OHAL değil bu hal. Çünkü OHAL ilan edildi.

Açıkçası OHAL’in Türkiye tarihi itibariyle ayrı bir fasikül açılarak sosyolojik anlamda da incelenmesi gerekir. Çünkü OHAL Türkiye’de bir dönem bölgesel olarak Türkiye’nin başına bela olan 1978’den 2002’ye kadar yoğun bir şekilde uygulanmış ve bir kesimi bir kesimden ayırmak için kullanılmıştır. 2002’den sonra AK Parti ilk icraatı olarak OHAL’i kaldırmıştı. OHAL’i kaldırdıktan sonra da yine nasip AK PARTİ’ye imiş, bu sefer Türkiye’nin tamamında geçerli olmak üzere geri geldi. OHAL’in Türkiye anlamında özel bir fasikül olarak ayrı bir konu olarak anlatmak gerekir. OHAL Kanunu Türkiye anlamında önemli bir kanun.

Yine bir darbe sonrası da 1983’te darbecilerin bize hediyesidir OHAL, 1983’te çıkarılmış. Malum 1983’ün son aylarında Aralık ayında ülke sivil yönetime devrediliyor. Turgut Özal seçilerek Cumhurbaşkanı da Kenan Evren olmak kaydıyla askeriye el koyduğu yönetimden elini çekip sivile devrediyor. Bu arada bir dizi kanun çıkarıyor. OHAL gibi bir sürü kanun var ama en hayırlısı Boğaziçini Koruma Kanunu sayılabilir. Bu da darbecilerin çıkardığı bir kanun, bir tek onun hayrını görüyoruz. OHAL Kanunu o dönemlerden kalma bir şey. Modern devlet anlamında OHAL’i hep merak etmişizdir. Çünkü çocukluğumuzda belki çok kimse hatırlamaz ama Hayri Kozakçıoğlu çok önemli bir figürdü. Diyarbakır OHAL bölge valisiydi. Süper yetkileri olan bir valiydi. İronik bir şekilde geçen yıl intihar mı etti öldürüldü mü bilinmez ama ebediyete göç etti. Çocukluğumuzdan aklımıza gelen “Anadolu’dan Gördüm” programını hatırlar mısınız, Hayri Kozakçıoğlu gibi adamlar çıkardı. OHAL deyince hep onlar geliyor aklımıza. Dolayısıyla biz OHAL’in içine doğduk.

OHAL ilan edilince arkadaşlar aradılar, 

OHAL nedir, bize ne getiriyor diye sordular. Ben de en yakın Kürde müracaat edin onlar biliyorlar, dedim. İronik bir şekilde ama çünkü OHAL 2002 bizim üniversiteye geldiğimiz yıllar, doğduğumuzda 80’lerin ortasında OHAL başlamıştı. 1978’te Kahramanmaraş Olayları’ndan sonra başlıyor. Kahramanmaraş’ta Alevilere yönelik bir saldırı oluyor, Ecevit hükümeti 13 ili de içine alan bir OHAL ilan ediyor. 1961 Anayasası’nın buna ilişkin hükümleri var. Daha sonra genişliyor bu OHAL ve 7 ili daha içerisine alıyor. Hakkâri, Diyarbakır gibi illeri de içine alıyor. 1980’de darbe olunca bütün anayasal düzen askıya alınıyor ve OHAL bütün Türkiye’de geçerli olmak üzere o dönemin yönetime el koyan darbecileri tarafından ilan ediliyor. 1984’te Turgut Özal’ın yine ilk icraatı, ilginçtir, benzerlikleri var, kademeli olarak OHAL’i kaldırmak oluyor 1987’ye kadar. 1987’de PKK’nın Eruh ve Şemdinli baskınları var bundan sonra OHAL uygulamaları mecburen geri geliyor. 1987’de bir kararname ile OHAL Bölge Valilikleri kuruluyor. O günden sonra 2002’ye kadar bölgesel olarak OHAL hep devam ediyor.

Öncelikle OHAL nedir? Özellikle kanun üzerinde durmak gerekiyor. Çünkü çıkan KHK ciddi anlamda sıkıntılı bir KHK ve Türkiye’nin başını yakacak bir KHK. Bu kanun buna müsaade ediyor mu etmiyor mu, üzerinde durup tartışalım. 

OHAL KAVRAMI VE TEORİK TEMELLERİ
Yazarlar tartışıyorlar, Rousseau’ya atıf yapan var, Machiavelli’e atıf yapan var, onlar
üzerinden anlatılıyor ama modern devlet doğana kadar aslında OHAL’in ne olduğu tam olarak
bilinmiyor. OHAL, teknik ve modern devlet anlamında ilk kez teorisyenliğini yapan Carl
Schmitt’tir. Alman bir hukukçudur, Nazilerin akıl babasıdır. 1800’lerin sonunda doğup
1984’te ölüyor. ‘İstisna’ halini ilk defa teoriye dökerek kendince bir açıklama getiriyor ve
istisna halinin hukuk düzeninin bir parçası olduğunu devletin kendini koruma hakkı kapsamında
kendisine yönelik bir saldırı durumunda yürürlükteki hukuk düzenini askıya alarak ama
buna geri dönüleceğine atıf yapmak suretiyle bir istisna hali öngörebileceğini söylüyor. Buna
da karar diyor. Zaten ona göre hukuk yani bizim anladığımız anlamda mevzuat ve kanunlar
değil, karardır. Hukukta aslolan karardır diyor, çünkü kararı veren egemendir ve OHAL’e
karar veren egemen olan kimsedir. Yani asıl hukuk düzenini belirleyen değil, asıl hukuk dü-
zeninde neyin OHAL olacağına karar veren egemendir diyor. Dolayısıyla egemenlik üzerinden
hareketle OHAL’i açıklıyor.

Yine Carl Schmitt’in çağdaşı Walter Benjamin, o da şiddet üzerinden açıklıyor ama çok
tutulan bir kavram değil. Nedeni de şu: Carl Schmitt’te diktatör olan egemen olduğu için ve
onun bahsettiği diktatörlük Naziler zamanında başarıya ulaştığı için çok tutuluyor ve temeli
dolu bir teori üretiyor kendince. Ve nihayetinde bu istisna halinin yani normal hukuk düzeninin
içerisinde bir istisna hali olduğunu, siyasal düzenle mevzuat hukuku anlamında bir boşluk
oluşturduğunu ve sonuç olarak da bu istisna halini yani OHAL’i ilan etmenin aslında hukukun
bir parçası olduğu yani OHAL aslında bilinen hakların askıya alınması halidir. 

Carl Schmitt aslında diyor ki; OHAL ilan etmek hukuk düzeninin bir parçasıdır sadece
temel hak ve hürriyetlerin bir süreliğine kullanılmasını engelliyor o da mevcut bir tehlikeyi
defetmek için. Bunu da Almanlar II. Dünya Savaşı sırasında ciddi olarak yoğun bir şekilde
kullanıyor. Alman Anayasası’nda da yer alıyor. Bizim hukuk düzenlerimiz açısından kabul
görmesi de aslında II. Dünya Savaşı’ndan sonraki modern devletin ulusçu yapısından kaynaklı
ve anayasalarla örülmüş yapının içerisinde var olmasıyla alakalıdır. Diyebiliriz ki, bugünkü
olağanüstü hal aslında o teorinin bir neticesi olarak bütün bir dünyaya armağan olarak kalmış-
tır. Şimdiki OHAL, bu teorilerden farklı olarak devlet düzeninin içerisine yerleştirilmiştir.
Yani, olağan üstü hali daimi olarak hukukileştirmekle bugün anlatacağımız istisna hali ayrıdır.
Nasıl ayrı şeyler? Devlet düzeni yine Almanların ürettiği bir teori ile düşman ceza hukuku
teorisiyle diyor ki hukuk düzeni içerisinde hukuk düzeninin düşmanları ve hukuk düzenine
uyan kimseler vardır. Hukuk düzenine düşman olan kimseler tıpkı yabancı ülkelerin saldırılarında
olduğu gibi hukuk düzenine saygı göstermedikleri ve onu ortadan kaldırmaya çalıştıkları
için vatandaş değillerdir. İçinde bulundukları hukuk sistemi bunlara uygulanmaz, denir. Nasıl
ki bir düşmana düşman hukuku uygulanıyorsa bunlara da düşman hukuku uygulanması lazım.
Buna düşman ceza hukuku deniyor. Bizim kanunlarımızda bu teorinin de karşılığı var: Terörle
Mücadele Kanunu. Yani teknik olarak buna fiili anayasa demekteyiz. Normal bir vatandaşın
örneğin slogan atan birinin yargılandığı hukuk sistemi ile azılı bir katilin yargılandığı hukuk
sistemi birbirinden farklıdır. Hem hukuk güvenceleri açısından hem gözaltına alınma süreci
açısından vs. bu olağanüstü halin daimi olarak sürekli hale getirilmesi bugünkü haliyle alakalı
değil. Bizim bugün bahsettiğimiz OHAL, tam olarak bir istisna hali. Yani yarın öbür gün
normal hukuk sistemine döneceğimiz OHAL. Dolayısıyla da anayasada da öngörülmüş hukuk
sisteminin içerisinde hukuk düzeninin öngördüğü temel hak ve hürriyetler askıya alınıyor.
Geçici olarak askıya alınmada da süreler var. Bu süreler geçtikten sonra eski hale dönülüyor.
Dünyada kabul edilen 3 farklı OHAL sistemi var.

Birincisi, anayasal düzen OHAL sistemi. İçinde bulunduğumuz Kara Avrupa’sı bunu
kabul ediyor. Diyor ki; istisna hali anayasada öngörülür ve o gün egemen olan kimse, istisna
olan ne ise onu istisna kabul ederek OHAL ilan edebilir ve bunu anayasal kapsamda yapar.
Buna anayasal model deniyor.

İkincisi; Amerika ve İngiltere’nin kabul ettiği farklı bir sistem var. Buna yasal OHAL,
yasa yoluyla OHAL deniyor. Bir istisna hali meydana geldiğinde meclis çıkardığı yasalarla
normal zamanlarda yürütmenin sahip olduğu yetkileri genişletiyor. Örneğin; bir günlük gözaltı
süresi varsa bunu beş güne çıkarıyor. Yani, yetkisini genişletiyor, buna yasal modelli
OHAL deniyor. Bugünkü Amerika ve İngiltere bunu uyguluyor ve hatırlıyorsanız 2001 saldı-
rılarından sonra bunu yoğun olarak çıkardığı terörle mücadele yasalarıyla Amerika uyguladı.
Üçüncüsü, Yasa dışı önlemler modeli OHAL. Devletler çok uygun bulmadığı bir model.
Sadece teori boyutunda kalıyor. Diyor ki; yasal düzen içerisinde OHAL önemli değil, öngörülmese bile OHAL meydana geldiğinde egemen karar verir. Kendince temel ilkelere aykırı
olmamak kaydıyla önlemler alabilir. Buna da hukuk dışı önlemler modeli deniyor. Bu modelin
çok taraftarı yok.

