu, Kanunda öngörülen tüketim vergisini ödemesi gerektiğini bildirmiştir. Başvurucu Şirket, farklı dönemlere ilişkin elektrik ve kok gazı tüketimine ilişkin verginin tahakkuk tutarını Belediyeye ödemek durumunda kalmıştır. Başvurucu, vergi tahakkukunun terkini ve ödenen vergilerin iadesi talebiyle Vergi Mahkemesinde dava açmıştır. Yerel Mahkeme farklı tahakkuk dönemlerine ilişkin davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu Şirketin kendi ürettiği elektriği yine kendi tesislerinde tükettiği hususunda ihtilaf olmadığı, başvurucu Şirketin 2464 sayılı Kanun m.36’da istisna olarak sayılan doğrudan doğruya elektrik ve havagazı üreten dağıtım ve istihsal müessesesi olmadığı ve Kanunun, gerek satın alma yoluyla karşılanan ve gerekse kendi imkanlarıyla üretilen elektrik ile havagazının tüketilmesinde ayırım gözetmediği, Kanunun üretilen elektriğin tüketilmesi ihtimalinde vergiden muafiyet öngörmediği belirtilmiştir. Danıştay 9. Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesinde, Yerel Mahkemenin kararı onanmıştır. Başvurucunun karar düzeltme talebi de aynı Dairece reddedilmiştir.

Başvurucu Şirket; tükettiği elektrik ve kok gazının kendisi tarafından üretildiğini, bu elektriği kendi işletmesinde kullandığını, bu tasarrufun tüketim vergisinin konusuna girmediğini, ayrıca vergi sorumlusunun, matrahın, oran, beyan ve ödeme usulünün Kanunla düzenlenmesi gerektiğini, 2464 sayılı Kanunun bu esaslı unsurları açıkça düzenlemediğini, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuna dayalı olmadığını ve otoprodüktör[1] olarak sağladığı enerji üretimini ve dolayısıyla kamusal faydayı caydırıcı yönü bulunduğunu iddia etmektedir. Bakanlık görüşünde ise, başvurucu Şirketin kendi ürettiği elektriği kendi işletmesinde tüketmesi hususunda, 2464 sayılı Kanunun istisna hüküm ve vergi muafiyeti öngörmediği ileri sürülmüştür.

2. Anayasa Mahkemesi’nin Değerlendirmesi

2464 sayılı Kanuna göre; elektrik ve havagazı vergisinin konusu, belediye sınırları ve mücavir alanlar içinde elektrik ve havagazı tüketilmesi olup, elektrik ve havagazı tüketenler bu verginin mükellefi olarak belirlenmiştir. Elektrik enerjisini tedarik eden ve havagazını dağıtan kuruluşlar, satış bedeliyle birlikte bu verginin tahsilinden ve ilgili belediyeye yatırılmasından sorumludur.

Bireysel başvuru kapsamında, vergiye ilişkin hukuk kurallarını yorumlama veya vergisel olay ve olguları değerlendirme gibi bir görevi bulunmadığını belirten AYM; vergilendirme yoluyla mülkiyet hakkına yönelen bir müdahalenin mevcut olduğunu kabul etmekle, müdahalenin belirli, ulaşılabilir ve öngörülebilir bir kanuni temelinin bulunması gerektiğini belirtmiştir. Bu hususta AYM, ihlal kararının 72. paragrafında; mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolü veya düzenlenmesine ilişkin müdahale türü yönünden kamu makamlarının geniş bir takdir yetkisinin olmasının, müdahalenin kanuna dayalı olması gerektiği olgusunu değiştirmediğini ifade etmiştir. Hangi müdahale türü olursa olsun, mülkiyet hakkına ancak ulaşılabilir, belirli ve öngörülebilir bir kanun ile müdahale edilebileceği kuşkusuz olup, müdahale türleri arasındaki farklılaşma, ölçülülük yönünden önem taşımaktadır.

