Yüzüne vurulmuş olan darbelerin şiddetli etkisini, göz çevresinde oluşan derin morlukların yaygın halkalarından anlamak için insanın bir tür kör ya da vicdansız olması gerekirdi. Her şey gözler önündeydi ve apaçıktı. Göz kapakları morarmanın aşırı yoğunluğuyla neredeyse açılmıyordu. Morluk, burunun iki yanını da sarmış ve onu tanınamaz hale getirmişti.

Müvekkilimi bu halde görünce içimde fırtınalar koptu. Eğer duruşma salonunda olmasaydık, isyanımı avazımın çıktığı kadar haykırmak isterdim. Bir insan öteki insana bu muameleyi nasıl reva görür? Bir insan öteki insana ilişkin duygularını şiddet yolu ile nasıl, bir irin akıtır gibi akıtabilir? Nasıl oluyor da bir insan, kendini bu kadar haklı görüp ötekine bu zulmü yapabilir?

Uzun ve çekişmeli bir boşanma davasıydı. Tanık olduğum bu durum, bir duruşma öncesi, araya giren uzlaştırıcıların önerisiyle taraflar yan yana gelmişti. Uzun konuşmalardan sonra görüşme giderek sertleşmiş ve karşı taraf müvekkilime herkesin içinde şiddet uygulamıştı. Elbette bu kanlı ve yürek burkan görüntülerden sonra dava fazla uzamadı ve müvekkilimin istediği koşullarda dava sonuçlandı.

Aslında anlatmak istediğim şey bu hikayenin ayrıntıları değildi. O gün bugündür aklımdan bir türlü çıkmayan ve her anımsadığımda tüylerimi diken diken eden şey karşı taraf Avukatının tam da o duruşmada sarf ettiği cümleydi. ‘’Benim müvekkilim insan haklarına saygılı biridir’' demişti karşı taraf Avukatı. Dehşete düşmüştüm ve meslektaşım adına utanmıştım. Hem şiddet uygulamak hem de insan haklarına saygılı olmak mümkün müdür? Diye kendime can alıcı bir soru sormuştum.

Kadına şiddet uygulamak kadın haklarının en ağır ihlali anlamına gelir. Bir kadına şiddet uygulamak, sadece kadın hakları konusunda cahil olmak manasına gelmez. Şiddet uygulayan herkes kadın, çocuk ya da yaşlı ve güçsüz fark etmez, asla insan haklarına saygılı biri olarak itibar görmez. Şiddet ve hak yan yana hiç durmaz. Şiddetin olduğu yerde hak yoktur.

Hala bunun mümkün olmadığına inanıyorum. Kişi hayatında bir kere bile şiddet uygulamışsa ve haklı gerekçeleri en kutsal gereçler bile olsa, sırf bu tek neden yüzünden insan haklarına saygılı biri olarak kabul edilemez.

Ayrıca insan söz konusu olduğunda şiddet kullanıp kullanmadığına bakılmaksızın, onun insan haklarına saygılı olduğuna karar veremeyiz. Çünkü insan haklarına saygılı olmak yetmez; İnsan haklarını korumak ve savunmaktır esas olan.

İnsan haklarıyla insandır. İnsanı insan yapan şey sadece kendi haklarını savunmak değildir. Herkese ait olan o temel hakları koruyup savunmaktır. İnsan bu kapasitede bir varlıktır. İnsanın ahlaki ve insani kapasitesi bunu bu şekilde ve eksiksiz savunmaya yeterdir.

Hiç kimse hayvan haklarını, hayvanların savunmasını beklemez. Çünkü hayvan bir iradeye sahip olmadığı için hem haklarından habersiz hem de hak savunuculuğu yapamaz. Hayvan hakları söz konusu edildiğinde beklenilen şey bu hakların insanlar tarafından korunup geliştirilmesidir. Hayvan haklarını koruyan insan pekala diğer insanların haklarını da koruyabilir.

Bazen bu muhteşem uygarlığın en büyük armağanının insan hakları olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla uygarlık salt uygarlığa saygı duymak ile tarihsel evrimine devam edemez. Uygarlık korunup sahiplendiği ölçüde çocuklarımıza bir miras olarak kalabilir.

Bu denklem doğruysa uygarlığa sahip çıkmak aslında insan haklarına sahip çıkmak anlamına gelir.