Avukat Doğan Erkan yazdı;

AİHS aykırılıklarına aşağıda ayrıca değinmek üzere; belirtmeliyiz ki, bu uygulamada AİHM yargılama pratiklerinden doğan iki AİHM prensibi ihlal görmektedir.

1- İhraç kararlarında adil bir usul hukuku süreci (Due Process) işlememektedir.

2- Adli ya da idari bir yaptırıma sebep olabilecek eylemin ve eyleme öngörülen müeyyidenin öngörülebilmesi ilkesi olan “Hukuki Belirlilik” - AİHM retoriğiyle “Hukuki Belirginlik” (Legal Certainty) ilkesi işlememektedir.

Legal Certainty ilkesinin tartışıldığı kararlarında AİHM, ancak bu şekilde Sözleşme’nin getirdiği  “hukukilik standardı”nın karşılanabileceğini vurgulamıştır. “Sözleşme’deki hukukilik standardı aynı zamanda bir öngörülebilirlik ölçütüdür. Başka bir anlatımla, keyfi tedbir uygulanması riskinin ortadan kalkması ve kişilerin olayın şartları içinde belirli bir davranışın sonuçlarını görebilmelerini sağlamak için, hukuk yeterince açık olmalıdır” ( Steel ve Diğerleri, §54; Medvedyev ve Diğerleri, §80; Prof. Dr. Osman DOĞRU, Dr. Atilla NALBANT, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi Açıklama ve Önemli Kararlar, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standartları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi Cilt 1, S.367).

Tam olarak bir belirsizlikler toplamıdır KHK ile ihraç yöntemi. Hiçbir şahsileştirme olmadan, isnadın belirsizliği, eylemin belirsizliği, delillerin belirsizliği, aleyhe beyanların belirsizliği, istihbarat bilgilerinin belirsizliği, başvuru yollarının belirsizliği… tüm bu belirsizlikler aynı zamanda ve ayrı ayrı AİHS Adil Yargılanma Hakkı ihlalidir de…

AİHM’E GÖRE DEVLET MEMURUNUN GÖREVİNİ SONLANDIRMAK NASIL OLMALIDIR?
AİHM’in, idari disiplinel yol ile kamu görevlisinin görevine son verme yolunu kural olarak hukuka aykırı bulmadığını ifade etmek gerekir.

Bu yönden hak ihlaline ışık tutacak bir diğer AİHM kararı Albert ve Le Compte/Belçika kararıdır. Anılan karara göre AİHM “Meslekten Men” şeklindeki disiplin cezasının idari olarak verilebileceğine dair “yargısal” yetkiyi kabul etmektedir. (Dolayısıyla “meslekten men” idari yetkisi AİHM’e göre aslında bir yargısal yetki kullanımıdır). ANCAK, karar birebir şu koşullardan bahsetmiştir:

“Ne var ki böylesi durumlarda sözleşme şu iki sistemden en az birinin uygulanmasını gerektirir:

- Ya yargısal organlarının kendileri sözleşmenin 6/1 fıkrasının gereklerine uyum sağlarlar,

- Ya da bu şekilde uyum sağlayamıyorlarsa daha sonra tam yetkili ve 6/1 fıkrasının güvencelerini sağlayan bir yargısal organın denetimine tabi olurlar.” (a.g.k.)

Bu bağlamda, AİHM’in “adil yargılanma hakkı”nı her koşulda üst kural belirlediğini, işlemin niteliği ya da işlemi ihdas eden makam ne olursa olsun adil yargılanma kriterlerinin uygulama bulması gerektiğini ifade edelim. Bu yönde bir karar şöyledir:

“Sözleşmenin 6(1) fıkrası, tarafların statüsü, uyuşmazlığın nasıl karara bağlanacağını düzenleyen MEVZUATIN NİTELİĞİ (örneğin KHK- y.n.) ve konuyla YETKİLİ MAKAMIN NİTELİĞİ NE OLURSA OLSUN (örneğin Bakanlar Kurulu-y.n.) uygulanır.” (Georgiadis/Yunanitan, §.34)

