Çocuk kavramı dar anlamda henüz ergin olmayan birey olarak tanımlanabilmektedir. Bununla birlikte çocuk eksenli oluşturulan bazı ulusal veya uluslararası sözleşmelerde ya da mevzuatımızdaki bununla ilgili hükümlerde çocuk tanımı yapılmış bulunmaktadır. Bu kaynakların en önemlilerinden olan ÇHSD[1]’de çocuğu sözleşme amaçları doğrultusunda yukarıda bahsedildiği gibi 18 yaşından küçük insan olarak tanımlamaktadır.Elbette ki bu hukuki tanım sosyal hayattaki biyolojik anlamda çocukluk kavramının her zaman karşılığı olamaz. Çünkü çocukluk süreci farklı coğrafyalarda,çeşitli etkenler nedeniyle birlikte farklı yaş aralıklarına tekabül edebilmektedir. Bu anlamda ülkelerin kendi mevzuatlarındaki belirlemiş oldukları çocuk kavramına bakmak gerekmektedir.Çünkü ilgili ülkenin mevzuatında düzenlenen çocuk tanımı o ülkenin dinamikleri dikkate alınarak belirlenmektedir.Dolayısıyla Türk Hukuk Sistemindeki çocuk kavramına baktığımızda çocuğu , Çocuk Koruma Kanunu’nda belirtilen hususlarla birlikte daha erken yaşta ergin kılınmış olsa bile 18 yaşını ikmal etmiş olan kişi olarak belirtilmiş kimse olarak görmekteyiz.Ayrıca Ceza Kanunumuz[2]’da 18 yaşını doldurmamış kişiyi çocuk olarak kabul etmektedir.
   
Çocuklar insan olmaktan kaynaklı hukuk düzeninin kendisine tanıdığı hakların yanı sıra çocuk olmaktan kaynaklı bazı haklara da sahip olabilmektedirler.Bu hakların kimisi andlaşmalar veya sözleşmelerle düzenlenmiş, kimisi ise ülkelerin mevzuatlarında kendilerine yer bulmuş bulunmaktadırlar.
   
Çocuk haklarının gelişmesi noktasında tarihsel süreçte, Birinci Dünya Savaşından sonra,Milletler Cemiyeti döneminde,Cenevre’de çocuk ticaretine karşı ilk uluslararası konferans toplanmıştır. 1919 yılında Milletler Cemiyeti,Çocukların Koruma Komitesini kurmuştur. Çocuk hakları 1924 yılında Cenevre Çocuk Hakları Bildigesinde ilk kez özel olarak korunmaya alınmıştır. Öyle ki, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde bu belgeden 24 yıl sonra ilan edilmiştir. Belirtmek gerekir ki; Türkiye adına bu sözleşmenin altında M.Kemal Atatürk’ün imzası bulunmaktadır.[3]
       
Daha sonrasında özellikle 2. Dünya Savaşından sonra çocuk işgücü ve cinselliğinin sömürülmesi artınca uluslararası platformda buna karşı hareketlilik de artmış bulunmaktadır.Birleşmiş Milletler çatışı altında, çocuk ticaretine, çocukların köleleştirilmelerine,küçük yaşta evlendirmeye,evlat edinilmenin kötüye kullanılmasına,ve ceza yargılamasında çocuklara uygun olmayan usullerin uygulanmasına karşın bir dizi bildirge ve karar çıkarılmıştır.[4]
   
Tüm bu gelişmelerin ertesinde 1959 yılında Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin yayınlanması çocuk haklarını koruyup geliştirme sürecinde en önemli kilometre taşını oluşturmuştur.İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu,20 Kasım 1959 tarihinde bir önsöz ve on maddeden oluşan Çocuk Hakları Bildirisini kabul etmiştir.Ancak belirmek gerekir ki gerek Cenevre Çocuk Hakları Bildirisi ve gerekse Birleşmiş Milletler Genel Kurulunca kabul edilen Çocuk Hakları Bildirisi sözleşmeye taraf devletlerin hükümetleri tarafından kabul ve imza edilmesine rağmen hukuksal yaptırımı olmayan öğüt niteliğinde bazı genel ilkelerin ilan edilmesinden başka büyük bir anlam taşımamaktadır.[5]
  
Burada bir noktanın daha üzerinde durmak istiyoruz. Dünya üzerinde demokratik gelişim ve atılımların öncüsü konumunda olan ABD’nin Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesinin altında imzasının bulunmamasını demokratik ilkeler doğrultusunda düşündürücü olduğunu belirtmek ve bununla ilgili dünya üzerindeki bu denli önemli bir metinin dünya siyasetindeki önemli bir ülke olan ABD tarafından imzalanmasının gerekli olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
   
Ayrıca tüm bunlarla birlikte bu bahisle ilgili bir önerimizi paylaşmak istiyoruz.Bilindiği üzere evrensel yargı sistemi içerisinde spesifik disiplinlerle ilgili çalışma yürüten ve yargılama yapan çeşitli değişik mahkemelerin olduğunu bilinmekte. (Uluslararası Ceza Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi vb.)Bunlarla ilgili madem ki çocuğun sahip olduğu hakların çocuk olmaktan kaynaklı olduğu ve bunların insan haklarına nazaran daha geniş bir perspektifte ve konuda ele alındığı bilindiğine göre bu alanda uzman,çocukların korunması ve muhakemelerine ilişkin olarak devletler tarafından yapılan ihlallerin yaptırımlara tabi olduğu bir uluslararası mahkemenin evrensel yargı sistemi içerisinde kurulması gerekliliğinin elzem olduğunu belirtmek istiyoruz.
   