TÜRKİYE’DE OHAL VE UYGULAMALARI
Bizim kabul ettiğimiz sistem, anayasal model OHAL kapsamında. Nitekim bizim anayasamızda
ve uluslar arası sözleşmelerde anayasal OHAL modeli kabul edilmiş. Kara Avrupa’sı
OHAL sistemi temel olarak bunun üzerine oturuyor. O yüzden Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi 5. Maddesinde ve bizim 1982 Anayasası’nda buna ilişkin özel olağanüstü yönetim
biçimleri diye özel fasiküller açılmış, özel hükümleri var.

Kabul ettiğimiz sistemin bir usulü var. Anayasal düzen teknik olarak buradaki OHAL’in
bir hukuk dışılık olmadığını kabul ediyor. Yani bir istisna durumu var, hakların bir kısmı engellense,
sınırlansa, ertelense bile bunun bir hukuku var. Nasıl ilan edileceği, ne kadar öne
sürüleceği, ne kadar yürürlükte kalacağına ilişkin anayasada da öngörülen bir sistem olduğu
için bunu biz teknik olarak Carl Schmitt’in de dediği gibi bir yasa içi durum olarak kabul ediyoruz.
Sadece yasal, normal kabul edilen sistemin dışına çıkıyoruz, bazı şeyleri erteliyoruz.
Birazdan KHK’ları değerlendirirken göreceğiz, Türkiye’de çok da öyle olmuyor.
Öncelikle OHAL sistemi bizim 1982 Anayasası’nda 121 - 122. maddelerinde öngörülmüş.
Ondan daha sonra biz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dâhil oluyoruz. 1950’de sözleşmeye
dâhil oluyoruz. 1987’de yargılama yetkesine dâhil oluyoruz. Öncelikle uluslar arası
sözleşmeler bizim için uluslar arası taahhütler olduğu için devletlerin bunlara uyma yükümlü-
lükleri olduğu için öncelikle buna bakmak gerekiyor. Çünkü mevzuat sisteminde normların
bir hiyerarşisi var.

OHAL KANUNUN VE GETİRMİŞ OLDUĞU DÜZEN
OHAL ilan edildikten sonra bir tartışma doğdu. KHK, Kanun Hükmünde Kararname
ama nasıl kanunla sınırlı olabilir? diye bir tartışma. Burada şunu gördük, mevzuat okuma kültürümüz
biraz zayıf. Yani aslında norm hiyerarşisi ne demek? Tamam, biri birine aykırı olamaz
ama aykırı olamaz ne demek? Bunu bile tam olarak tespit edemiyoruz. Uluslar arası taahhütler
önemli çünkü uluslar arası yaptırımlar öngörüyor. Anayasa bize uygulanırken, o
egemenlik altındaki vatandaşlara uygulanırken uluslar arası taahhütler devletlere yaptırım
getiren normlar. Dolayısıyla siz bir taahhütte bulundunuz, “ben bunu uyacağımı kabul ettim,
mahkemenin yargılama yetkisini kabul ettim, sözleşmede kabul ettiğiniz hakları ben bazıları-
na şerh koydum çekincesiz kabul ettim” dediğiniz an bir sisteme dâhil oluyorsunuz. Buna uymazsanız
yaptırımlar öngörülür sizin aleyhinize. Uluslar arası yaptırımları biliyorsunuz, ambargolar
vs. Ekonomik yaptırımlar oluyor daha çok. Üyeliklerden atmalar, bazı sözleşmelerden
çıkarmalar şeklinde oluyor. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bana göre yasadan
da önce bağlayıcı hüküm 15 madde. 

AİHS 15. Madde;
15. madde çok geniş bir madde aslında. Bizim anayasamız onu biraz daraltıyor. Yetki
anlamında hükümetin elini daraltıyor. Diyor ki, bir savaş hali veya olağanüstü hal durumunda
toplum veya ulus kendini tehlike altında hissediyorsa, yaşamı tehlikeye giriyorsa buna ilişkin
mevcut veya pek yakın bir saldırı varsa sözleşmeci devletler bu sözleşme kapsamında verdikleri
taahhütleri haklar anlamında askıya alabilirler. Tabi bunun da bir usulü var. Askıya almak
tamamen sınırsız değil, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne bildirmek, kendisi OHAL’e
karar vermek şartıyla, 4 hak müstesna, diğer bütün alanlarda düzenleme yapabilir, diyor.

Nedir bu 4 hak?
Birincisi, yaşama hakkı. İkinci madde kapsamında. Özellikle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi OHAL’de en çok yaşam hakkının ihlal edildiğinden bahisle Türkiye ve diğer ülkeler
aleyhine kararlar veriyor. Diyor ki; sen her ne kadar OHAL ilan etmiş olursan ol, yaşama
hakkını ihlal edemezsin. Devletin iki tane yükümlülüğü oluyor malum.

Bir, pozitif yükümlülüğü, öldürmeme;
iki, negatif yükümlülüğü, maddi ve manevi bütünlüğünün korunması anlamında.
Eğer böyle kendisine karşı bir tehlike varsa bunu bertaraf edecek önlemler almalı. Pozitif
ve negatif yükümlülükler anlamında yükümlülükleri var. Dolayısıyla devlet hem öldürmeyecek
hem de öldürülmesine göz yummayacak. Öldürüldüğünde de onu ortaya çıkaracak,
suçluların cezalandırılacağı bir soruşturma yürütmek zorunda. Türkiye aleyhine epeyce karar
var. Şırnak, Hakkâri, Diyarbakır’daki OHAL dönemlerinde öldürülen birçok insan var, gözaltında
kayıplar var. Bunlarla ilgili Türkiye aleyhine verilmiş çokça karar var. AHİM bir olay
üzerinde bir ilke kararı veriyor ve onu grupluyor. Mesela, Güleç - Türkiye kararı, OHAL bölgelerinde
yaşama hakkının ihlal edilmesiyle ilgili bir grup karar, orada bir ilke belirliyor. Diyor ki;
devlet OHAL’i ilan edebilir, bunda bir sıkıntı yok ama öncelikle öldürmeyecek. Bunu nasıl
yapmayacak? Devlet ajanları vasıtasıyla, polisiyle vs. öldürmeyecek. İkincisi öldürülme olayı
gerçekleştiğinde etkili soruşturma yürütecek, suçluları cezalandıracak vs. Buna ilişkin Güleç
Türkiye kararında bir grup belirliyor ve bundan sonra gelen bütün kararlara bu ilkeleri uyguluyor.
Devlet, Türkiye Cumhuriyeti maalesef o dönem giden bütün başvuranlardan neredeyse
etkin soruşturma yürütmediği, pozitif ve negatif yükümlülüklerini ihlal ettiği, çünkü gözaltında
kayıpların çok fazla olduğu, beyaz toroslar dönemi, devletin bazı görevlilerinin gözaltına alıp
kaybettiği vs. duyumları dolaşıyor. Devlet bunlarla ilgili bir şey yapmadığı için giden bütün
başvurulara neredeyse mahkeme o ilkeleri uygulayarak Türkiye’yi mahkûm ediyor.
İşkence yapmayacaksın diyor, OHAL ilan etmiş olsan bile. İşkence ve gayr-i insani muamele
yapmayacaksın kimseye diyor.

Köleleştirme yasağı var. 

Cezaların geriye yürümezliği ve suç ve cezada kanunilik ilkeleri var. Bu ikisini bir baş-
lıkta değerlendiriyor.

Bugünkü idam tartışmaları açısından da ufuk açıcı bir şey. Diyor ki; fiil meydana geldiğinde yürürlükteki hukukta hangi ceza var ise kanunlarda onu uygulayabilirsin, ondan fazlası-
nı uygulayamazsın. Bazı aklı evvel ceza hukukçuları, devam eden bir süreç var dolayısıyla
bugün idamı çıkartsak uygularız, eylem devam ediyor tarzında yorumlar yapsalar da, biliyoruz
ki 15 Temmuz’da kanlı darbe girişimi ve katil, yaralama olayları oldu. Şimdi farklı olaylar
oluyor. Devam eden darbe süreci yok. Bir algı var ama fiili olarak 15 Temmuz’un dışında
yapılmış bir eylem yok. Veya AHİM, darbe girişiminden sonra katil olayları olmadığında
böyle algılayacak. Dolayısıyla idam ile ilgili hükmü ihlal ederse 15. Madde kapsamında yasak
ihlaller arasında yer alacak. İdam geri getirilemez yani. Cumhurbaşkanı halk bana söylüyorsa
bunu göz önüne alırım diyor ama bu pek olası görülmüyor.

İkincisi, AHİM OHAL’in ilanını da göz önünde bulunduruyor. Yani devlet haklı mı de-
ğil mi buna da bakıyor. Yine geçmişte Türkiye aleyhine giden OHAL kararlarında çoğunu
lehe vermiş ama iki şeye bakıyor.

Öncelikle, mevcut veya pek yakın bir tehlike var mı? Yani sen OHAL’i ilan ediyorsun
ama OHAL senin öyle keyfi ilan edebileceğin bir yetki değil. Mevcut bir tehlike var mı veya
pek yakın bir tehlike var mı? Bugünkü OHAL için var denebilir.

Sonra da, bu mevcut veya pek yakın tehlike senin ulusal varlığını tehlike altına sokacak
büyüklükte mi? Yani iç kargaşalar, kavgalar, dövüşler, bir ildeki bastırılabilir ayaklanmalar
OHAL ilanı için yetmez diyor. Dolayısıyla sana yapılacak saldırılarda OHAL ilan edebilmen
için senin ulusal güvenliğini ve ulus olarak varlığını tehdit etmesi gerekli ve o büyüklükte
olması gerekiyor diyor. Dolayısıyla eğer bu şartları taşımıyorsa bir OHAL ilanı kafadan askı-
ya alınan hakları askıya alınmamış gibi değerlendiriyor. Örneğin, KHK çıktı dernek kapatıldı
667 sayılı KHK’da, dernek kapatma yetkisini kullanamazsın diyor. Vakıf kapatma yetkisini
kullanamazsın diyor. Yani bugün OHAL kapsamında kullanılıyor, bunları kullanamazsın diyor.
Çünkü kabul edilebilir bir OHAL durumu yok, senin OHAL ilan etmen hukuka aykırı
dolayısıyla bu anlamda yapılacak bütün başvuruları hukuka aykırı buluyor.

Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki bu maddeyle bizim hukuk düzenimiz
arasında şöyle bir farklılık var. Birazdan kanunda değineceğiz; afet, salgın hastalık ve ağır
ekonomik buhran halinde Türkiye iç mevzuatında ve anayasasında, OHAL Kanununda
OHAL ilan edilebileceğini söylüyor. Ama AHİS’in 15. Maddesinde böyle bir hal öngörülmü-
yor. Dolayısıyla AHİM, OHAL ilan etmeyi tek haklı durumda kabul ediyor, haklı buluyor. O
da şiddet olayları, ulusal varlığı tehdit edecek büyüklükte şiddet olayları var ise OHAL’i kabul
ediyor ve bu kapsamda OHAL değerlendirmesi yapıyor. Dolayısıyla mesela bugün Türkiye’nin
geneline yaygın çok olmuyor ama örneğin ortaçağın sonlarında veba salgını var mesela
Türkiye’yi tehdit eden bir veba salgın olsa AHİM bunu bir OHAL ilan etme sebebi olarak

kabul etmiyor. Ağır ekonomik buhran mesela, Türkiye 2001’de ağır ekonomik bir kriz yaşadı,
OHAL ilan etmiş olsaydı AHİM bunu kabul etmeyecekti. Onun mevzuatına uygun değil.
Ama bizim iç mevzuatımızda anayasada ve OHAL Kanununda bunlarda bu üç halde OHAL
için geçerli gerekli sebepler olarak sayılıyor.

SORU: Almanya ve Fransa’da yapılan saldırılar OHAL kapsamında mı?

Mesela Almanya’da bir AVM’de saldırı oluyor, bu kriterler çerçevesinde ilan edilen bir
OHAL var, İngiltere’de küçük bir kasabada göçmenlerle ve yerliler kavga ediyor ve OHAL
ilan ediliyor. AHİM OHAL’i kabul etmiyor. Dolayısıyla böyle basit iç çatışmalar bastırılabilir,
soruşturulabilir asayiş problemleri niteliğinde olanları kabul etmiyor. Dolayısıyla Almanya’nın
OHAL kararı AHİM’e uygun bir OHAL kararı olmayabilir. Tabi mahkeme bunu değerlendirecek. Kriterleri gözden geçirdiğimizde ve geçmişte verdiği kararlarda.
Bizim iç hukukumuza gelelim. İç hukukumuzda temel hak ve hürriyetleri normalde kanunla
sınırlanabileceği 11. Maddede öngörülmüş. Temel hak ve hürriyetler kural olarak kanunla
sınırlanabilir demiş olsa bile, bizim kabul ettiğimiz genel hakların özü itibariyle biz
kanunla sınırlamayı da kabul etmiyoruz. Yani, bugün şu adamları öldüreceğiz diye bir kanun
yapılamayacağını düşünürüz, böyle kabul ederiz. Çünkü İnsan Hakları Bildirgesi’nde dediği
gibi insanların doğuştan devredilemez, vazgeçilemez hakları vardır. Bunlar kanunla da sınırlanamaz,
kişi de bundan vazgeçemez. Dolayısıyla her ne kadar kanunla sınırlanabilir diyor ise
de bunu belli meşru çerçevede bazı haklar için kabul etmek gerekiyor. Nitekim Anayasanın
15. Maddesinde temel hak ve hürriyetlerin olağanüstü hallerde, sıkıyönetim vs. kısıtlanabileceğini
söylüyor. Akabinde bazı haklarda kanunla sınırlanabilir maddeleri var. En son 17.
Madde kişi dokunulmazlığı hakkını olağanüstü bir sınırlama sebebi olarak saymış. 18. Maddede
zorla çalıştırma yasağı bir istisna olarak sayılmış çünkü bizim OHAL Kanununda zorla
çalıştırma yani çalıştırma yükümlülüğü getirme yetkisi var OHAL kapsamında. En nihayetinde
bizim OHAL’in düzenlendiği maddeler 119. ve 120. maddeler.

119. Maddede tabii afet, ağır ekonomik buhran ve salgın hastalıkları olağan üstü hal sebebi
sayıyor. Bunlar varsa olağanüstü hal ilan edilebilir. 119. Madde 120. Maddeden biraz
farklı. 119. Maddede, genel güvenliği tehdit edici şiddet olayları olmadığı için 119. Maddede
OHAL ilanı sadece Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu’nun yetkisinde.
Birazdan değineceğiz Milli Güvenlik Kurulu’nun görüşünü alması gerekmiyor. Dolayısıyla
tamamen yürütmenin elinde olan bir OHAL ilanı.

120. maddede de şiddet olayları nedeniyle bir OHAL ilanı öngörülüyor. Orada da şunu
söylüyor; anayasa ile kurulan hür demokrasi düzeninin veya temel hak ve hürriyetleri ortadan
kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet
olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde Cumhurbaşkanının baş-
kanlığında toplanacak Bakanlar Kurulu Milli Güvenlik Kurulu’nun da görüşünü almak suretiyle
OHAL ilan edebilir, diyor. 

Dolayısıyla OHAL’in ilan edildiği iki hal arasında iki grup hal var diyebiliriz.

Birincisi güvenlikle ilgisi olmayan ağır ekonomik buhran, salgın hastalık, genel afet durumu.
Bu tamamen kişilerin iradelerinden, toplulukların, grupların örgütlerin iradeleri dışında
gerçekleşen olaylar olduğu için kamusal bir güvenlik algısı da devreye girmiyor. Dolayısıyla
hükümet gerekli görürse OHAL ilan ediyor. Buradaki OHAL ilan edilmesinin bizim anladı-
ğımız anlamda yani Türkiye’nin hafızası anlamında OHAL’le çok alakası yok aslında. Çünkü
normal şartlarda birine zorla çalıştırma yasağı getiremezsiniz ama OHAL’de getirebilirsiniz.
Bundan dolayı ilan ediliyor. Para ödeme yükümlülüğü, mal verme yükümlülüğü, taşınırtaşınmaz
mal tahsis etme yükümlülüğü; normal zamanda mülkiyet hakkının dokunulmazlığı
kapsamında el koyabileceğiniz haklar değil ama OHAL ilan edilirse böyle durumlarda bunlara
ilişkin sınırlamalar OHAL Kanununda var. Dolayısıyla ayrı tutulmuş. AHİM’in kabul ettiği
120. Madde anayasayla kurulmuş hür demokrasilerin veya temel hak ve hürriyetlerin saldırıya
uğrama tehlikesi veya ortadan kaldırma tehlikesi varsa diyor.

Cumhurbaşkanının yetkileri arasında OHAL’de karar verme anlamında bir yetki sayılı-
yor 104. Maddede. Çünkü Cumhurbaşkanı devletin başı olduğu için Bakanlar Kurulu yürütmeyi
topluyor, ona başkanlık ediyor ve OHAL buradan çıkıyor.

Kanunla anayasa arasında bir çelişki var. Kanunu okuduğunuzda OHAL’i Bakanlar Kurulu,
anayasayı okuduğunuzda yine Bakanlar Kurulu ilan ediyor ve resmi gazetede ilan ediyor,
yürürlüğe sokuyor. Ama sonrasında TBMM’nin onayına sunuyor. Dolayısıyla onay yürürlüğe girmek için bir şart değil. Ama nedir, bir sibop olarak öngörülmüş, TBMM karşılık olarak
şöyle bir yetki verilmiş, Meclis eğer yürütmenin kararlaştırdığı bu OHAL’in yerinde olmadığını
görüyorsa kaldırma yetkisi var. Süresini kısaltma yetkisi var, kapsamını değiştirme yetkisi
var. Bu anlamda Meclise bazı yetkiler verildiği için onun onayına sunuluyor. Ancak örneğin
17 Temmuz gecesinde Cumhurbaşkanlığının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu OHAL’i
ilan edip Resmi Gazetede yayımladıktan sonra aslında OHAL’in içine girmiş olduk. Meclis onu
onayladı, değiştirmedi, kapsamına, süresine hiçbir şeyine karışmadı ve yürürlüğe girdi. Akabinde
meclis bunu kaldırabiliyor. Anayasa, Meclis kaldırır diyor, kanunda Bakanlar Kurulu da kaldırabilir
diyor. Dolayısıyla bir yetki farklılığı var. Kanun Anayasaya aykırı. Bakanlar kurulu
bunu kaldıramıyor. OHAL kararı alabilir ama meclis kaldırabilir diyor, anayasanın lafzından
bunu anlıyoruz. Önemli olan OHAL’in yargı düzenine getirdiği sistem, istisna.

Anayasanın 91. Maddesinde Kanun Hükmünde Kararnameler düzenlenmiş. Yürütme
erkinin Meclisin verdiği yetki kapsamında konularda belirli sürelerle çıkardıkları düzenlemeler.
İptal edilebilirlik biçimi kanuna benzer olduğundan Kanun Hükmünde Kararname ismi.
Meclisin çıkardığı kanunlara eşdeğer yükümlülükler getiriyor ve o tarzda bir mertebeye sahip.
O yüzden kanunlar hiyerarşisi diye piyasada dolaşan üstte Anayasanın olduğu onun altında –
yasa ve onun altında KHK’nın olduğu hiyararşi yanlış. Üstte Anayasa fakat aynı düzlemde
Yasa-KHK olmak zorunda. Çünkü kanunun gücüne sahip. İptal edilebilir olması, temel hak ve

hürriyetlere getirdiği sınırlamalar vs. 91. Maddede KHK’lar düzenlenmiş ama oradaki normal
KHK’lar. Yani olağan düzende çıkarılan KHK’lar. Mesela bizim Fikri Sınai Mülkiyet Hukuku
düzenimiz tamamen bu Kanun Hükmünde Kararnamelere dayanıyor. Patent Haklarının
Korunması Marka Haklarının korunması 506-55-554 KHK’ları Turgut Özal döneminde liberalleşme
kapsamında çıkarılan KHK’lar, hala yürürlükte ve kanun gibi uygulanıyor. Hatta
eskiden şöyle bir şey vardı KHK’larda, kanunun dışında suç ve ceza ihdas etmek mümkün
değil, KHK’larda suç ve ceza vardı. Sonra fark ettiler, Anayasa Mahkemesi çok yakın tarihte
iptal etti. Kanun Hükmünde Kararname’nin içindeki cezayı da Meclis bir kanun çıkararak
koydu. Mesela, Marka Hakkının Korunması hakkındaki KHK’nın 61/A Maddesinde ceza var,
bu ceza hükmü eskiden KHK’nın maddesiydi, Anayasa Mahkemesi bunu KHK ile çıkaramazsın
dedi ve iptal etti. Sonra yasa çıkardılar ve 60. Maddeyi tekrardan o yasa ile ihdas ettiler.
Bunun gibi birtakım özellikleri var.