Keza bu yönde bir diğer karar: “Mahkeme, sözleşmenin 6. maddesi kişisel hak ve yükümlülükler bakımından belirleyici olan yargılamaları kapsadığını, devletin işlemine dayandırdığı yasanın idare hukukuna girip girmemesinin ve bu konuda karar veren otoritenin bir mahkeme veya idari kuruluş olmasının bir önemi bulunmadığını belirtmiştir.” (Ringeisen (Esas hk.)   § 94, a.g.y., s.613)

Yazımıza konu yargısal nitelikteki idari meslekten men sonucunu doğuran işlem ihdas edilirken ise AİHS 6 (adil yargılanma hakkı-y.n.) ve bu kapsamdaki türev haklar olan savunma hakkı, suçu öğrenme hakkı, muhakeme hakkı, delilleri tartışma hakkı hiçbir biçimde tanınmadığı gibi; işlemin ihdasından sonra da mahkeme hakkı ve mahkemeye erişme hakkı tanınmadığından tümüyle anılan karardaki koşulların ihlali söz konusudur.

“Suçta ve Cezada Kanunilik İlkesi”(AİHS 7. md.) yönünden ihlalleri ve bu başlıklar altındaki değerlendirmelerimizi ilk yazımızda ortaya koymuştuk.
Bu kere bir başka bağlamda, esasen adil yargılanma hakkının da alt başlığı olan, aynı zamanda AİHS 13 (Etkili Başvuru Hakkı) kapsamına da giren; bu türdeş hak kategorisi sebebiyle gerek AİHM, gerekse AYM kararlarında bile kategori çelişkisi yaratan MAHKEME HAKKI’na (right to a court) ve bu konudaki son yargısal gelişmelere değinmek istiyoruz.

MAHKEME HAKKI
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40.maddesi şöyledir:
“Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
(Ek:3/10/2001-4709/16 md) Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.”

Zaten hukukiliği ve olanaklılığı tartışmalı KHK ek’li liste ile ihraç yöntemi, Anayasa’nın 40.maddesinde bahsedilen “kanun yolları”nı ve “başvurulacak mercii”yi de düzenlememiştir. Böylece işlemin muhatabı olan süje, zaten belirsiz/mesnetsiz isnada dayanan işleme karşı, bir mahkeme hakkından da mahrum bırakılmıştır.

AİHM bir kararında bu olgudan şöyle bahsetmiştir: “Mahkeme (AİHM) hem sözleşmenin 6/1 fıkrasına ilişkin yorumuna ve hem de sözleşmenin başlangıcından ifadesini bulan ‘hukukun üstünlüğü’ ilkesine dayanarak, sözleşmenin 6/1 fıkrasının, herkesin kişisel hakları ve yükümlülükleri ile ilgili HER TÜRLÜ İDDİASINI bir mahkeme veya bir yargı yeri önüne getirme hakkını güvence altına aldığı sonucuna ulaşmıştır.” (Golder- Birleşik Krallık §36)

Mevcut durumda, ne norm olarak KHK içeriğinde; ne de KHK ile müeyyide uygulayan yasa koyucu diyemeyeceğimiz siyasal iktidar herhangi bir başka düzenleme ile, hiçbir mahkeme hakkı ihdas etmemektedir.
Bu durumda Adil yargılanma hakkının bir diğer alt başlığı olan “mahkemeye erişme hakkı” da ihlal edilmektedir.

AİHM olayın özelliğine göre “mahkeme hakkı” ile “mahkemeye erişim hakkını” farklı ancak paralel iki hak olarak ele almıştır.

“Mahkemeye erişme hakkı, cezai olaylarda ve cezai özellikler taşıyan olaylarda da uygulanabilir. Bu bağlamda mahkemeye erişme hakkı hakkında suç isnadı bulunan bir kimsenin bu isnad hakkında sözleşmenin 6/1 fıkrasındaki nitelikleri taşıyan BİR MAHKEME TARAFINDAN BU İSNADIN YERİNDE OLDUĞU YA DA OLMADIĞI YÖNÜNDE BİR KARAR VERİLMESİNİ İSTEME HAKKIDIR.” (agy s.621)
Tümüyle müphem de olsa, bir isnad (Milli güvenlik aleyhine olan yapılara üyelik, bağlantı ya da iltisak isnadı) altında bulunan süjelerdir KHK ile ihraç edilenler.