a) Vergilendirme Yoluyla Gerçekleştirilen Müdahalenin “Kanunilik” Ölçütü Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden vergilendirmenin kanuni dayanağının olup olmadığının tespitinde (kararın 76 ila 84. paragraflarında);

Yerel Mahkemelerin kabulüne göre; başvurucu Şirket kendi üretimine dayalı olsa da, elektrik ve havagazı tüketiminde bulunmaktadır ve başvurucunun yürüttüğü faaliyet, 2464 sayılı Kanunun 36. maddesinde sayılan istisnalar kapsamında bulunmadığı gibi, verginin konusuna giren bir faaliyeti gerçekleştirmekte olup, başvurucu Şirket vergi mükellefidir.

Somut olayda başvurucu, elektrik enerjisini tedarik eden ve havagazını dağıtan bir kuruluştan temin etmek yerine, kendi ürettiği elektriği ve kok gazını tüketmektedir. İhtilaf, elektrik ve havagazı vergisinin ödenmesinde matrahın belirlenmesi ve ödenmesi gereken verginin beyan ve tahsilinin başvurucu açısından belirli ve öngörülebilir nitelikte olup olmadığı noktasındadır. Verginin tarh edilebilmesi, verginin üzerinden hesaplanacak matrahın kanunen belli ve bilinebilir olmasına bağlıdır. Böylece mükellef, mülkiyet hakkına ne ölçüde müdahale edileceğini öngörebilir. Bu nedenle matrah, verginin kanunla düzenlenmesi gereken esaslı unsurlarındandır.

2464 sayılı Kanunun 37. maddesinde elektriğin iletimi, dağıtımı ve perakende satış hizmetlerine ilişkin bedelleri hariç olmak üzere, elektrik enerjisi satış bedeli ile havagazının satış bedeli verginin matrahı olarak belirlenmiş; 38. maddesinde ise bu matraha uygulanacak nispetler açıklanmıştır. Kanun düzenleme şekli itibarıyla verginin hesaplanması için bir satış bedelinin varlığını gerekli kılmaktadır. Somut olayda, başvurucu kendi ürettiği elektrik ve kok gazını tükettiği için verginin matrahının belirlenebileceği bir alım-satım ilişkisi ve satış bedeli bulunmamaktadır.

Danıştay Dokuzuncu Dairesi’nin emsal teşkil eden 06.06.2007 tarihli ve 2006/1348 E. ve 2007/2214 K. sayılı kararında uyuşmazlık konusunu, kendi ürettiği elektrik enerjisini üretim yapmak amacıyla kullanan Şirket yönünden vergi matrahının nasıl tespit edileceği oluşturmaktadır. Daire bu konuda kanunda bir düzenleme olmadığını açıkça kabul etmiştir. Kararda verginin matrahının belirlenmesinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca belirlenen otoprodüktör enerji satış fiyatının mı, yoksa Türkiye Elektrik Dağıtım ve A.Ş.nin (TEDAŞ’ın) üçüncü şahıslara uyguladığı satış fiyatının mı esas alınacağı tartışılmıştır. Daireye göre, davacı açısından alış fiyatı üretilen elektriğin birim maliyet fiyatına isabet etmektedir. Daire konuyla ilgili Yönetmelik hükmünden de hareketle vergilendirmeye esas alınacak matrahın yükümlü şirketin ürettiği elektriğin maliyet fiyatına en yakın değer olan otoprodüktör firmaların TEDAŞ'a enerji satış fiyatı olarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca belirlenen fiyat olması gerektiğini ifade ederek yorum yoluyla verginin matrahını takdir etmiştir.

Danıştay 9. Dairesi’nin de kabul ettiği gibi, bu durum vergi matrahının belirlenmesinde kanuni bir açıklık bulunmadığını, dolayısıyla kendi ürettiği elektriği tüketen vergi mükellefleri açısından vergi matrahının tespitinde bir belirsizlik olduğunu ortaya koymakta ve takdire dayalı uygulamalara izin vermektedir.