Olağanüstü Hal KHK’ları ise bunun dışında. 148. Maddede Anayasa Mahkemesi’nin iptal
edemeyeceği, denetleyemeyeceği bazı KHK’lar olduğu söyleniyor, bu da olağanüstü hal
KHK’ları. Bu çok önemli bir şey. Çünkü aslında bugün anlatacağımız OHAL düzeni Kanun
Hükmünde Kararnameler düzenidir. Yani yürütmenin elindeki yetkinin geniş olduğu, özgürlükleri
bu yasal düzenleme yoluyla kısıtlayabileceği ve yoğun olarak başvurduğu. Mesela 1987’de
ilk OHAL KHK’sı çıkarılıyor, Turgut Özal bölge valiliklerini kurmak için çıkarıyor, ondan sonra
sürekli bir biçimde Kanun Hükmünde Kararnameler çıkmış. Türkiye’de gözaltı süresinin 90
güne çıkması bu KHK’larla olmuş. Bugün 30 gün yapılmış mesela. Dolayısıyla anlatacağımız
düzen aslında yürütme organının fiilen yönetimi ele aldığı, yetkilerinin çok geniş olduğu bu
düzeni de bu yetkileri de Kanun Hükmünde Kararname’ler çıkarmak suretiyle sağladığı bir dü-
zenden bahsediyoruz. Aslında OHAL düzeni KHK’lar düzenidir kısa ismiyle.
Neden KHK’lar? Çünkü hem AHİS’in 15. Maddesi, Anayasanın 121. Maddesi ve 2935
sayılı Olağanüstü Hal Kanunu’nun 4. Maddesi gereği hükümet temel hak ve hürriyetleri Kanun
Hükmünde Kararname ile kısıtlayabiliyor.

OLAĞANÜSTÜ HAL KANUNU
Artık kanuna girebiliriz, çünkü mühim bir kanun, köhnemiş ama önemli bir kanun.
25.10.1983’te çıkarılıyor. Sonraki gün Resmi Gazetede yayımlanıyor yürürlüğe giriyor. Kanun
numarası 2935 sayılı OHAL Kanunu bilinen ismiyle.

Birinci maddede az önce de değindiğimiz üzere iki grup hali OHAL hali için geçerli sebepler
sayıyor. Nedir bunlar? Tabii afetler, salgın hastalık ve ağır ekonomik buhran. Bunları
ayrı bir grup OHAL sebebi sayıyor. Anayasa ile kurulmuş bir demokratik düzenin ve temel
hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin
ortaya çıkması, şiddet hareketleri sebebiyle kamu düzeninin ciddi olarak bozulmasını da ikinci
bir hal olarak öngörüyor. Kanun sistematiği açısından bu gruplamanın yetkiler açısından bir 

farklılığı var. Diyebilirsiniz ki OHAL ilan edildi ne farkları var? Hem yetkiler hem getirdiği
yükümlülükler anlamında farklılıklar var. Bir tabii afet, salgın hastalık ya da ekonomik buhranda
alacağınız tedbirler farklı anayasal düzeni tehdit eden şiddet olaylarının yaygınlaştığı
durumlarda farklı. O yüzden böyle farklı bir gruplamaya gidiyor.

Kapsam mühim, ikinci maddede düzenleniyor. İkinci maddeyi hatırlamak gerekir, çünkü
birçok KHK üzerinde yürüteceğimiz tartışma anlamında da önemli.
“Bu Kanun; olağanüstü hal ilanına tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır
ekonomik bunalım hallerinde ilan edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek
para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı
ayrı geçerli olmak üzere, temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağına,
halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağına, kamu hizmeti
görevlilerine ne gibi yetkiler verileceğine, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağına ve olağanüstü yönetim usullerine ilişkin hükümleri kapsar.”
Yani diyor ki, bu kanunun çıkarılma sebebi şu: OHAL ilan edilirse bu bizim çerçeve
metnimiz olacak, temel hak ve hürriyetleri nasıl kısıtlayacağız, hangi usullerle kısıtlayacağız,
kimlere ne yükümlülükler getireceğiz, kendi çalışanım bile olsa kamu çalışanı bile olsa onun
durumunda nasıl bir değişiklikler yapacağız, bu kanun bunu düzenliyor, diyor. Dolayısıyla bu
kanun aslında KHK’lar anlamında her ne kadar yek değer eşdeğer statüde olsalar da
KHK’lara bir çerçeve çiziyor bu çok önemli. Çünkü birazdan KHK üzerinden hükümetin
bir oyuna getirilmiş olabileceği görüşünü savunacağız. Bu çerçeve metin anlamında buna
uymak zorunluluğu var. Yani bu konunu çıkardıktan sonra bu kanunun getirdiği imkânlar
çerçevesinde KHK’lar çıkarılabilir. Dolayısıyla 1990’da Anayasa Mahkemesi’nin bu alanda
vermiş olduğu bir karar var. Diyor ki; bu kanun madem çıkarılmış ve çerçeve metindir, ben
senin o anlamda yapacağın icraatları incelerim, bu kanun kapsamında kalıyorsa müdahale
etmem. Kanun kapsamında kalmıyorsa müdahale ederim diyor. KHK’lar için söylüyor bunu.
Hatta 90 ve sonraki dönemlerde ne zamanki hükümetle ters düşmüş, OHAL KHK’larını Anayasa
Mahkemesi denetlemiş, yürütmesini durdurmuş, iptal etmiş.

Dolayısıyla aslında piyasada dolaşan KHK çıkaracaklar bunlar da Anayasa Mahkemesi’nin
denetiminde değil söylemleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin denetimi kapsamında,
15.madde kapsamında başta söylediğimiz gibi denetim yapıyor, OHAL anlamında denetim
yapıyor, OHAL kapsamında kaldın mı denetim yapıyor, OHAL’de yasak olan 4 hakkı
ihlal etti mi, sınırladı mı, kaldırdı mı kapsamında denetim yapıyor. Dolayısıyla meşhur söylem,
KHK çıkaracak hükümet incelenmeyecek söylemi doğru değil. Şu manada doğru, bu
kanun kapsamında ise bu kanunun getirdiği yetkiler kapsamında ise OHAL KHK’sı incelenmez,
Anayasa Mahkemesi bunu inceleme kapsamında almaz, alamaz. Bu nereden geliyor?
Yine anayasanın 91. Maddesi ve OHAL Kanunu 4. Maddesi kapsamında geliyor. Olağanüstü
halin ilanı kanunun 3. Maddesinde düzenlenmiş, yani orada bir karışıklık var, ama Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından karar alınıyor, resmi gazetede
ilan ediliyor, onayı için TBMM’ye sunuluyor ve maksimum 6 ay süreyle ilan edilebiliyor. 6
aydan sonra Bakanlar Kurulu değil, TBMM 4 ay 4 ay olmak üzere uzatabiliyor. Dolayısıyla
OHAL ilan edildi, şimdi 3 aylık bir süre var, cumhurbaşkanı alman televizyonuna uzatabiliriz
diyor, yetkisi var uzatabilir ama ilk ilanında maksimum 6 ay için ilan edebiliyor. Ondan sonra 4
ay 4 ay diye uzatabilir, bunun bir sınırı yok. Şiddet olayı devam ediyorsa OHAL’i gerektiren
şartlar varsa istediği kadar Meclis uzatabilir. Nitekim 1987’den 2002’ye kadar Türkiye’de Gü-
neydoğu Anadolu’da Doğu Anadolu’nun bir kısmında OHAL var, bölge valilikleri vs. vardı.
4. maddesinde de Kanun Hükmünde Kararname’leri düzenliyor ve diyor ki; bu kanun
kapsamında çıkarılacak Kanun Hükmünde Kararnameler Anayasa’nın 91. Maddesi sınırlamalarına
tabi değildir. 91. Maddesi sınırlamaları nedir? En başta biliyorsunuz hükümet öyle hadi
bugün Kanun Hükmünde Kararname çıkarayım diyemez. Meclis ona yetki verir der ki; şu
konularda Kanun Hükmünde Kararname çıkar ve 6 ayı geçmeyecek şekilde bir yetki kanunu
çıkarıyor. Bu yetkiye dayanarak ilgili konuda amacı kapsamı belirlenen konuda Meclis Kanun
Hükmünde Kararname çıkarabiliyor. Ve bu Kanun Hükmünde Kararnameler Anayasa Mahkemesinin
denetimine tabi. 91. Madde bu ve benzeri şeyleri düzenliyor.

4. madde diyor ki, OHAL Kanunu, bu sınırlamalara tabi değildir. Yani şunu söylüyor,
OHAL ilan edildikten sonra Kanun Hükmünde Kararname hangi amaçla çıkarılacak, süresi ne
olacak, süre konulacak mı, kısıtlamalar neler olacak, bununla ilgili Meclisin bir müdahalesi
yok. Aynı zamanda bu kanun kapsamında kalmak kaydıyla Anayasa Mahkemesi tarafından
denetlenemiyor. Bir yetki kanunu yok, bir sınır yok. 91. Maddeyi komple rafa kaldırıyor. Dolayısıyla
bu madde de 91. Maddede belirlenmiş sınırlara tabi olmaksızın KHK çıkarılabilir.
Kanunun sonrasında kanunun sistematiği, az önce söylediğimiz iki hal tabii afetler, salgın
hastalık ve ağır ekonomik buhran için getirilecek yaptırımlar ve tedbirlerle anayasal düzenin
saldırıya uğradığı, saldırı altında olduğu dönem için çıkaracağı, alabileceği tedbirleri ayrı
ayrı düzenlemiş.