Bu noktada, Anayasa Mahkemesi’nin, disiplinel idari işlemlere Ceza usul hukuku ilkelerinin uygulanması gerektiğine ilişkin önceki yazımızda atıf yaptığımız kararı ile AİHM içtihatları örtüşmektedir. Yani bu isnad ile ihraç edilenlere, “bu isnadın yerinde olduğu ya da olmadığı yönünde bir karar verilmesini bir mahkemeden isteme hakkı” tanınmazsa, mahkemeye erişim hakkı (right to a court) ihlal edilmiş demektir.
“Bireyin kişisel bir hakkına müdahale eden bir İDARİ İŞLEME KARŞI YARGI YOLU BULUNMAMASI MAHKEMEYE ERİŞME HAKKININ HİÇ TANINMAMASI ANLAMINA GELMEKTEDİR” (Boden/İsveç kararı). Bu kararında AİHM, yargı yolunun bulunmamasını adil yargılanma hakkı kapsamında bir ihlal olarak değerlendirmiştir. KHK ihracında ise, işlemin kendisi bir yargılama faaliyeti niteliğindedir.

KHK Ek.li liste ile ihraç yolunda ise hiçbir mahkeme hakkı ya da mahkemeye erişim hakkı yoktur. Bu durumda Albert ve Le Compte/Belçika kararında bahsedilen iki koşul da bulunmadığından, AİHM’den ihlal yaptırımı kararı çıkacağı açıktır.

KHK İHRAÇLARINDA MAHKEME YOLUNUN BULUNMAMASI ETKİLİ BAŞVURU HAKKI İHLALİDİR
“AİHM’e göre etkili hukuk yolu hem teoride, hem uygulamada bulunmalıdır. Bu yol:

-Etkili

-Yeterli,

-Erişilebilir olmalıdır.” (agy., s.562)

“Yeterlilik kriterinin ise iki ölçütü vardır:

1 - Çözüm yolunu inceleyen makamın İHTİLAFIN HER ALANINI ÇÖZEBİLME YETKİSİ

2- Giderim sisteminin yeterli ölçüde tatmin edici olması” (agy., s.563)

Yukarıda, mahkeme hakkı ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında aktardıklarımızı tekrar etmemek adına, bu kategori altında da incelenmesi gerektiğini ifade ederiz. Birbirini izleyen OHAL KHK’larında Dava Yolu düzenlemesi yokluğu ve Anayasa 40. md. aykırılığı ile, İdari Yargının da kazai pratikle, bir başka başvuru yolu kapama fiili durumu bir arada değerlendirildiğinde, “KHK Ek’li liste ile ihraç” yönteminin tümüyle bir Etkili Başvuru Hakkı ihlali olduğu görülmektedir. Keza OHAL KHK’larının Anayasaya Aykırılığının ileri sürülememesi kuralıyla da, sujelerin temel haklarını ihlal eden ihraç işleminin temeli olan KHK’nın kendisi anayasaya uygunluk denetiminden bağışık tutulduğundan “ihtilafın her alanını çözebilme yetkisi” bulunan bir makam yoktur.

Elbette Anayasa Mahkemesi, normu bu yolla iptal edemese de, bireysel hak ihlali tespiti yaparken AİHM ve Anayasa kurallarını gözeterek hak ihlali tespiti yapabilecektir, yapmalıdır.
Her halde, Anayasa Mahkemesi önüne gelmeden önce başkaca hiçbir etkili başvuru yolu olmadığı görülmektedir.

Stefanec-Çek Cumhuriyeti kararında AİHM, idari yaptırıma karşı başvurulan ANAYASA YARGISI YOLUNU DAHİ, mahkemenin sadece anayasaya uygunluk denetimi yaptığı ve uyuşmazlığı her yönüyle inceleme yetkisine sahip olmadığı gerekçesiyle yetersiz görmüş ve etkili başvuru hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Etkili Başvuru Hakkı bağlamında bir diğer ve temel sorun, OHAL KHK’ları ile bu OHAL süresince çıkarılan KHK’lar kapsamında verilen karar ve yapılan işlemler nedeniyle açılan davalarda Yürütmenin Durdurulmasına karar verilemeyeceğinin hükme bağlanmış olmasıdır (667 s. KHK md. 10, 668 s. KHK md. 38).

