“Eşit yurttaşlık” ve “eşit muamele”; Anayasa ve kanunlarda tanınıp kabul edilen iki önemli kavram olmakla beraber, tatbikatta yeterli şekilde karşılık görememeleri nedeniyle, toplumda çözüm bekleyen meselelerden biri haline gelmişlerdir. Tüm insanlar eşittir ve özellikle tüm vatandaşların eşit olma ve eşit muamele görme hakları yazılı hukukta kabul görmüştür, ancak bu kuralların pratikte uygulama bulduğu söylenebilir mi? İşte tereddütlü olan nokta budur ve bu sorun sadece Devletten ve kamu otoritesinden kaynaklanmamaktadır. Vatandaşlar eşitlik ve eşit muamele görme hakları konusunda endişeler yaşadıkları gibi, bir kısım vatandaşlar da pratikte kendilerine göre daha fazla eşit olma ve farklı muamele görmek isteyebilmektedirler.

Burada esas olan; başkalarının, yani herkesin haklarının ve hürriyetlerinin kabul edilmesi ve onlara saygı gösterilmesi gerekliliğinin tanınmasıdır. Yoksa Anayasada, uluslararası sözleşmelerde ve kanunlarda herkesin eşit olduğunun ve aynı hak ve hürriyetlere sahip olduğunun ve iç hukukta vatandaşlar arasında ayırım yapılamayacağının, tam bir fiili eşitlik olmasa da hukuki eşitliğin esas olduğunun ifade edilmesi, pratik hayatta önemli bir sorundur. Eşit yurttaşlık ve eşit muamele görebilme hakkı; sözde eşit yurttaş olmak değil, özde ve kamu otoritesi ile toplumun her kesimi tarafından kabul edilmiş eşit yurttaşların ve eşit muamele görme hakkının benimsenmesidir.

İnsanların Kamu Hukukundan ve Özel Hukuktan kaynaklanan hakları ve hürriyetleri konusunda keyfi hareket edebildikleri, farklı muamele bekledikleri görülebilmektedir. Nitekim bu mesele; kanun koyucudan ve kanunları uygulayanlardan, yani kamu otoritesinden kaynaklandığında, işler hakikaten o meşhur toplumsal mutabakatın ve demokratik hukuk toplumuna hakim olması gereken ilke ve esasların dışına çıkabilmektedir. İşte bu bozulma karşısında; hukukun evrensel ilke ve esasları ile hukuk düzeninin ne kadar önemli olduğu, hem kamu otoritesi ve hem de vatandaşlar tarafından benimsenmelidir.

Hukukun üstünlüğünü temel alan “hukuk devleti”, kamusal gücün yasaya tabi olduğu kurumsal bir sistemdir. Bu sistem; hukukun üstünlüğüne, yani herkesin aynı hak ve hürriyetler tahtında, kamu otoritesine saygılı olması esasına dayanmaktadır. Bu düzende herkesin; yasadışı olduğunu düşündüğü kamu otoritesinin veya sınıfı veya sıfatı itibariyle daha güçlü gözüken kişinin fiilline veya tasarrufuna itiraz edebilme hakkı, Anayasada ve kanunlarda tanınmıştır. Bu anlamda bir hukuk düzeni, Anayasa ve kanunlarla anlam ifade eder. Hukukun evrensel ilke ve esaslarının dışına çıkan veya dışına çıkmasa bile eşit tatbik edilmeyen Anayasa ve kanunların anlamı, önemi ve inandırıcılığı olmaz. Bir insan veya vatandaş diğerinden üstün değildir, herkes ve her vatandaş mümkün olduğu kadar aynı şartlara tabi olmalıdır ve bireylere asgari yaşam standartları sağlamakla yükümlü Devlet, “sosyal devlet” ilkesinin gerekli kıldığı faaliyetlerde bulunurken, vatandaşlarına karşı tarafsızlık anlayışından taviz vermemelidir. Aksi halde; birisinin diğerinden doğuştan üstün olduğu veya sonradan ayrıcalıklar görerek farklı muamele gördüğü ve üstünlük kazandığı bir toplumda, eşit yurttaşlıktan ve eşit muameleden bahsedebilmek mümkün olamayacağı gibi, “sosyal devlet” olgusu da özünü ve anlamını kaybetme tehlikesine maruz kalacaktır.