Öncelikle bu OHAL kapsamında bazı yükümlülükler getirilebiliyor. En başta para yü-
kümlülüğü. OHAL ilan edildikten sonra çıkarılacak bir KHK ile Meclis şu kadar para getireceksiniz
ya da şu gelir düzeyinde olan vatandaşlar devlete şu kadar para verecek diyor. Bu
vergi değil, yükümlülük. Yükümlülükler vergi değil. Vergiler kamu hizmetleri karşılığında
verilen karşılık. OHAL’de bunu kendi malından veriyorsun ve karşılığında sana bir belge veriyorlar,
OHAL kalktığında sana iade ediyor. Ama normal zamanda mülkiyet hakkının dokunulmazlığı
var ve getir devlete şu kadar para ver diyemez, Kanun Hükmünde Kararname de
çıkaramaz. Ne çıkarabilir? Meşru düzen, vergi, resim, harç vb. yükümlülükler getirebilir ama
bunların da kabul edilen farazi şeyi kamusal hizmetlere katkıdır. Yani vergi ödüyorsan yoldan
faydalanıyorsun, elektrikten faydalanıyorsun vs. Burada para yükümlülüğü getirebilir. Dolayı-
sıyla bir KHK çıkarıp şu gelir grubundan kimseler şu kadar para devlete verebilirler diyebilir. 

Ama dikkat edin bunu sadece tabii afet, salgın hastalık ve ağır ekonomik buhranda yapabiliyor.
Şiddet olaylarında para yükümlülüğü getiremiyor. Mal yükümlülüğü getirebiliyor.

Mal yükümlülüğünde ayrım yok. İster taşınır ister taşınmaz mal. Devlet isterse bir hastane
kuracağım senin bu arazine el koyuyorum diyebilir. Bunun için Kanun Hükmünde Kararname
çıkarması lazım. Taşınır mallar için çıkarabilir. Diyebilir ki; herkes traktörünü verecek, iş
makinesini verecek diye KHK çıkarabilir.

Dikkat ederseniz kanunlar çıkarıldıkları dönemlerin kültürlerini de taşıyorlar. Bugün bize
traktörünü getir deseler bize komik gelebilir ama düşünün 80’leri iş makinesinin kıt oldu-
ğu, teknolojik malların az olduğu dönemlerde bunlar önemli yükümlülükler. Yine arazi, ta-
şınmaz vs. her zaman önemli şeyler. Aynı zamanda bu mal yükümlülüğü içerisinde geniş bir
yelpaze sayılıyor. Yiyecek, ısınma maddeleri, odun, kömür vs. tıbbi maddeler, ilaçlar, sargı
bezleri; giyecekler ve diğer bütün mallarla ilgili sınırlama getirebiliyor. Yani taşınır mal dedi-
ğimizde illa şunu vereceksin bunu vereceksin, teknoloji aleti vereceksin, öyle bir şey yok,
istediği alanda taşınır mal saydığı alanda yükümlülük getirebilir.

Bilindiği gibi angarya yasaktır ama zorla çalışma yükümlülüğü yine OHAL ilan edilirse
bu üç halde mümkün. Bize diyebilir ki, her vatandaş günde 2 saat devlete çalışacak, şu işleri
yapacak. Mesela tabii afet var, inşaatların yapımına katılacak, temel atmaya katılacak, sokakların
yapımına katılacak diyebilir. Buna bir sınırlama getirmek kaydıyla ve KHK ile getirebilir.
Fazla mesai getirebilir ama maddede özel hüküm var. İsterse Bakanlar Kurulu fazla mesai
için ücret takdir edebilir diyor ama eder demiyor.

Bu sınırlamalar kişilerle ilgili şeyler, kamusal olan yani kamu kurumlarına ait taşınır taşınmaz mallar zaten kamunun sayılıyor, dolayısıyla onların bir hak ve yükümlülüğünden ziyade
onlara getirilecek bir sınırlamadan ziyade onlara zaten el koyabilir. Onun için ayrıca bir
hüküm var. Mesela belediye böyle bir şey yapamaz ama KHK çıkarmak kaydıyla Bakanlar
Kurulu yapabilir. Çalışma yükümlülüğü kapsamında yapabilir. Kişisel ferden beden gücüyle
çalışmak değil belirli saatler arasında çalışmak, ucu açık.

Bu anlamda alınabilecek tedbirleri de 9. Maddede tek tek saymış. Yani tabii afet, salgın
hastalık ve ağır ekonomik buhran. Bu 9. Maddedeki yetkileri tek tek sayacağız. Çünkü şimdiki
OHAL için de 11. Maddeden 9. Maddeye atıf var. Diyor ki; 9. Maddedeki tedbirlerle birlikte
bu tedbirleri de alabilir. Dolayısıyla şiddet olaylarında 9. Maddede bu genel afet için vs.
için alınan genel tedbirleri bugün de alabilir. Nedir bunlar?

Genel Afet vs. için Alınacak Tedbirler:

- Bölgenin belirli yerlerinde yerleşimi yasaklamak, belirli yerleşim yerlerine girişi ve
buralardan çıkışı sınırlamak ve belli yerleşim yerlerini boşaltmak ve başka yerlere
nakletmek 

Resmi ve özel her derecede eğitim kurumlarının öğrenimine ara vermek ve öğrenci
yurtlarını süreli veya süresiz olarak kapatmak. (Dikkat edin öğrenci yurtları diyor.
Çünkü kapatacağı öğrenci yurtları 1980 darbesinin yapılış sebebinin temelini öğrenci
hareketleri oluşturuyordu. Ondan dolayı özel hüküm koymuşlar. Başka hiçbir şey kapatılır
demiyor. Sadece öğrenci yurtları süreli ya da süresiz kapatılabilir diyor.)

- Gazino, lokanta, birahane, meyhane, lokal, taverna, diskotek, bar, dansing, sinema, tiyatro
ve benzeri eğlence yerleri ile kulüp vesair oyun salonlarını, otel, motel, kamping,
tatil köyü ve benzeri konaklama tesislerini denetlemek ve bunların açılma ve kapanma
zamanını tayin etmek, sınırlamak, gerektiğinde kapatmak ve bu yerleri olağanüstü halin
icaplarına göre kullanmak,

- Bölgede olağanüstü hal hizmetlerinin yürütülmesi ile görevli personelin yıllık izinlerini
sınırlamak veya kaldırmak,

- Bölge sınırları içerisindeki tüm haberleşme araç ve gereçlerinden yararlanmak ve gerektiğinde
bu amaçla geçici olarak bunlara elkoymak,

- Tehlike arz eden binaları yıkmak; sağlığı tehdit ettiği tespit olunan taşınır ve taşınmaz
mallar ile sağlığa zararlı gıda maddelerini ve mahsullerini imha etmek,

- Belli gıda maddeleri ile hayvan ve hayvan yemi ve hayvan ürünlerinin bölge dışına çı-
karılmasını veya bölgeye sokulmalarını kontrol etmek, sınırlamak veya gerektiğinde
yasaklamak

- Gerekli görülen zaruri ihtiyaç maddelerinin dağıtımını düzenlemek,

- Halkın beslenmesi, ısınması, temizliği ve aydınlanması için gerekli gıda madde ve eş-
yalarla her türlü yakıtın, sağlığın korunmasında, tedavide ve tıpta kullanılan ilaç, kimyevi
madde, alet ve diğer şeylerin, inşaat, sanayi, ulaşım ve tarımda kullanılan eşya ve
maddelerin, kamu için gerekli diğer mal, eşya, araç, gereç ve her türlü maddelerin
imali, satımı, dağıtımı, depolanması ve ticareti konularında gerekli tedbirleri almak, bu
yerlere gerektiğinde elkoymak, kontrol etmek ve bu malları satıştan kaçınan, saklayan,
kaçıran, fazla fiyatla satan, imalatını durduran veya yavaşlatanlar hakkında fiilin işleniş
şekli veya niteliği de nazara alınarak işyeri bulunduğu mahal için hayati önem ta-
şımadığı takdirde işyerini kapatmak,

- Kara, deniz ve hava trafik düzenine ilişkin tedbirleri almak, ulaştırma araçlarının bölgeye
giriş ve çıkışlarını kayıtlamak veya yasaklamak

Dikkat edin, burada bu tedbirleri alabilir diyor, bu tedbirler OHAL ilan edilince otomatik
olarak gelir demiyor. Dolayısıyla kara, deniz, hava araçlarına ilişkin seyrüsefere ilişkin
yeni kurallar koyacaksa KHK çıkarması lazım. Çıkarmazsa normal rejim devam eder. Yani
kırmızı ışıkta durmamız gerekiyorsa duruyoruz, bazı yerlerde 80’le gitmemiz gerekiyorsa
gideriz. KHK çıkarıp şurada bundan sonra 50 ile gideceksiniz diyebilir ama KHK çıkarmadığı
sürece normal rejim uygulanır. Dolayısıyla bu anlamda bir kafa karışıklığı var. Bu yetkiyi 

KHK çıkarmayı Bakanlar Kuruluna tanıyor. Bu yetkileri kullanmak maksadıyla bunlar hakkında
düzenleme yapabilirsin diyor, bunların dışında değil.

Şiddet Hareketlerinde Alınacak Tedbirler başlıklı 11. Madde

- Bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi gereğince olağanüstü hal
ilanında; genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarının yaygınlaşmasını
önlemek amacıyla 9 uncu maddede öngörülen tedbirlere ek olarak aşağıdaki tedbirler de alınabilir:

a) Sokağa çıkmayı sınırlamak veya yasaklamak. (En çok bilinen yasak bu.)

b) Belli yerlerde veya belli saatlerde kişilerin dolaşmalarını ve toplanmalarını, araçların
seyirlerini yasaklamak,

c) Kişilerin; üstünü, araçlarını, eşyalarını aratmak ve bulunacak suç eşyası ve delil niteliğinde
olanlarına el koymak,

d) Olağanüstü hal ilan edilen bölge sakinleri ile bu bölgeye hariçten girecek kişiler için
kimlik belirleyici belge taşıma mecburiyeti koymak,

e) Gazete, dergi, broşür, kitap, el ve duvar ilanı ve benzerlerinin basılmasını, çoğaltılmasını,
yayımlanmasını ve dağıtılmasını, bunlardan olağanüstü hal bölgesi dışında basılmış
veya çoğaltılmış olanların bölgeye sokulmasını ve dağıtılmasını yasaklamak veya
izne bağlamak; basılması ve neşri yasaklanan kitap, dergi, gazete, broşür, afiş ve benzeri
matbuayı toplatmak,

f) Söz, yazı, resim, film, plak, ses ve görüntü bantlarını ve sesle yapılan her türlü yayımı
denetlemek, gerektiğinde kayıtlamak veya yasaklamak. (1980 Darbesinden sonra Sansür
Kurulu kurulması gibi)

g) Hassasiyet taşıyan kamuya veya kişilere ait kuruluşlara ve bankalara, kendi iç güvenliklerini
sağlamak için özel koruma tedbirleri aldırmak veya bunların artırılmasını istemek,

h) Her nevi sahne oyunlarını ve gösterilen filmleri denetlemek, gerektiğinde durdurmak
veya yasaklamak. (Geçen gün bir tane sanatçı OHAL ilan edilince bizim tiyatroları engellemek
için yapıyorlar diye açıklama yaptı. Sadece o ilgilendiriyormuş onu)