Bununla birlikte; 2464 sayılı Kanunun elektrik ve havagazı tüketim vergisinin ödenmesinde “vergi sorumluluğu” esasına dayandığı, vergi sorumlusunun vergi mükellefine yaptığı “satış bedeli” üzerinden vergiyi hesaplayarak vergiyi tahsil ettiği görülmektedir. Ancak başvuruya konu olayda, kendi ürettiğini tüketen mükellefler yönünden “satım ilişkisi” ve haliyle “vergi sorumlusu” olarak nitelenebilecek bir tedarikçi ve dağıtıcı kuruluş bulunmamaktadır. Kanun verginin tahsil yöntemini vergi sorumluluğu esasına dayandırmakla birlikte, vergi sorumlusunun bulunmadığı durumlarda verginin nasıl tahsil edileceği, bir başka ifadeyle verginin mükellef tarafından mı beyan edilmesi gerektiği belirsizdir. Tahsil usulüne ilişkin bu belirsizlik, beyanname verilmemesi durumunda mükellefin idari yaptırımla karşılaşmasına sebep olabilecek niteliktedir.

Gerek verginin matrahının belirlenme yönteminin ve gerekse de verginin tahsil yönteminin vergilendirmenin esaslı unsurları olması nedeniyle kanunda belirli ve öngörülebilir şekilde düzenlenmesi gerekir. Bir mali yükümlülük, bu yönleriyle kanunda yeterince çerçevelenmemişse, kişilerin mülkiyet hakkını etkileyecek idari ya da yargısal takdire dayanan uygulamalara yol açabilmesi mümkündür.

Somut olayda vergi matrahının ve verginin tahsil yönteminin belirsizliği ile bu konuda süregelen idari uygulama ve yargısal yorumlar, başvurucuyu vergilendirme yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahale yönünden vergilerin kanuniliği ilkesinin ortaya çıkış ve düzenlenme amacına aykırı bir biçimde, vergi mükelleflerine sağlanan anayasal teminatlardan yoksun bırakmaktadır.

Somut olayda başvurucunun kendisinin ürettiği elektrik ve havagazı tüketim vergisinin esaslı unsurlarının kanunla belirli ve öngörülebilir bir biçimde düzenlenmemiş olması nedeniyle, mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin Anayasa’nın 13., 35. ve 73. maddelerinde öngörülen kanunilik ilkesini ihlal ettiği sonucuna varılmıştır.

Müdahalenin kanunilik şartını sağlamadığı tespit edildiğinden, müdahalenin meşru amaç ve ölçülülük kriterlerini ihlal edip etmediği tartışılmamıştır.

b. Muhalif Görüş

Kararın karşı oy yazısında; her ne kadar başvurucu Şirket kendi ürettiği elektriği ve havagazını tüketse de, vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği, tüketme eyleminin gerçekleşmesi sebebiyle vergi mükellefiyetinin bulunduğu, Kanunda mükellefin kendi ürettiğini tüketmesi ile satın aldığını tüketmesi arasında ayrım yapılmadığı, tüketim vergisinin, mükellefin, matrahın ve vergiyi doğuran olayın Kanunda belirsiz olmadığı savunulmuştur.

Muhalif görüş; öz-üretimin tüketilmesi hususunda Kanunda düzenleme olmadığını kabul etmekle birlikte, ortada bir satışın bulunmamasının, vergiyi doğuran olayın gerçekleşmeyeceği anlamına gelmediğini, vergi doğuran olayın matrahın tespiti meselesinden bağımsız olduğunu savunmaktadır. Vergi mükellefinin, verginin konusunun ve vergiyi doğuran olayın belirlenebilir olması durumunda; matrah tespitinde kısmı belirsizliğin, hiçbir şekilde vergi alınmayacağı anlamına gelmediği ifade edilmiştir.