Bugün yaşadığımız en önemli sorunlardan birisi; Anayasada ve kanunlarda yer alan eşitlik ilkesinin tatbikiyle tüm vatandaşların eşit muamele görme hakkına sahip olabilmesi, en önemlisi de bunu hissedip yaşabilmesidir. Eşitliğe ve eşit işlem görme hakkına hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı şekilde müdahale edilmemelidir. Anayasa ile kanunlarda ve tatbikatta, eşit yurttaşlık ve eşit muamele görme hakkına saygı gösterilmelidir. Gücü elde ederek veya güçle yakınlaşarak ayrıcalıklar elde etmeye çalışan veya getirilen haklı kısıtlamalara direnç gösteren ve gücün yanında yer alıp bundan yarar sağlamaya gayret gösterenler olabilir, bu tür kitleler her toplumda ve her dönemde karşımıza çıkacaktır, ancak asıl sorun bunların varlığından ziyade, bunların varlık gösterebilme alanlarının önlenmesidir ki, bu noktada yine hukuk devletinin önemi gündeme gelmektedir. Kanaatimizce en önemli mesele; eşit yurttaşlık ve eşit muamele görebilme hakkına sahip olmak, yani yasamanın, yürütmenin, idarenin ve yargının karşısında eşit olabilme ve eşit muamele görebilme hakkıdır.

Bir hakka veya hürriyete sahip olmanın sonucu olarak; Anayasanın ve kanunların sağladığı güvencelerden yararlanabilmek, Anayasadan veya kanundan veya bunların tatbikatından hareketle başkasına haksızlık edememek, haksızlık edilmişse haksızlık edenin karşısında haksızlığa uğrayanın korunabilmesi, bu korumanın süratli bir şekilde sağlanabilmesi, buna duyulan güven ve toplumsal inanç, işte bütün mesele bunu sağlayıp koruyabilmektedir.

Yazılı hukuk sisteminde; kişi hak ve hürriyetlerinin Anayasada ve kanunlarda yazılı olması yeterli olamamaktadır, kanunlar elbette yazılı olmalı ve gösterilmelidir ancak gerçek adalet, kanunların tatbikinde varlığını göstermektedir. Yazılı bir hukuk sistemi gereklidir; çünkü herkes, hangi hak ve hürriyetlere sahibi olduğunu ve ne gibi kısıtlamalara uğrayabileceğini önceden bilmek durumundadır, bu husus hukuk devletinin bir gereğidir ki, hukuk devletini diğer devlet tiplerinden ayırır. Kanun devletine değil, hukuk devletine sahip olmak esastır. Hak ve hürriyetler ile kısıtlamaların kanunlarda gösterilmesi yeterli değildir. Kanunlar, hukukun evrensel ilke ve esaslarına uygun çıkarılmalıdır.

Bir diğer mesele de bundan sonra başlamaktadır; eşit muamele görebilme hakkı, aynı görüşte olduğunuz veya aynı yöne baktığınız veya akrabalık veya arkadaşlık ilişkisi nedeniyle Anayasaya ve kanunlara aykırı, kişiye özel muamele görmeme ve göstermeme, bu konuda Devlete ve sisteme duyulan güven, yani sahip olduğu bir hakkın veya hürriyetin kullanılması konusunda hukuka aykırı engellerle karşılaşmayacağını bilmek, hukuka aykırı engellerle karşılaşıldığında veya kendisini güçlü hisseden bir kişinin hukuka aykırı muamelesine karşı sistemin kendisini koruyacağına duyulan güven varlığı korumalı ve asla kaybolmamalıdır.

Her kamu görevlisi; kamu hizmeti verirken, örneğin can ve mal güvenliğini sağlarken, hukuka aykırılığa karşı güç kullanması gerekirken, eşit, dürüst ve tarafsız hareket etmekle yükümlüdür. Güç veya zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisi; keyfi, taraflı veya önyargılı davranmaz. Kamu kudreti kullanıcısının tarafsızlığı ve hukukiliği; “liyakat” ilkesi gözetilerek, mesleki teminatların yasalaştırılması ile ve etkin yargı denetimi ile sağlanabilir.

Kim olursa olsun, hangi sınıftan olursa olsun, annesi, babası, destekçisi, yanında yer aldığı kişi veya topluluk kim olursa olsun, belirli bir nedene bağlı olarak değil, sahip olduğu hak ve hürriyetler nedeniyle korunmalı, hak ve hürriyetlerini insan ve vatandaş olduğu için kullanmalı, haksızlığa uğramamalı, kendisini koruyabilmeli ve kamu otoritesi de o kişinin hak ve hürriyetlerine saygı göstermeli, ona karşı tarafsız kalabilmelidir. İşte asıl mesele; eşit yurttaşlıkta ve eşit muamele görme hakkında kamu otoritesinin tarafsız kalabilmesidir, yani bir kişinin haksız olduğu durumda yanında yer almaması, onu desteklememesi, hak ve hürriyet sahibinin hakkını ve hürriyetini kullanabilmesinin mümkün kılınmasıdır.