Başlı başına bu durum AİHM’e göre Etkili Başvuru Hakkı’nın İhlalidir.

“Etkili bir ulusal makam, sözleşmeye aykırılığı tartışmalı bir tedbirin uygulanmasının telafisi güç veya mümkün olmayan zararlar meydana getirmesi söz konusu olduğunda, bu tedbirlerin YÜRÜTMESİNİ DURDURABİLME YETKİSİNE SAHİP OLMALIDIR” (agy., s. 561)
Jabari/Türkiye kararında  da AİHM, “tedbirin durdurulması” güvencesini Ankara İdare Mahkemesi sağlayamadığından, Etkili Hukuk Yoluna Başvurma Hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.
Üstelik, Anayasa Mahkemesi, 10/1/1991 tarih ve E.1990/25, K.1991/1 sayılı kararıyla, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 33. Maddesini değiştiren 425 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesindeki “Yürütmenin Durdurulması Kararı Verilemeyeceği” hükmünü İPTAL ETMİŞTİR. Buna rağmen hükümet, Anayasa Mahkemesi’nin bu bağlayıcı iptal kararına rağmen aynı hükmü 667 ve 668 sayılı KHK’larda ve tüm OHAL süreci boyunca ihdas edilen işlem ve kararlara, geleceğe de etkili olacak biçimde geçerli olmak üzere yeniden düzenleyerek, açık bir ANAYASA İHLALİ’nde bulunmuştur. Zira Anayasa Mahkemesi kararları, tüm yasama, yürütme, yargı organlarını bağlar. Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği bir norm Bakanlar Kurulu kararıyla yeniden getirilebilir mi? “Hukuk Devleti”nde asla…

“MASUM SAYILMA HAKKI” İHLAL EDİLMEKTEDİR.
“Bu hakkın, hakkında bir suç isnadı bulunan bir kimsenin, bir mahkeme kararında olduğu gibi KAMU MAKAMLARININ BEYANLARINDA DA uygulandığı hatırlanmalıdır.” (agy, s.642).
Konuyla ilgili AİHM örnek kararı Çelik (Bozkurt)/Türkiye davasında verilmiştir. Kararda, yasa dışı örgüt üyeliğinden yargılanan kişi, yargılamasının ertelenmesine rağmen, öğretmenlik mesleğinden bu yargılama sebebiyle çıkarılmıştır. AİHM, “esas hakkında bir kararla sonuçlanmamış bir durumda, sanki kişinin suçluluğu sabit olmuş gibi” MEMURİYETTEN İHRAÇ edilmesini “masumiyet karinesinin ihlali” olarak değerlendirmiştir. (agy, s. 644)

KHK ihraçlarında, tam olarak Çelik/Türkiye kararında değinildiği gibi, “esas hakkında sonuçlanmış bir mahkeme kararı” olmaksızın “suçluluğun sabit olduğu” argümanına dayanılmaktadır. Üstelik bu suçlama araçları bilinmeksizin.

OHAL’DE TUTUKLULUK TEDBİRİYLE İLGİLİ VERİLEN AİHM KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
AİHM, ihraçlarla doğrudan ilgili olmasa da, bağlantılı sayılabilecek bir “usul” kararını geçtiğimiz günlerde verdi. Bu karar, OHAL sürecinde tutuklanan bir hakimin, tutukluluğa itirazının reddi üzerine doğrudan AİHM’e gitmesi ile oluştu (17.11.2016, Mercan/Türkiye, no.56511/16.)

Başvurucu, OHAL sürecinde Anayasa Mahkemesi’nin iki üyesinin de ihraç edilmesi olgusuna dayanarak, Anayasa Mahkemesi’nin tarafsız kalamayacağı, dolayısıyla etkili bir iç hukuk yolu işletilemeyeceği tezine dayanarak, doğrudan AİHM’e başvurmuştu.

Bu kararında AİHM, Türkiye’den yapılacak hak ihlali başvurularında önce Anayasa Mahkemesi’ne başvurulması, buradan bir sonuç alınamaması halinde kendilerine başvurulması yerleşik kuralını tekrarlayarak, başvuruyu bu yönden reddetti.