Başvurucudan hiç vergi alınmaması yerine, yani tahakkuku tamamen kaldırmak yerine, belirsizliğe yol açan kısmın tespiti ile yetinilmesi ve matrah tespiti konusunda başvurucu lehine değerlendirme yapılması gerektiği belirtilmiştir. Muhalif görüşe göre; verginin mükellef tarafından beyan edilmesi için Kanunda bir düzenleme olmasına gerek yoktur ve öz-üretimin tüketilmesi hallerinde elektrik ve havagazı tüketim vergisinin mükellef (elektriği tüketen) tarafından beyan edilmesi hususunda ihtilaf da yoktur. Dolayısıyla, vergi matrahı ve ödeme yöntemi başvurucu tarafından öngörülebilirdir.

3. Değerlendirmemiz

Kamusal yetkiyi kullananların müdahalesine açık olan mülkiyet hakkı sınırlandırılabilir niteliktedir. Vergi ve benzeri yükümlülükler ile sosyal güvenlik prim ve katkılarını belirlemeye, değiştirmeye ve ödenmesini güvence altına almaya yönelik düzenlemelerin, mülkiyetin kullanımını düzenleme ve kontrol etme amacı taşıdığı, devletin mülklerin kullanımını düzenleme veya mülkiyetin kamu yararına kullanımını kontrol yetkisi kapsamında incelenmesi gerektiği kabul edilmiştir[2].

Vergisel mükellefiyetin sınırları hukuk güvenliğiyle belirlenir. Vergi mükelleflerinin yükümlülükleri ise kanunla öngörülebilir. Vergilendirme yoluyla mülkiyet hakkına yapılan müdahalede; idarenin takdire ve yoruma dayalı uygulama geliştirmesi mümkündür ki, işbu keyfilik ancak kanunla önlenebilir. Mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden verginin mükellefi, konusu, matrahı, miktarı/oranı, vergiyi doğuran olay ile tarh, tahakkuk ve tahsil usulü kanunla açıkça belirli ve öngörülebilir şekilde düzenlenmiş olmalıdır. Nihayetinde; Devletin vergi tahsilatı için kullandığı hukuki araç veya vasıtanın, vergi mükellefleri nezdinde açıklayıcı, sınırları belirlenmiş ve öngörülebilir yasama tasarruflarına dayanması gerekmektedir.

Müdahale türü olarak öngörülen vergisel yükümlülüklerde atıf yapılan Devletin takdir marjı doktrini; öğretide yaygın tanımıyla, Sözleşmenin ulusal düzeyde ihlal edilmesi veya Sözleşmedeki hakların Sözleşmede öngörülenden daha geniş bir şekilde sınırlandırılmasından önce Strazburg organlarının, ulusal yasama, yürütme, idare ve yargı organlarına bıraktığı bir değerlendirme sahası doktrini olarak ifade edilmektedir. Başka bir ifadeyle takdir marjı, Mahkemenin Sözleşmeyi yorumlarken başvurduğu ve taraf devletlere Sözleşmedeki yükümlülüklerini yerine getirmeleri için tanıdığı belirli bir değerlendirme keyfiyeti doktrinini ifade eder[3].

Vergisel meselelerin, meşru bir amaç güttüğü kabul edilmektedir ki; İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin bu noktada, taraf devletlere neredeyse mutlaklık derecesinde geniş bir takdir marjı tanıdığı görülmektedir[4]. Ancak bu doktrininin devletlere verilmiş açık bir çek veya ulusal düzeydeki tartışmalı uygulamaları veya kararları hoş görme[5] şeklinde geniş yorumlanıp uygulanması, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması amacına aykırı düşecektir. Devletin kamu yararının takdirinde ve vergisel müdahalenin tercihinde kullandığı takdir payının da mutlak şekilde sorgulanamaz veya kısıtlanamaz olduğu ileri sürülemeyecektir. Müdahalenin meşruiyetinin tespitinde, bu marjın boyutlarının/sınırının belirlenmesi önem arz etmektedir ki; vergi uyuşmazlıklarında da “meşru amaç” kriteri bakımından Devlete tanınan takdir marjının/yetkisinin daraltılması ve denetlenmesi şarttır. Ortak bir demokratik siyasal ve toplumsal düzeni oluşturma amacı çerçevesinde, takdir marjı sınırlarının Sözleşme ile bağdaşmaz derecede aşılıp aşılmadığının denetlenmesi gerekmektedir[6].