i) Ruhsatlı da olsa her nevi silah ve mermilerin taşınmasını veya naklini yasaklamak,

j) Her türlü cephaneler, bombalar, tahrip maddeleri, patlayıcı maddeler, radyoaktif maddeler
veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler ve boğucu
gazlar veya benzeri maddelerin bulundurulmasını, hazırlanmasını, yapılmasını veya
naklini izne bağlamak veya yasaklamak ve bunlar ile bunların hazırlanmasına veya yapılmasına
yarayan eşya, alet veya araçların teslimini istemek veya toplatmak,

k) Kamu düzeni veya kamu güvenini bozabileceği kanısını uyandıran kişi ve toplulukların
bölgeye girişini yasaklamak, bölge dışına çıkarmak veya bölge içerisinde belirli yerlere
girmesini veya yerleşmesini yasaklamak,

l) Bölge dahilinde güvenliklerinin sağlanması gerekli görülen tesis veya teşekküllerin
bulunduğu alanlara giriş ve çıkışı düzenlemek, kayıtlamak veya yasaklamak,

m) Kapalı ve açık yerlerde yapılacak toplantı ve gösteri yürüyüşlerini yasaklamak, ertelemek,
izne bağlamak veya toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin yapılacağı yer ve zamanı
tayin, tespit ve tahsis etmek, izne bağladığı her türlü toplantıyı izletmek, gözetim altında
tutmak veya gerekiyorsa dağıtmak,

n) (Ek: 14/11/1984 - 3076/1 md.) İşçinin isteği, ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan
haller, sağlık sebepleri, normal emeklilik ve belirli süresinin bitişi nedeniyle hizmet akdinin
sona ermesi veya feshi dışında kalan hallerde işçi çıkartmalarını işverenin de durumunu
dikkate alarak üç aylık bir süreyi aşmamak kaydıyla izne bağlamak veya ertelemek.
(Yani işverenlere 3 ayı geçmemek şartıyla bu işçileri çıkaramazsın istisnalar dı-
şında diyebilir KHK ile)

o) Dernek faaliyetlerini; her dernek hakkında ayrı karar almak ve üç ayı geçmemek
kaydıyla durdurmak,

p) Anayasanın 121. maddesine göre, olağanüstü halin ilanına veya devamına sebep olan
hallerin Türkiye Cumhuriyeti sınırları ve mücavir yurt bölgelerimiz üzerinde cereyan
etmesi ve eylemcilerin eylemlerini müteakip komşu ülke topraklarına sığındıklarının
tespit edilmesi durumunda, ilgili komşu ülke ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasında
varılacak mutabakat çerçevesinde, valinin talebi üzerine ilgili komutan, eylemcileri
ele geçirmek veya tesirsiz hale getirmek maksadı ile her defasında Genelkurmay Baş-
kanlığı kanalı ile Hükümetin müsaadesi tahtında, ihtiyaca göre, Kara, Hava veya Deniz
Kuvvetleri unsurları ile mahdut hedefli sınır ötesi harekat planlayıp icra etmek.

Bu saydığımız tedbirler çok önemli. Olağanüstü hal de ilan edilse düzenleme yapabileceğin
alabileceğin tedbirler bu iki maddede sayılı. Yani 9. ve 11. Maddede sayılı. Dolayısıyla
biz aslında Anayasanın 119. Ve 120. Maddelerinde de sayılan AHİS’in 15. Maddesinde sayı-
lan bir sürü hakta sınırlama yapabilir söylemini bu maddeleri okuduktan sonra terk ediyoruz.
Burada aslında birçok temel hak ve hürriyetler ile ilgili sıkı sınırlamalar var ama hepsiyle
ilgili sınırlama yok ve tedbirler dikkat edin belli şekilde sayılmış. Mesela düşünce hürriyeti,
bunları açıklama hürriyeti tiyatro, gazete yoluyla sınırlanıyor. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri,
çalışmalar, seyahat hürriyeti vs. sınırlanabiliyor. Ama bu tedbirler 11. ve 9. Maddelerde tek
tek sayılmış dolayısıyla Anayasa Mahkemesi’nin 1990’da verdiği kararda isabetli olarak söylediği
şu: Bu sınırlamalar dışında sen KHK çıkaramazsın çünkü kanun sadece bu yetkileri veriyor. Bu yetkiler dışında sen KHK çıkarırsan ben denetlerim ve bu olağanüstü hal kapsamında
çıkarılan KHK’lar kapsamında olmaz. Temel hak ve hürriyetlerin ihlali olur diyor.

KHK tartışmalarında buraya geri döneceğiz ama kanunun sistematiğini biraz daha ilerletmek
maksadıyla söyleyelim, bu OHAL ilan edilince aynı zamanda 3 tane kurul, daha doğ-
rusu 2 kurul 1 de büro şeklinde bir yapılanma da kuruluyor.

Birinci kurul; Olağanüstü Hal Koordinasyon Kurulu. İlgili bakanlığın ve onun da teklifi ile
Başbakanlığın belirlediği bakanların oluşturduğu bir koordinasyon. Ankara’da kurulan en tepedeki
yer. Geçenlerde bunun yönetmeliğinde de değişiklik yapıldı. Hangi bakanın başkanlık yapaca-
ğına ilişkin bir düzenleme yapıldı. Milli Savunma Bakanı başkanlık yapacak muhtemelen. Bu
koordinasyon kurulu en üstteki. OHAL tedbirleri uygulanıyor mu uygulanmıyor mu nasıl uygulanıyor
yerinde uygulanıyor mu yoksa yerinde olmayarak mı uygulanıyor sınırlamalara uygun olarak
mı uygulanıyor yoksa istismar mı ediliyor? Bunları denetlemede bu kurul görevli.

İkinci bir kurul daha kuruluyor. Olağanüstü Hal Bölge Kurulu. Bu da olağanüstü hal
bölge valilerinin başkanlık ettiği birden fazla ili ya da bir il de olabilir, bir veya birden fazla ili
bir bölge kabul etmek amacıyla o ili bölge kabul etmek için OHAL tedbirlerini ve OHAL’in
gerektirdiği önlemlerin alınması için denetim koordinasyonu yapan ve temelde OHAL olan ve
OHAL Koordinasyon Kuruluna bağlı olan bir kurul.

Üçüncüsü de gerekli görüldüğünde illerde ve ilçelerde OHAL Koordinasyon Büroları
kurulabiliyor. Bunlara da yine ilgili ilçenin kaymakamı veya ilin valisi başkanlık yapıyor.
OHAL’in uygulaması bunlar eliyle yapılıyor. Gerekirse bölge valilikleri kuruluyor ve bölge
valilikleri vasıtasıyla uygulanıyor. Ancak kanun bazı istisnalar getiriyor. Her ne kadar ben
sana bu yetkileri veriyorum ama 9. e 11. Maddelerdeki yetkileri veriyorum ama bu yetkilerin
bazılarını şu kimselere uygulayamazsın diyor.

19. maddede düzenleme getiriyor ve diyor ki; bu Kanunun 9. maddesinin (b), (d) ve (e)
bentleri ile 11. maddesinin (c) bendi adli ve askeri kurumlar ile hâkim, savcı ve askeri personel
hakkında uygulanmaz.

Niye? Terörle Mücadele Kanununun teorisinden kaynaklı. Devlet kendini bir organizma
olarak algılıyor, kendisinin bir saldırıya uğrayabileceğini ve kendisinin yek pare olduğunu
düşünüyor. Yani askerimle, hâkimimle, savcımla, öğretmenimle ben birim, ben kendime ihanet
etmem. Kim eder? Halk eder. Halk devlete eder. Dolayısıyla ben kimi arayacağım? Haliyle
başı bozukları arayacağım. Hâkimin savcının ne işi var? Ben bunları seçtim. Yani dolayı-
sıyla bu tedbirler bunlara uygulanamaz diyor. Bunların eğitim öğretimlerine ara veremezsin,
haberleşme araçlarına el koyamazsın, haberleşme araçlarını sınırlayamazsın, üstlerini arayamazsın,
evlerini arayamazsın vs. dolayısıyla bugün itibariyle çıkarılan Kanun Hükmünde Kararname
bu yönüyle hâkim savcılar ve askerler yönünden bir defa kanunun kendisine aykırı.
Çok ciddi bir sıkıntı bu. Kanunu çıkarırken hiç kimse de kanuna bakmamış. Niye? Çünkü mesela kanun yetki kuralları getiriyor, yani yasal yargılamaya ilişkin yetki kuralları getiriyor ve
bir yerde atıf yapıyor diyor ki; 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanununa göre
yapılır diyor. Bu Kanunda belirtilen suçları işleyenler hakkında yapılacak soruşturma ve kovuş-
turma, yer ve zaman kaydına bakılmaksızın, (yani yetki ve görev kuralını devre dışı bırakarak)
3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanununa göre yapılır. 3005 sayılı Kanun 90’lı
yıllarda kaldırılmış. Kanun 1983’te çıkarılmış birçok kez değişikliğe uğramış ama bunları de-
ğiştirmemişler. Dolayısıyla bu yönüyle kanun köhne bir kanun, yetkilerine de bakılmamış.

Yetki kuralı bizi ilgilendiriyor. Silah kullanma yetkisine düzenlemeler getiriyor. O yetkiyi
genişletiyor. Zaten İç Güvenlik Paketiyle genişletilmişti. Olağanüstü Hal Kanunu İç Gü-
venlik Kanununun gerisinde silah kullanma anlamında. Zaten olağan düzende daha fazla silah
kullanabiliyor polis şu anda. Olağanüstü halde o kadar kullanamıyor.

Bu kanuna göre, olağanüstü hal ilan edildiğinde devlet güvenlik mahkemeleri kurulabilir,
askeri mahkemeler kurulabilir, bunlara ilişkin görevler vs. verilebilir.

Cezai hükümler başlıklı 25. Maddesi var. OHAL’e özel iki tane suç öngörüyor. O da valinin
emrine uymamak. Yani vali OHAL kapsamında bazı talimatlar verip, örneğin bundan
sonra Elazığ OHAL bölgesidir dense Elazığ’a girmek için bundan sonra kimlik getireceksiniz
diye valilik yayın yapsa kimlik götürmezsen 3 aydan 6 aya kadar bu Kanunun 25. Maddesi
gereği ceza alınabilir.

