Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu yazdı;

Küresel kuklacılar önce Irak ve Suriye'de antidemokratik rejimleri değiştiriyoruz kılıfı altında milli devletleri yıktılar. Doğru, parçalanan devletlerle birlikte yıkılan rejimler antidemokratik idi, ancak çözüm bu değildi. Zaten niyetleri de demokrasi getirmek olmamıştı hiç, bu küresel güçlerin. Bu niyetleri daha sonra tartışırız.

Farklı etnik köken, din ve mezheplerden oluşan halk kitlelerini Suriyeli ve Iraklı kimlikleri altında buluşturan bu milli devletlerin yerine, mikro - milli devletimsiler geldi. Yani sadece aynı ırktan veya aynı mezhepten olanları topraklarında isteyen ve bu şekilde devletleşmeyi hedefleyen yapılar. 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı parçalanırken yaşanan “Balkanizasyon”un yeni baskısı piyasaya sürülmüştü.

Bu noktada hayati bir tespit yapalım ve bir ders çıkaralım: Yıkılan devletlerin rejimlerinin antidemokratik olması, yönetime katılamayan kitlelerin devletlerinden kolaylıkla kopmasına zemin hazırlamıştı.

Bu yeni devletimsiler, egemenlik iddia ettikleri toprak parçaları üzerinde kendilerinden olmayanı temizleme harekâtına giriştiler. Yüzbinler katledildi, milyonların göçü başladı.

Türkiye, yeni Osmanlıcılık hayaliyle, kendisine kuklacılar tarafından uzatılan havucu hevesle ısırdı. Kardeşim Esad, katil Esed'e dönüştü. Bugün nasıl eskisine döneriz diye çareler aranıyor.

Küresel kuklacılar, yarattıkları mikro milliyetçi(etnik veya mezhepsel milliyetçi) devletimsilerden IŞİD’i devletleri kontrol altına alamayınca, bölgede Türkiye'nin dışında kalan tek köklü devlet olan İran'la şimdilik kaydıyla el sıkıştılar, Esad'ın da devam etmesine karar verdiler. Ayrıca bölücü terör örgütü PKK'nın uzantısı PYD'yi kendi askeri güçleri olarak benimsediler. Böylece Barzani’nin Irak’ın kuzeyindeki yapısı ile PYD’nin Suriye’nin kuzeyindeki yapısı, malum “koridor”un birer parçası olarak, stratejik ortak statüsüne doğru yol almaya başladı.

Türkiye, 1. Dünya Savaşı'nda Ortadoğu’da kaybettiği toprakları yeniden etki bölgesine alacağı rüyasından uyanmadığı ve tarih bilgisinden yoksun yöneticileri dış politikayı hamasetle yürüttükleri için, her yerden dışlandı. Küresel kuklacılar virajı alırken, freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı bir dış politika felaketine doğru gitmeye devam etti. Türkiye, kuklacıların uzattığı havucu ısırdığı için, PKK/PYD'nin güçlenmesine, yerleşmesine ve meşruiyet kazanmasına mani olamadı veya olmadı. En önemlisi de, siyasi iktidar, tamamen vatan sevgileri nedeniyle kendilerine uyarılarda bulunan uzmanları, bu kişiler Atatürkçü oldukları için ideolojik bir körlükle görmezden geldi.

Böylece Ortadoğu'nun ateşi Türkiye'yi sardı. Esad'a karşı diye bir dönem hoşgörüyle baktığı IŞİD ve Suriye'de kazandığı topraklarla güçlenmiş, açılım sürecinde silahlanmasına göz yumulmuş PKK, Türkiye'yi parçalama harekâtına girişti. Dışarıda da Türkiye’ye bir Ortadoğu ülkesi olarak bakılmaya başlandı. Kısacası, Emevi Camii’nde Cuma namazı kılacağız diye çıkılan yolda, bir de baktık ki ülkemiz parçalanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.

Bütün bunlara karşı strateji geliştirmesi gereken devlet aklı ise, F tipi suç örgütünün siyasi iktidarla sarmal olduğu dönemde dağıtılmış, milli bilince sahip, tecrübeli, tarih bilgisi olan, aklın ve bilimin yolunu izleyen kadrolar sırf Atatürkçü ve Cumhuriyetçi oldukları için tasfiye edilmişti. Ortalık F tipi örgütün kadrolu hainleri ile siyasi iktidarın “siz en iyisini bilirsiniz efendim”cilerine kalmıştı.

Bölgesel bir güç olarak, “yurtta barış, dünyada barış” temel ilkesi ekseninde hem kendi ülkesini koruyabilecek hem Ortadoğu'ya barış ve zaman içerisinde demokrasiyi getirebilecek olan Türkiye, savrulup duruyor. Niçin o havucu yedim diye kendini sorgulayacağına, sürekli suçluyor. İçine düştüğü sıkıntılı durumun sorumluluğunu üst akla havale ediyor. “Oyun kurucu” lafını artık inandırıcılığını yitirdiği halde durmaksızın tekrarlarken, oyun nasıl kurulur anlamaya çalışmıyor. Çünkü siyasi iktidar son 250 yıllık tarihimizi bilmiyor, hala Cumhuriyet’i sorguluyor.

Siyasi iktidar, bir yandan Osmanlı'nın İngiltere - Rusya arasında yürüttüğü denge siyasetiniABD - Rusya arasında uygulamaya çalışıyor. Ancak Avrupa Birliği hedefinden ve Avrupa Konseyi çatısı altında temsil edilen ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde somutlaştırılan değerlerden uzaklaştıkça, Rusya kampına doğru itiliyor. Dengenin yerini Rusya'ya tabi olma tehlikesi alıyor. Her biri Türkiye gibi milli devlet olan Ortadoğu devletlerinin, bunların rejimleri antidemokratik olduğu için kolaylıkla yıkılabildiğini görmezden geliyor. Kuruluş temellerini sağlamlaştıracağına, her geçen gün şu veya bu bahaneyle bunları biraz daha sarsıyor. Rusya da tüm bu süreci ellerini ovuşturarak izliyor.

Neticede Türkiyemiz olaylara ya seyirci bırakılıyor ya da bir noktadan öteye gitmesine asla izin verilmiyor. Ortadoğu'da kontrolümüz dışında olanlar kendi kamu düzenimizi öyle ya da böyle etkiliyor, temelden sarsıyor.

Şimdi Musul'u, yarattıkları devletimsilerden hangisinin kurtaracağının kavgasını veriyor küresel güçler. Hangisi kurtaracak ve bu defa, ayrıştırılmış, birbirine düşman edilmiş hangi halk kitlesi katledilmemek için topraklarından kaçacak.

Siz bakmayın yönetimin medyadaki kalemşörlerinin Musul’u iki günde alırız demelerine. Musul operasyonu, kuklacıların desteğiyle dahi kolayca başarılabilecek bir operasyon olmayacak. Çok kanlı bir süreç yaşanacak. Bölge, daha çok uzun süre kaos içinde çırpınıp duracak.

Türkiye her durumda etkilenecek, sarsılacak.

Ah şu küresel kuklacıların ettiğine bak!

Metin Feyzioğlu / Türkiye Barolar Birliği Başkanı

Kaynak: Odatv.com