Hakkın kullanım sahasının daraltılmasında ve bireyin yararı ile kamusal yarar arasında kurulan dengede, kanunla belirlenen sınırlama ölçütlerine riayet edilmesi ve sınırlamada meşru amaç güdülmesi gerekmektedir. Müdahalenin hukuki dayanağının olması, yani sınırlamanın kanunun öngördüğü şekil ve koşullara tabi olması zorunludur. Kanunda karşılık bulan bir müdahale, mükellef tarafından idrak edilebilir ve öngörülebilir olmalıdır. Vergilendirme yoluyla gerçekleştirilen müdahalenin de kanunla öngörülmesi, meşruluk kriterini sağlaması ve sınırlamanın ölçülü olması gerekmektedir.

Mülkiyetten yoksun kalmanın “kamu yararı” ve “yasallık” koşulunu sağlaması ve Devletin mülkiyetten yararlanma hakkını genel yarara uygun şekilde düzenleme yetkisi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Ek (1) No’lu Protokol’ün “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 1. maddesinin 2. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre; yukarıdaki hükümler hiçbir biçimde, bir Devletin, mülkiyetin genel yarara uygun olarak kullanılmasını denetim altına almak ya da vergilerin yahut diğer katkıların/yükümlülüklerin yahut para cezalarının ödenmesini temin etmek üzere gerekli gördüğü nitelikteki yasaları yürürlüğe koyması yetkisine halel getirmeyecektir.

İHAS’a Ek 1. Protokol’ün 1. maddesinin 2. fıkrasında; Devlete, vergiler ile diğer katkı veya yükümlülüklerin ödenmesini güvence altına alma yetkisi tanınmış, bu yolla mülkiyet hakkının kullanılmasında sınırlayıcı bir hüküm öngörülmüştür. Devlete vergi mükelleflerinin belirlenmesi veya vergi oranlarının artırılması konusunda tanınan bu yetki ve serbestliğin sınırsız olmadığı, mülkün kullanılmasına yönelik sınırlamaların yasama tasarrufları ile düzenleneceği ve kanunilik şartının gereği olarak sınırlamanın muhatabı olan mükellefler bakımından belirli ve öngörülebilir olmalıdır.

Anayasa m.73’e göre; vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır. Başvuruya konu 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu’nun elektrik ve havagazı tüketim vergisinin ödenmesine ilişkin düzenlemesinde; öz-üretimin tüketilmesi ihtimaline dayalı olarak vergilendirmenin matrah ve miktarı düzenlenmiş değildir. Herhangi bir alım-satım ilişkisi mevcut olmadığı için, satış bedeli olarak tahsil edilecek bir edimin de bulunmadığı görülmektedir. Muhalif görüşün aksine; salt vergiyi doğuran olayın varlığını yeterli görmek suretiyle, satış bedeli olmaksızın matrah belirlenmesi, bu yolla öngörülemez bir vergisel mükellefiyetin doğması kabul edilemeyecektir.