Bilindiği üzere Anayasa’nın 90.maddesinin 5.fıkrasında usulüne uygun olarak yürürlüğe girmiş olan uluslararası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar aleyhine Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı düzenlenmiş bulunmaktadır.Yasa koyucunun uluslararası andlaşmalar aleyhine Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı hükmünü koymasıyla ülkemizi uluslarası alanda böyle bir başvuru sonucu verilecek aleyhe bir karar sonucu zor durumda bırakmaktan kurtarmayı amaçladığı düşünülebilir.Ancak bu amaç kanımızca uluslararası andlaşmaların kanun üstü olma özelliğini değiştirmeyecektir.Çünkü Anayasamıza göre kanunların Anayasa Mahkemesi tarafından şekil ve esas denetiminden geçirilmesi kabul görmektedir.Ancak biz burada uluslararası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu belirtilmişse onlarında usul ve esasları çıkarılacak bir kanunda belirtilmek üzere bu denetime tabi olmalarının hukuk mantığı açısından gerekli olduğunu  düşünmekteyiz.
   
Yukarıda bahsedilen Anayasamızın 90 .maddesinin 5.fıkrasının konumuzla ilgisi ise Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme hükümleriyle mevzuatımızda yer alan çocuklara ilişkin düzenlemelerin çatışması noktasıdır. Bu anlamda ;
   
Birinci ihtimal ; ÇHDS’nin imza ve onayından evvel iç hukuk kuralı arasında ÇHDS’nin getirdiği hükmü düzenleyen bir kural yoksa, ÇHDS’nin hükmü iç hukukta uygulama bulacağıdır.
   
İkinci ihtimal ; ÇHDS’nin imza ve onayından evvel iç hukuk kuralları arasında,ÇHDS’nin düzenlediği hususa ilişkin bir kural varsa ve bu kurala ÇHDS’nin hükmü;iç hukuk kurallarını zimnen ilga edecek ve yeni tarihli kural öncelikle uygulanır kuralı gereğince iç hukuk kuralı gibi uygulanacağıdır.
   
Üçüncü ihtimal ; ÇHDS’nin imza ve onayından sonra,ÇHDS’nin kurallarına aykırı nitelik taşıyan bir iç hukuk kuralı düzenlemesi yapılmasa,ÇHDS’ye aykırı bir kural olmasına değin,bu kural iç hukukta uygulama bulacaktır.
   
Dördüncü ihtimal ; Yeni tarihli iç hukuk kuralı yani ÇHDS’nin yürürlüğe girmesinden sonra konulan iç hukuk kuralı,eski tarihli ÇHDS’nin kuralına açıkça aykırı olmamakla beraber,aykırı olma ihtimali olan bir düzenlemeye sahipse,bu durumda uygulamayı,eski tarihli olan ÇHDS hükümlerine göre yeni tarihli iç hukuk kuralını yorumlamak gerekir. Çünkü,ÇHDS’yi imza ve taahhüd etmiş olup,bu taahhüdünü de yerine getirmek zorundadır.Ancak,ÇHDS’ye açıkça aykırı yeni tarihli iç hukuk kuralı getirmişse,taraf devlet artık taahhüdünü geri almak, başka deyişle ÇHDS’yi fesih etmek niyetinde olduğunu göstermiştir.[6]
   
Burada konuyla ilgili olarak bir Yargıtay kararından bahsetmek istiyoruz.Yargıtay ‘’Velayet hakkı anneye verilen 19.10.1994 doğumlu Ahmet’in dosya içeriğinden görüş ve düşüncelerini açıklama olgunluğuna eriştiği anlaşılmaktadır.Türk Medeni Kanunu’nun 339,Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 12 ve Çocuk Haklarının Kullanılmasına Dair Avrupa Sözleşmesinin 3 ve 6.maddesi gereğince küçüğün görüş ve düşünceleri alınmadan yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır’’diyerek uluslararası sözleşmelerin Türk Hukuk Sistemindeki geçerliliğini saptamış bulunmaktadır.[7]
   
Ertuna Kara / hukukihaber.net

----------------------------------------
[1] Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme md.1
[2] 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu md.6
[3] Müftüoğlu,Gülgün,Çocuk Haklarına Dair Sözleşme,Facultatis Decima Anniversaria,M.Ü Hukuk Fakültesi 10 yılı Adliye ve Çocuk Suçluluğu Sempozyumu,M.Ü Yayın No.536,Hukuk Fakültesi Yayın No.441,S.343
[4] Dr.Yusuf Solmaz Balo,Çocuk Koruma Hukuku,Seçkin Yayınları,s.48.
[5] İnan,Çocuk Haklarına Dair Sözleşme s.765.
[6] Ayrınıtılı bilgi için bkz.İnan,ÇHDS’de Hak Grupları,s.778 vd.
[7] Yargıtay 2.Hukuk Dairesi,26.01.2012,2011/4130-2012/1401