Eşit yurttaşlık ve eşit muamele görebilme hakkı; kamu kudreti kullanıcısı Devletin doğrudan veya dolaylı olarak sunduğu kamu hizmetlerinden eşit ve adaletli yararlanma hakkını, bu hizmetlerin yerine getirilebilmesi için oluşturulması gereken kaynaklara herkesin mali gücü veya kamu hizmetinden yararlandığı oranda katılması yükümlülüğünü kapsar, ancak “vergi ödevi” altında toplanan bu yükümlülükler kanuni ve fiili eşitliğe uygun olmalı, keyfilik içermemeli, toplanma ve harcanma usul ve esasları bakımından etkin bir denetim sistemine açık tutulmalıdır.

Eşit yurttaş olabilmek; bunun sadece Anayasada ve kanunlarda yer alması ile değil, Anayasa ve kanunların hukukun evrensel ilke ve esaslarına göre uygulanması ile mümkündür. Bir bu kadar, hatta daha önemli olan bunu yaşatabilmektir; eşit muamele görme hakkına her durumda sahip olmak, yargı makamının önüne çıkıldığında, idareye gidildiğinde adalet beklemek, adaleti görebilmektir. Adalet sadece yargıda olmaz, adalet her yerde ve her durumda olmak zorundadır. Adaletli olabilmenin esasları; ahlaktır, erdemdir, dürüstlüktür ve hakkaniyettir.

Eşit yurttaşlık ve eşit muamele görme hakkı; Anayasa m.13’e uygun şekilde öngörülmüş yasal kısıtlamalar olmadıkça kimsenin temel hak ve hürriyetlerine sınırlama getirilmemesini, kanunla öngörülen sınırlamaların keyfi tatbik edilememesini ve herkese eşit tatbik edilmesi zorunluluğunu da kapsar. Hukuk devleti; Anayasa m.13’e uygun biçimde ve kanunla getirilmiş kısıtlama olmadıkça, hiç kimsenin temel haklarını ve hürriyetlerini kısıtlayamaz, hakkın veya hürriyetin kullanılmasını engelleyemez, bu hususlarda kişilere ve sıfatlara göre keyfi kriterler oluşturamaz.

Bir meslekten ihraç olan veya okulu veya kurs gördüğü yer kapatıldığı için mesleğe kabulü yapılmayan kişinin başka mesleğe geçişinde veya meslek için ruhsata veya ehliyete başvurabilme ve kabul şartları yönünden yasal engel olmadıkça, meslek sahibi olabilmeli ve hakkını kullanabilmelidir. Mesleğinden ihraç edilen kişi; bir taraftan “kamu görevi” niteliği taşıyan milletvekili adayı olabilme ve seçilme hakkına sahip olabilirken, diğer taraftan başvuru ve kabul şartları bakımından yasal engel olmadığı halde başka mesleğe giremeyebilmektedir. Hukuk devletinde; keyfi veya “çifte standart” olarak adlandırabilecek uygulamalar olmamalı, bir hakkın kullanılmasına veya kısıtlanmasına getirilen kaideler yasaya dayanmalı, şart ve sıfat farklılıklarından kaynaklanan ayrı uygulamaların sebebi, zorunluluğa veya gerekliliğe dayanmalıdır. İş hürriyeti; işe kabulde objektif şartları ve bu şartlar sahip olan adayları eşit değerlendirmeyi, iş güvencesini ve güvenliğini, çalışma hürriyetinin kullanılmasında ve sınırlamasında hakkaniyeti ve eşit muamele görme hakkını kapsar.

Her vatandaş doğuşundan itibaren “eşitlik” ve “adalet” kavramlarına sahip olabilmelidir. Kavramları birbirine karıştırmamak, içlerini boşaltmamak, hukuk güvenliği hakkını tesis etmek ve kamu otoritesinin tüm vatandaşlara eşit muamelede bulunmasını sağlama zorunluluğu vardır. Örneğin temsili demokraside seçmen, adayını belirlemek için mukayese yapabilme imkanı bulabilmelidir. Her aday da, seçimde aynı fırsat eşitliğine sahip olmalı ve eşit muamele görmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin geçmişine bakıldığında “eşitlik” dediğimiz ve Anayasanın 10. maddesi ile güvence altına alınan ilkenin maalesef tam manasıyla ve her yönüyle tesis edilmediği görülmektedir. Herkes ve her vatandaş eşittir; hiç kimse dili, ırkı, rengi, cinsiyeti, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini, mezhebi ve yaşama tarzı sebebiyle farklı muameleye tabi tutulamaz. Herkes; Anayasa ve kanunlar, yani hukuk önünde ve hak aramada eşit olup, aynı hukuk güvenliği hakkına sahiptir ve bu haktan eşit yararlanır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.