AİHM, Anayasa Mahkemesini “etkili bir iç hukuk yolu” olarak nitelendirmesinin gerekçesi ise şöyle özetledi:
“Mevcut davada Bayan Mercan'ı Anayasa Mahkemesi'ne başvurma yükümlülüğünden muaf kılan özel şartların mevcut olup olmadığı konusunda Mahkeme, başvurucunun ileri sürdüğü iddiaların Anayasa Mahkemesi'ne yapılacak bireysel başvurunun etkililiğinden şüphe duymaya yeterli olmadığını belirtmiştir. Bu bağlamda, Sözleşmenin 35. maddesinin 1. fıkrasına uygunluk açısından, Anayasa Mahkeme’si üyelerinin tarafsızlığı hususunda duyduğu basit endişelerin, Bayan Mercan'ı bu yargı organına bireysel başvuru yapma yükümlülüğünden muaf tutmayacağını belirtmiştir.”
Kararda, her ne kadar karar tutukluluk tedbirine de dönük olsa, KHK ihraçları içinde geçerli olacak bir bağlam içerir görünmektedir.

AİHM’in “basit endişe” değerlendirmesine katılmasak da, konuyla ilgili ilk yazımızda “pozitif yargı pratiği” bakımından AİHM’in bu görüşe sahip olacağını öngörmüş ve doğrudan AİHM’e gitmenin riskli olacağını ifade ederek, öncesinde AYM başvurusu yapılmasını salık vermiştik. Dolayısıyla hukuksal yol önermemize dönük bu bakımdan bir değişken yoktur.

DANIŞTAY VE İDARE MAHKEMELERİ KARARLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Hukuk akademisi camiası, KHK ile ihraç garabetinin hukuki nitelemesini ancak önermeler kurmak yoluyla deneyebilmiştir. Bunun sebebi tam da yukarıda gerekçeleri anlatılan garabet halidir. Bu önermelerden bize de doğru gelen, ihraç sonucu itibariyle işlemin bireysel idari işlem olarak yorumlanabileceğidir. En azından ek.'li liste yöntemi buna tekabül etmektedir/etmelidir.
(Bir ara not olarak ifade etmeliyiz ki, yukarıda aktardığımız gerekçelerle biz KHK Ek.'li liste ile ihraç “müessesesi”nin aynı zamanda bir “müeyyide” olarak tanımlamaktayız.)
Bu önermemize rağmen Danıştay’ın KHK denetimi konusunda kendisini yetkisiz gördüğü OHAL öncesi bir kararına ilk yazımızda yer vermiştik (bkz: Danıştay 5. Dairesi 4. 4. 2016 tarih, 2014/1845 E. , 2016/1931 K. Sayılı kararı: ‘Kanun Hükmünde Kararnameler, yürütme organının bir işlemi olmakla birlikte, fonksiyonel açıdan kanun niteliği taşıyan hukuki düzenlemelerdir. Dolayısıyla, idari işlemlere karşı açılan davaların çözümüyle görevli idari yargıda, KHK hükmünün iptali için açılmış bir davanın incelenmesi hukuken olanaksızdır’).

Yine de, Anayasa Mahkemesi;

- Danıştay’ın bu görüşüyle bağlı olmadığından,

- Ve Ek.'li liste yöntemi ilk kez uygulandığından,

“idari yargısal yolları tüketmeden gelmeyin” özetinde bir karar verme düşük ihtimalinde bulunduğu için (tıpkı AİHM’in Anayasa Mahkemesine başvurmadan gelmeyin demesi gibi), bu düşük ihtimalin yaratabileceği risk sebebiyle, Danıştay’da da “birel ihraç işlemin iptali” yönünden dava açmak gerektiğini salık vermiştik. Ancak bu yönetsel yargıyı bir hukuksal perspektif geliştirmeye zorlama yoludur. Kural olarak yargı yolu kapalılığı vardır ve kural başvuru yolu Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yoludur. İdari yargı yolu ise, bir “ihtimal” yoludur.