2464 sayılı Kanunun “Matrah” başlıklı 37. maddesinde; vergi matrahının, elektriğin iletimi, dağıtımı ve perakende satış hizmetlerine ilişkin bedelleri hariç olmak üzere, elektrik enerjisi satış bedeli ile havagazının satış bedeli üzerinden tespit edileceği belirtilmektedir. Başvuruya konu vergilendirmede, öz-üretim yoluyla elde edilen elektriğin tüketilmesi sözkonusu olduğundan, matrah tespitinin yapılabilmesi için gerekli olan alım-satım ilişkisinin mevcut olmadığı kabul edilmeli ve Kanunun belirlediği çerçevede öz-üretimin tüketilmesi haline yönelik açık ve belirli yasal düzenlemenin bulunmadığı gözetilmelidir.

Başvurucu “otoprodüktör” olarak sağladığı enerji üretiminin gözetilmesine dikkat çekerek; başvuruya konu müdahalenin kamusal faydayı caydırıcı yönü bulunduğunu iddia etmektedir. Başvurucu demir-çelik alanında faaliyet gösteren bir Şirket olup, kendi hizmetinde tüketmesi için gerekli olan elektriği ve havagazını, bir başka enerjiden üretmekte ve üretilen elektrik enerjisini de kendi iç ihtiyaçlarında kullanmaktadır. Müdahaleye konu vergilendirme, kamusal fayda bağlamında öz-üretime teşviki önleyebilecek riske sahiptir. Başvurucunun kendi tükettiği elektriği üretmesi ve ürettiği elektriği yalnızca faaliyet gösterdiği hizmet sektöründe kullanması, kamusal fayda anlayışıyla da örtüşmektedir.

Genel Kurul kararında, başvurucunun alım-satım ilişkisinin tarafı olmadığı gerekçesiyle satış bedelini ödemekle yükümlü olmadığına yönelik tespit isabetli görünmektedir. Başvurucunun elektrik dağıtım şirketlerinden aldığı bir hizmeti olmadığı için, kendi ürettiği elektriği kullanmasının vergilendirmeye tabi olması öngörülebilir ve adaletli olmayacaktır. Bu halde; “otoprodüktör” olarak sağladığı enerji üretimi için gerekli olan elektrik ve havagazını üreten ve ürettiği enerjiyi de faaliyet alanında geri dönüştürerek kullanan başvurucunun, Kanunda açıkça düzenlenmeyen, anlaşılabilir, belirli ve öngörülebilir olmayan tüketim vergisine tabi tutulması haklı bir tasarruf olmayacaktır. Bu tür bir müdahalenin, “kanunilik” ölçütünü sağlamadığı gerekçesiyle mülkiyet hakkını ihlal ettiğine karar verilmesi yerinde bir tespittir.

Bununla birlikte; Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) başta olmak üzere[7], elektrik dağıtımında yapılan özelleştirmeler dikkate alındığında, Devletin kamu hizmetini sağlamaktan ziyade, bu hizmeti denetleyen konumunda olduğu, kamu hizmetinde yapılan özelleştirmelerin ödenen hizmet bedeline ağır külfetlerle sirayet ettiği, salt bu sebeple dahi öz-üretimin tüketilmesi noktasında Devletin teşvikine ihtiyaç duyulduğu kuşkusuzdur. Yerleşik görüşe göre, vergi tarhiyatı ve tahsilatının amacı kamu hizmetlerini finanse etmektir. Ancak günümüzde kamu hizmeti anlayışı köklü değişikliklere uğramıştır. Artık kamu hizmetini Devlet gerçekleştirmemektedir. Özelleştirme denilen süreç, kamu hizmetlerinin ifasından Devletin el çekmesi, yalnızca denetleyen rolünü oynamasıdır. Hizmet alanlar çoğu kez bunun bütün bedelini (hizmet verenin karı dahil) ödediğine göre, tahsil edilen vergilerin, hem sayıca ve hem de bedelce, kayda değer ölçüde azaltılması gerekir[8]. Kendi elektriğini dönüştürebilir enerji kaynaklarından (güneş, rüzgar ve su kaynaklarından) üretenlerin vergiden muaf tutulması veya gerçek kişilerin de “lisansız üretici” sıfatıyla öz-tüketimini karşılamasına imkan sağlanması, bu yolla yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasının artırılması yönünde yasal düzenlemelere gidilmesi mümkündür[9].