Birkaç ceza hükmü, Mahalli İdarelerle ilgili koordinasyonlar vs. hükümler var. Bunlar
çok mühim değil. Nihayetinde Kanun toplamda 34 madde. Bir de yürütmenin durdurulmasına
karar verilemeyeceğine ilişkin 33. Madde var. Ama o 1991’de kaldırılmış. Ancak Anayasada
buna ilişkin hüküm hala duruyor. Anayasaya göre, KHK’da OHAL kapsamında alınacak tedbirlerle
ilgili yürütmeyi durdurma yetkisine sınırlama getirilebilir. 667 sayılı KHK’da memurların
meslekten ihracına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu hükümlere ilişkin işlemlerin tesisinde
anayasal olarak, açılan davalarda yürütmenin durdurulması yasağı getirilebilir. Nitekim ilk çı-
kan 667 sayılı KHK’da buna ilişkin hüküm de bulunmaktadır. Dolayısıyla OHAL Kanununda
buna ilişkin bir hüküm bulunmasa da anayasaya göre böyle bir tedbir alınması mümkündür.

DEĞERLENDİRMELER

667 sayılı KHK hakkında temel sorun bu kanundan kaynaklanıyor. Kanun çerçeve bir
kanun ve bu çerçeve kanun neler konusunda nasıl sınırlamalar yapılabileceğinin çerçevesinin
üst sınırlarını çiziyor. Dolayısıyla hükümet, ben OHAL ilan ettim, OHAL kapsamında istediğimi yaparım, istediğim şeyi sınırlarım diyemez. Niye diyemez? Kanun buna engel. Anayasa
engel, kanun engel. Dolayısıyla KHK hâlihazırda kanunun verdiği yetkiler yönünden sakat.
Neden sakat? Bir defa mesela dernekler açısından dahi alınabilecek en ileri tedbir 3 ayı geçmemek kaydıyla faaliyetini durdurmak. 667 sayılı KHK’da 1000 küsur dernek, 1000 küsur
vakıf, 15 tane üniversite, 35 tane iktisadi teşebbüs, hastane vs. komple kapatıldı, mallarına el konuldu. Malları hazineye geçti, vakıflar Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçti. Şu haliyle Kanun
Hükmünde Kararname Türkiye’nin ilerde çok büyük tazminatlar ödemesine neden olacak
KHK. Çünkü kanunla kendisine tanınan yetkileri aşmış. Yani KHK çıkarabilirsin denilen yetkileri
aşmış. Dolayısıyla da bu yönüyle hükümet nasıl bir düşünce içerisinde? Fakat bu anlamda
da ciddi sıkıntılar var. KHK’nın temel hak ve hürriyetler anlamında belirsizlik durumu
üretmek açısından da sıkıntı var.

OHAL geçici bir düzen, uluslar arası hukukta ve iç hukukta farazi olarak OHAL çerçevesindeki
durumu savuşturmak için geçici önlemler alınmasını öngörüyor. Çıkarılacak
KHK’lar da bunun için çıkarılıyor. OHAL’in doğasında var yani OHAL ilan edildiği sürece
bu KHK’lar geçerlidir, o ilan yürürlükte olduğu sürece geçerli. Normal düzene geçildiği an
artık o KHK’lar hükmünü yitiriyor. Ancak OHAL’de KHK’larda alınan kararlar ileriye etkileyecek
şekilde hüküm doğuracak şekilde düzenleme yapılırsa birçok sıkıntı doğurur.

Mesela, KHK kapsamında kişilerin kamu görevinden atılması ve bir daha alınmaması
düzenlemeleri var. Bu anlamda da normal düzene geçildiğinde kişilerin çalışma hürriyetini
sınırladığı için kabul edilebilir bir düzenleme olmayacak. Bu yönüyle de kanuna aykırı.

Hâlihazırdaki Kanun Hükmünde Kararname getirdiği birçok yetki itibariyle Anayasa’da
tanınan yetkileri aşmıştır. Çünkü Anayasa kanunla düzenleme yapabilirsin ve onunla yetki tanı-
yabilirsin diyor ve içeriğine karışmıyor, kendisi bir sınırlama getirmiyor, ancak AİHS’in kırmı-
zıçizgi olarak belirlediği yukarıda tadat eteğimiz 4 hakkın özüne dokunulmamasını öngörüyor.
Onun dışındaki düzenlemeleri kanuna bırakıyor. Dolayısıyla OHAL Kanununda çalışma hürriyetine
ilişkin düzenlemedeki kısıtlamalar hakkın özüne dokunacak şekilde yapılarak yetkiler
aşılmıştır. OHAL ilan edilmeden de bu halle mücadele edilmesinin mümkün olmaması bir yana,
yukarıda arz ettiğimiz gerekçeler, hukuka ve kanunlara aykırı düzenlemelerin hak ihlallerine yol
açacağı kadar, Türkiye’nin başına sıkıntılar çıkarması bakımından önemlidir.

Normal hukuk düzenini sağladığı araçlar, haklar, yetkilerle PDY ile mücadele etmeyi
sağlamıyor, o hakları da tanımıyor. OHAL’in ilan edilmesi bu anlamda kabul edilebilir bir
durum. OHAL ilan edildikten sonra anayasanın izin vermiş olmasına rağmen kanunu değiş-
tirmeyip eski kanun üzerinden verilmeyen yetkiler kapsamında düzenleme yapmak tam bir
körlük. Çünkü el konulan mallar 150 milyar $ civarında deniyor. Bunların çoğu ticari işletme
ve ticari işletmelerin gelirleri yoksun kalınan kârlar falan düşünülünce 300 milyar $ civarında.
Bütün Türkiye’nin varlığı 2015 itibariyle 785 milyar $.Yani Türkiye’nin yarısını satsak tazminatlarla
ödeyemeyebiliriz.

Biz bugün kendimizi muktedir görüyoruz, hükümet kendini muktedir görüyor, ben yapacağım
diyor ama bu kriz hali, geçici. Kenan Evren de 1980’de Anayasaya geçici bir hüküm
koydu, 2011’e kadar yargılanmadı. 2011’de ölüm döşeğinde iken yargının soğuk yüzüyle karşılaştı. O zaman muktedirdi şimdiki iktidarlar o kadar da güçlü değil. 30 yıl kendilerini koruyabilecekler
mi ya da devleti koruyabilecek sistemleri olacak mı? Bu tartışılır. Hepsinden 

ötesi Anayasanın 15. Maddesi şöyle bir sınırlama getiriyor: Olağanüstü halde dahi uluslar
arası taahhütlere aykırı davranamazsın. Biz kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi
taahhütlerimiz var. Mesela, mülkiyet haklarına müdahale etmeyeceğiz diyoruz. Yarın İnsan
Hakları Mahkemesi ihlal ettiğin OHAL kapsamında kendine verdiğin yetkileri sana vermediği
halde sen bu yetkileri alıp kullanmışsın bu hukuka aykırıdır deyip tazminat vermeye başladığında ciddi sıkıntılar çıkabilir. Çünkü mülkiyet hakları tümden elinden alınmış vs.
AHİS’in 15. Maddesi. Anayasa buna çok müsait yapılabilir. OHAL Kanununun 11. Maddesine
suç gruplarıyla ilintisinin olduğu tespit edilen grup veya kişilerin mallarına el konulabilir,
vakıflar kapatılabilir, dernekler süresiz kapatılabilir, izin süreleri iptal edilebilir denebilir. Ama
bu bir yetki ile verilir. Bu yetkiyi vermeden kanunen KHK ile bu yetki varmış gibi hareket
edemezsiniz. Askıya alınabilir haklar arasında mülkiyet hakkı da, dernek faaliyetleri de fikir
hürriyeti de askıya alınabilir haklardan. Ama bu yetkiyi kendinize tanımadan olmaz.

AHİS 15. madde sayılan haklar açısından tedbir alabilirsin düzenleme yapabilirsin diyor,
ama bizim iç mevzuatımız buna müsait değil. AHİS 15. Madde diyor ki; bu sözleşme
kapsamındaki hakları uygulamayabilirsin savaş ve olağanüstü hal durumunda. Bu da usule
uygun ilan edilmiş OHAL kapsamında uygulamayabilirsin diyor. Ancak yaşama hakkı, işkence
yasağı, suç ve cezada kanunilik ilkesi vs. aşmamak kaydıyla diyor. Bunlara uymak suretiyle
alabilirsin diyor. Ama AHİS’in hükümlerinin iç hukukta uygulanabilir olması için yasalar
çıkarılması ve ona uygun yasalar yoluyla bu sistemin uygulanması lazım. Bu hakkı veriyor
diye sen hepsini kısıtlayamıyorsun. Ölçülülük ilkesi var. Bazı kararlarında (Belçika kararı var)
OHAL ilan edildi sana yetki de verildi ama sen bunu ölçülü kullanmadın. Hakkı vermiş olmasına
rağmen ölçülü kullanmamayı bile incelemeye alıyor. Dolayısıyla bunu AHİM’in başka
kararlarında görüyoruz, iç mevzuata atıf yapıyor. Mesela iç mevzuatta idam hükmü yok, nasıl
idam uyguladın diyor. Mesela iç hukukunda el atma yoktu sen el attın diyebilir. Çünkü kararlarında
iç mevzuatı göz önüne alıyor.

667 nolu KHK OHAL kanununa atıf yapmak suretiyle çıkarılmış. Anayasanın 121.
Maddesi ve OHAL kanununa atıf yapıyor ve diyor ki; bu kanun ve bu anayasanın şu hükmü
gereğince bu KHK’yı çıkarıyorum diyor. Kendisini dayandığı hem kanunu hem de anayasa
hükmünü belirliyor. Dolayısıyla onların kapsamında kalmak zorunda. Yani 2. Maddede hazineye
devredilir işletmeler için söylüyor, vakıflar için vakıflar genel müdürlüğüne diyor ve
alacaklılar var bir de bunların sahiplerinin mülkiyet hakkına el atmış oluyorsun. İşletmeyi
kapatıyorsun. Kanununda işletmeyi kapatabileceğini ilişkin KHK çıkarabilirsin yetkisi yok.
Mesela üniversite bina yaptırdı müteahhitle anlaşma yapıyor alacağı var, gazete basım yapı-
yor matbaayla anlaması var vs., bunların da devletten istenemeyeceğini söylüyor. Bunlar
OHAL kapsamında da değil. OHAL kapsamında suç örgütleriyle suç işleyen gruplarla mücadele
kapsamında çıkarılmış bir KHK olduğunu kabul ediyoruz, suçsuz kişilere ilişkin böyle
bir düzenleme zaten yapılamaz. OHAL kapsamında da değil. 

