Bir tane terlik fırlatma davam vardı. Komşu komşuya terlik fırlatmış. Bir beyan yazıyorum, dersin Dimitrov’un savunması. Bir anda yargılayan konumuna yükseldim. Tarih dedim, bizi ve terliğimizi aklayacaktır. Şaka. O kadar abartmadım tabii. Ama hukuk ciddi bir iş.

Kurum ciddi olunca bu ciddiyet haliyle çalışanlara da yansıyor. ‘Mahkeme duvarı gibi surat’ deyimi bile durumu açıklıyor aslında. Gerek iş yoğunluğunun verdiği yorgunluk ve stres, gerekse hukuk kurumunun yapısı itibariyle herkes fevkalade ciddi, asık suratlı. Kurumun ciddiyetinin kişiliği etkisi altına aldığı vakalara da rastlayabiliyoruz. Sipariş ettiği çay geç geldiği için garsona zamanaşımı def’i ileri süren avukat arkadaşım var benim. Hayatının her alanında duruşma ciddiyetiyle yaşayan tanıdıklarım var. İş hakikaten aşırı ciddi.

Tabii bu ciddiyetin kırıldığı noktalar da olmuyor değil. Aslında hepimiz gülebilen, çeşitli komiklikler yapabilen insanlarız. İşin türünden kaynaklı bir ciddiyetin özel hayatımızı veya kişiliğimizi ele geçirmesine çok da izin vermemek gerekli diye düşünüyorum. Gülebilmek ve güldürebilmek, hem de en olmadık zaman ve yerde bu yapabilmek galiba biraz maharet işi.

Bu #DirenTerazi adlı blog beni güldürüyor. En olmayacak yerlerde yapıyor bu işi. Blog yazılarının yayınlandığı salı günleri tehlikeli arkadaş. Anlatayım…

Salonun dışında duruşma bekliyordum. Bir anda çılgın bir kalabalık birbirine girince ve arbede bir anda bir hortum gibi tüm koridoru sarınca kafaya göze ezkaza bir şey yememek için duruşma salonuna girip orada bekleyeyim bari dedim. Geçtim bir köşeye, telefonu açtım ve bir blog yazısıyla karşılaştım. Önce ciddiyetle okurken birkaç paragraf sonra benden ‘ıhı’ diye bir ses geldi. Öksürerek kamufle ettim. Ama hikâye komik, kendimi tutamıyorum. 

Hafif sağa kaymış ağzımı elimle tutarak gülüşü bastırmaya çalışıyorum. Tavana bakıyorum, kapıya bakıyorum, toparlanıp tekrar okumaya başlıyorum. Ama olmadı. Cümlenin biri kahkaha atmama yetti, tutamadım. Kahkaha sesi o ciddiyetteki bir salonda yankılanınca millet ne oluyor diye şöyle bir bana baktı. Sanki gülen ben değilmişim de ses dışarıdan gelmiş gibi kaşlarımı çatıp ‘Kim o gülen ya? Hayret bir şey. Cık cık cık’ diye sağıma soluma baktım. İlgi üzerimden dağılınca yazıyı okumaya devam ettim. Gelgelelim ikinci kahkahaya da engel olamadım. Salonun bir köşesinde oturan cübbeli, bıyıklı mıyıklı ciddi bir tip ‘gah gah’ diye kendi kendine gülüyor. Deli midir nedir? Hâkimle göz göze geldik. Artık toparlayamıyorum da… ‘Ne oluyor avukat bey, hayırdır, iyi misiniz?’ diye sordu. Ne diyeceksin? Hâkime telefonu gösterip, ‘Efendim ben aslında çok ciddi bir insanım, ama blogda bir yazı var, ben üçüncü paragrafta koptum, daha da kendimi durduramıyorum, inanmazsanız alın siz de bir okuyun, gülmezseniz beni salondan çıkartın’ mı diyeceksin? Ya da ‘Ya size gülmüyorum, aklıma bir şey geldi ona gülüyorum. Ne kızıyon ki yhaa’ diye mi cevap vereceksin?

Evirdim çevirdim, gülmeyi bastıramayan, ara ara kahkahaya doğru gidip gelen bir ses tonuyla, ‘Biraz sinirlerim bozuldu hâkim bey, ben bir hava alıp geleyim, sonraki dosya benimki. Bekletirsiniz değil mi?’ diyerek salondan uzaklaştım. Dosyayı garantiye almanın huzuruyla elimi yüzümü yıkadım, hava alıp döndüm. Duruşmama girdim, aklıma en kötü şeyleri getirmek suretiyle gülüşü bastırdım ve günü tamamladım.

Evet, iş ciddi. Ama bu ciddiyetin ara sıra kırıldığı anlar da olmuyor değil. İşini ciddiyetle ve özenle yapmanın, gülmek ya da güldürmeyi unutmakla karıştırılmaması gerekiyor galiba. Hepimiz birden gülebiliriz bloga bakalım bence.

Ha tabii buradan blog yöneticilerine de sesleniyorum. Kardeşim, özellikle salı-perşembe günleri duruşmalar yoğun oluyor. Benim haricimdeki yazarların yazılarını saat 17.00’den sonraya koyun. Benimkileri sabahtan yayınlayın. Fırsatı ganimet bilip milletin ayağını kaydırır gibi oldum ya, tu yüzüme.

(Av. Erdem Oktar / Solhaber)

http://haber.sol.org.tr/blog/diren-terazi/av-erdem-oktar/biraz-ciddiyet-yahu-127366