Bireyin enerjiye ulaşma hakkı vardır ve bu hakkın kullanılabilir olması Devlet yönünden bir kamu hizmeti yükümlülüğüdür. Enerji tüketimi bir bedele ve vergiye tabi tutulabilir, ancak bu bedel ve vergi nihai tüketici yönünden pahalı olmamalı, yani birey enerjiye makul koşulda ve bedelde ulaşabilmelidir. Ancak uygulamada enerjinin üretilmesinin ve dağıtılmasının özelleştirildiği ve tüketicinin enerjiye erişiminin aşırı bedellerle sağlandığı görülmektedir. Devletin özelleştirmeye dayalı enerjiyle ilgili bu tercihi, Anayasa m.2 ile güvence altında bulunan “sosyal devlet” ilkesine aykırıdır.

.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Nilüfer Yenice

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------------------------

[1] Otoprodüktör, herhangi bir hizmet veya sanayi iş kolunda faaliyet gösterirken kendi hizmet ya da mamul üretimi için gerekli ısıyı-buharı veya bir başka enerjiyi üretmek zorunda olan ve bu enerjisini kendi iç ihtiyaçlarında kullandıktan sonra atık ısı-buhar vb. enerjisini elektrik enerjisine dönüştürebilecek yapı ile donatılmış tesislerdir.

[2] Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, B.B. No: 2013/8324 , 23.02.2016, Arif Sarıgül kararı, p.50.

[3] Tolga Şirin, Takdir Marjı Doktrini ve Türkiye Anayasa Mahkemesi Açısından Anlamı, Anayasa Hukuku Dergisi, Cilt:2, Sayı:4, 2013, s.363. Erişim adresi: https://www.academia.edu/21718718/TAKD%C4%B0R_MARJI_DOKTR%C4%B0N%C4%B0_VE_T%C3%9CRK%C4%B0YE_ANAYASA_MAHKEMES%C4%B0_A%C3%87ISINDAN_ANLAMI, Erişim tarihi: 28.12.2018.

[4] Haydar Burak Gemalmaz, Mali Güç Ölçütünü Dikkate Almayan Aşırı Vergi Mülkiyet Hakkı İhlalidir: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Macaristan’a Karşı 14 Mayıs 2013 Tarihinde Verdiği N.K.M. Kararının İncelenmesi, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt:88, Sayı:2, 2014, s.137. Erişim adresi: https://burakgemalmaz.files.wordpress.com/2014/04/mali-gc3bcc3a7-c3b6lc3a7c3bctc3bc-ve-aihm.pdf, Erişim tarihi: 27.12.2018. Benzer görüş için bkz.; Arda Atakan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Takdir Yetkisi Doktrinine İlişkin Bir İnceleme, Erişim adresi: http://dergipark.gov.tr/download/article-file/1270, Erişim tarihi: 03.01.2019.

[5] D.J. Harris, M. O’Boyle, E.P. Bates, C.M. Buckley, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Avrupa Konseyi Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi, Şen Matbaa, 2013, s.14, d.117.

[6] Hasan Tahsin Gökcan, Bireysel Başvuruda İkincillik İlkesi ve Denetim Yetkisinin Sınırları Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi (Hakemli Makaleler), Yıl: 2018, Sayı: 135, s. 18. Erişim Adresi: http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2018-135-1767, Erişim tarihi: 03.01.2019.

[7] TEDAŞ’ın özelleştirme süreci hakkında bkz.; http://www.tedas.gov.tr/#!tedas_hakkimizda.

[8] Haydar Burak Gemalmaz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde Mülkiyet Hakkı, 1. Basım, Beta Yayınevi, Mayıs 2009, İstanbul, s.503-504.