Görevli mahkeme olarak Danıştay’ı tespit etmemiz ise, Danıştay Kanunu’nun 24. Maddesi’nin “Bakanlar Kurulu” işlemlerine karşı açılacak davalarda ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’ı görevli kılması sebebiyleydi.

Ancak Danıştay, OHAL KHK İhraç işlemine karşı ilk kararını vererek şöyle hüküm kurdu:
“…uyuşmazlık, Anayasa'nın 121.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak Cumhurbaşkanı'nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nca çıkartılan, yasa gücünde ve düzeyinde olan Kanun Hükmünde Kararname'den kaynaklanmaktadır. Böyle bir uyuşmazlığın da 2575 sayılı Yasa'nın 24. maddesinde sayılan Bakanlar Kurulu Kararlarından kaynaklanan uyuşmazlıklardan olmadığı açıktır…, görüm ve çözümünün 2576 sayılı Yasa'nın 5. maddesi gereğince idari yargıda genel görevli yargı yeri olan idare mahkemesine ait olduğu sonucuna varılmıştır.” (Danıştay 5. Dairesi, 04.10.2016 Tarih, Esas no: 2016/8136, Karar no: 2016/4076 sayılı kararı)

Bu kararı doğru bulmasak da tespit etmeliyiz ki, bu karardan sonra KHK Ek.li liste ile ihraç yönteminde, bahsettiğimiz ihtimal davaları yerel idare mahkemelerinde açılmalıdır. Danıştay’da açılan davalar ise İYUK gereğince görevli-yetkili yerel idare mahkemelerine gönderilecektir. Nitekim bahsi geçen kararında da Danıştay, dosyayı görevli Balıkesir İdare Mahkemesi’ne gönderme kararı da vermiştir. Buraya kadar bir esasa etkili bir sorun yoktur. Danıştay ve yerel idare mahkemeleri, yönetsel yargı örgütü içindeki hiyerarşik mahkemelerdir; biri diğerini görevli, kendisini görevsiz gördüğünde, görevli mahkemeye gönderme kararı verecektir ve bir hak kaybı yaşanmayacaktır.

ASIL SORUN
Asıl sorun ise, yerel idare mahkemelerinin bu konuda verdikleri kararlardır. Emsal olarak, 15 Temmuz sonrasındaki KHK ihraç başvurularında Trabzon İdare Mahkemesi’nin verdiği karara bakalım:
“…672 sayılı KHK hükmü uyarınca kamu görevinden çıkarılan davacı hakkında KHK dışında başka bir idari işlem de olmadığından ve mahkememizin KHK'nın hukuki denetimini yapma yetkisi bulunmadığından, açılan bu davanın mahkememizce incelenme olanağı bulunmamaktadır…” (Trabzon İdare Mahkemesi, 08.09.2016 Tarih, Esas No: 2016/1113, Karar No: 2016/1046 sayılı kararı)

Görüleceği üzere yerel mahkemeler, Danıştay’ın OHAL öncesi Olağan Bakanlar Kurulu KHK’ları hakkında verdiği gerekçeyi tekrarlamışlardır. Ancak Danıştay, aynı gerekçeyi OHAL KHK’ları için de örtük olarak ifade etmesine rağmen, davayı görülemez addetmemiş, görev yönünden yerel idare mahkemelerini işaret etmekle yetinmiştir. Yine İdari Yargı mevzuatı gereğince, ilkin usul incelemesi yapmak ve görev ve yetki hususları konusunda bir karar vermek doğrudur. Ancak Danıştay’ın önceki kati gerekçesi, idari yargının tümüyle görevsiz olduğu yönündeyken, bu kere bu katiyetle de tümüyle görevsizlik kararı verebilecekken, yerel idare mahkemelerine göndermesi “acaba Danıştay konuya dair hukuksal bir yorum farkı geliştirmek üzere süre mi kazanıyor” umudu da yaratmıştır. Bu durumda, ilk derece mahkemelerinin verdikleri kararlara karşı istinaf başvurusunda Bölge İdare Mahkemelerinin ve temyiz başvurusunda bu kez temyiz makamı olarak görevli olacak Danıştay’ın kararını bekleyip görmek gerekecektir.
Umut, adalet arayanın ekmeğidir…

Doğan Erkan / Avukat

Kaynak: Odatv.com