Suç ve cezada kanunilik ilkesini AHİM geniş yorumluyor. Suç ve Cezada Kanunilik İlkesi
sadece kişilere uygulanan hürriyeti bağlayıcı cezalar değildir, idari yaptırımlar da Suç ve
Cezada Kanunilik İlkesi içinde sayıyor. Vergiyle ilgili verdiği Belçika kararı var, orada vergi
cezası kesildi kesinleşti sonra da vergi usulsüzlüğü nedeniyle adamı yargılayıp hapse attın,
vergi cezası kesmesi de idari yaptırımdan sayarım dolayısıyla 2 defa yargılanmama bir eylemden
non bis in idem ilkesi gereği bir eylemden dolayı iki defa yargılanmama ilkesi gereği
sayarım. Dolayısıyla vergi cezası kesmek idari bir yaptırımdır. Vergi daireleri, ilgili mali
kurumlar vs. kesiyor bu cezaları, bunlar idari yaptırım. AHİM idari yaptırım olarak değil ceza
olarak bakıyor. Dolayısıyla senin aldığın idari yaptırım da teknik olarak Suç ve Cezada Kanunilik
İlkesi’ne uygun olmak zorunda. Yani sen kanununda suç işleyenlerin, suç gruplarının
mallarına el koyma, vakıflarını kapatma cezalarına ilişkin Kanuna hüküm koymadıysan, buna
ilişkin idari yaptırım da öngöremezsin diyor. Velev ki adil yargılanma hakkı 6. Madde askıya
alınmış olsun, bunları OHAL kanununda suç işleyen grupların mallarına el koyabilirim, faaliyetlerini
sınırsız şekilde durdurabilirim, çalışma hürriyetlerini sınırsız şekilde durdurabilirim
hakkını kendine kanunda tanımamışsın. Dolayısıyla bu yönüyle de AHİM’in bakış açısıyla
bakıldığında Suç ve Cezada Kanunilik İlkesi’ne yani 15. Maddeye dayandırıyor.

15. madde kapsamında Başbakan Yrd. Numan Kurtulmuş, “biz AHİM’e bildirdik bundan
sonra AHİS’i askıya aldık” dedi. Aslında orada söylediği şey şu; Askıya almak değil,
AHİS’in sağladığı bir imkândan faydalanmak. Yani 15. Madde son fıkrasında diyor ki böyle
bir karar aldığında Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine bildirirsin o da seni izlemeye alır.
Bu sözleşme kapsamındaki şu 4 hak dışında düzenleme yapabilir hale geliyorsun. Yani AHİS
OHAL’i kendi kapsamında düzenlemiş ve bunu bir imkân olarak sunuyor. Geçici olarak taahhüt
ettiğin hakları uygulayamayabilirsin ama yine AHİS kapsamında. Mesela yargılama yetkisini
kabul ettiğimiz protokol var buna aykırı davranamayız. Yani biz OHAL kapsamında böyle
böyle şeyler yaptık AHİS’i askıya almıştık, bizi yargılayamazsınız diyemeyiz. Niye? Çünkü
insan haklarını çiğneyemezsin diye sınırlama getiriyor. Bunu denetlemesi lazım. Genel sekreterlik
bu anlamda AHİM’i devreye sokabilir, öyle bir yetkisi var.

KHK normal hâkim savcılar için işten çıkarmaları idari bir prosedüre tabi tutmuş,
HSYK bir kurul kurar, tahkikat yapar, bunları atabilir diyor. HSYK başkanının onayıyla atabilir
diyor. Mesela kamu kurumlarında ilgili memurun idari amiri tahkikat yapar atama amirinin
onayıyla da görevden atabilir. Bunlar idari yaptırımlar. Dolayısıyla normal düzende adli yaptı-
rımlar ile idari yaptırımlar farklı şekilde uygulanabilir. Yani bir memur disiplin yargılamasına
tabi tutulup memuriyetten atılabilir ama isnat edilen suçtan beraat edebilir. Beraat ettiği zaman
geri dönme olabilir disiplin yargılamasının temeli o suçu işlediği varsayımına dayanıyorsa
başvuruyor dava açıyor vs. ama idari yaptırımın yürümesi suçun işlenip işlenmemesine
bağlı değil. Kurumu ben seni PDY’nin üyesi olarak görüyorum yaptığım disiplin tahkikatı
neticesinde sen bunun üyesisin ben seni atabilirim diyor, KHK da bu yetkiyi veriyor. Dolayı-
sıyla adam yargılandı beraat etti buna rağmen dönemeyebilir. Dönebilir de. Ancak KHK’da bir muğlâklık var, KHK’da beraat eden geri dönebilir demiyor. Atılan geri alınmaz diyor.
Sözleşmeye de kanuna da aykırı. Şu yönüyle de aykırı, hadi attın adamın ömür boyu kamu
hizmetlerine girmesini yasaklamak idari anlamda ayrı bir yaptırım. İleriye etkili idari yaptırım
kararı alıyorsunuz, bu da temel hak ve hürriyetlere aykırı.

Adli yargılama neticesinde bir kimse 1 yıldan fazla hürriyeti bağlayıcı ceza almışsa o
artık memur olamıyor. Memur olma yeterliliğini kaybediyor. 657 s. Kanun, HSYK Kanunu.
Normal halde bununla ilgili kanunlar var. Mesela 657 s. Kanun diyor ki; 1 yıldan fazla hürriyeti
bağlayıcı ceza almak memuriyet yeterliliğini taşımaman anlamına geliyor. Burada farklı
bir durum var. İdari soruşturma KHK ile ilk defa getiriliyor. Normal durumda disiplin yargılaması sonucunda disiplin suçu işledi ve uzaklaştırıldı diyelim, yine kamu görevine girebilir
engel yok. Ama burada idari yaptırım neticesinde artık giremiyorsun. Böyle bir sıkıntı var. Şu
varsayımla hareket edersek şu anda normal bir hukuk düzeni işlemiyor, atılanların hepsi ceza
alacağı için böyle bir kaygınız olmasın zaten memuriyet yeterliliği yok. Türk yargı sistemi
kanunları KHK çıkaracak muhtemelen bu anlamda. Yargı sistemi kanunları ve adli teşkilatı
hâlihazırdaki davaları yargılamasına müsaade edebilecek bir yapıda değil. Nasıl olacak? Şu an
60.000 memur atıldı, hepsi hakkında idari soruşturma açıldı ve 80-90’ı hakkında adli soruşturma da başladı. Hâkimler, askerler, üst düzey bürokratlar, polis komiser ve amirleri için
istisnasız idari soruşturma açıldı ve açılacak. Suç bir tane. Yani birden fazla suç var da
TCK’da tanımlanmış anayasal düzeni silah zoruyla ortadan kaldırmaya teşebbüs, hükümeti
düşürmeye teşebbüs, TBMM’nin görevini yapmasını engellemeye teşebbüs vs. diye 309 vd.
maddeler var. 314’te terör örgütü üyeliği suçu da var. Dolayısıyla 4-5 tane suç var. Hepsi
hakkında soruşturma açılmış hepsini aynı fiili işbirliği halinde yani kanuni tabirle iştirak halinde,
246 kere sadece öldürmek suçundan, bir de bu suçlar yönünden var.

Suça iştirak, suçların içtimaı hükümleri var. Suçların içtimaında, bazı suçların içtima
edilemeyeceği yani içtimaa elverişli olmayacağını söylüyor. Kasten yaralama, yağma, kasten
adam öldürme suçu vs. zincirleme suç kapsamına girmez. Yani ben 10 tane adam öldürdüm
ama bunu bir kararla yaptım deyip bir ceza alamazsınız diyor TCK. Ne olacak? 10 tane adam
öldürdüysem 10 tane ayrı adamı öldürme suçundan ceza alınır. Zincirleme suç uygulanmış
olsaydı, örneğin 246 tane adam öldürülmüş bir adam öldürme suçundan ağırlaştırılmış şekilde
ceza verilecekti. Adem Sözüer Hoca oraya dikkat çekiyor. Diyor ki; 246 tane adam öldürdüler
hepsi birlikte 246 tane adamı öldürmekten 246 kez ağırlaştırılmış müebbet hapisle yargılansın.
Asıl amacı ne bunların? Anayasal düzeni değiştirmek. Anayasal düzeni değiştirme suçunu
işlerken insanları öldürmüşler, dolayısıyla bunlar birleştirilebilir suçlardan olmadığı için hem
bundan hem de 246 tane adamı öldürmekten, aynı zamanda 1400 küsur adamı kasten yaralama
(içtimaa elverişli değil) suçlarından yargılanacaklar. Ama hiç kendinizi yormayın devlet
baba düşünmüş bunu. İnfaz kanunda bin yıl da alsanız toplamda 33 yıl yatarsınız. Terörle
Mücadele Kanunu siyasal suçlarda ömür boyu içerde tutuyor, süre yok, yani ölünce çıkıyorsunuz.

Bunları yargılayacak bir sistemimiz yok. Niye? Çünkü 100 bin şüphelinin, en azından
bir tane hâkimin ifadesi 3,5 saat sürmüş. İyimser olalım her birinin bir saat sürdüğünü düşünelim
100 bin saat yapıyor. Bizim böyle bir sistemimiz yok. Dolayısıyla çıkarılacak
KHK’lardan birinde muhtemelen bu yargılamalarla ilgili düzenleme olacak. Her il kendi darbecisini
yargılasın gibi. O zaman da bizim Türk yargısının şeceresi pek iyi değil. Niye? Örne-
ğin; Kayseri vergi mahkemesine iki kız kardeşin aynı olaydan dolayı annelerinden kalan vergi
borcundan dolayı dava açıldı. Aynı dilekçelerle Kayseri Vergi Mahkemesine dava açıldı. Sadece
isimleri farklıydı. Bir dosya bir naip hâkime diğer dosya başka bir naip hâkime düştü.
Birini kabul ettiler birini reddettiler aynı mahkemede. Aynı mahkemede böyle şeyler çıktığı
için çok ciddi sıkıntılar doğabilecek. Bir defa içtihat birliği sağlanamaz, işlem birliği sağlanamaz.
Dün itibariyle bazı savcıların bir kısmını gördük. Kısıklı’ya gitmiş elinde tabancası,
belinden çıkarmış Cumhurbaşkanını savunmaya geldik diye fotoğraf çektirmiş, hâkim-savcı
grubunda paylaşmış. Bir tane asker gözaltına alınmış yüzüstü yatırılmış savcı gitmiş böyle mi
yaparsınız diyerek kafasının üstüne ayağını koymuş fotoğraf çekmiş, hatta hâkim-savcı grubunda
paylaşmış. Önümüzdeki süreçte nasıl ki kahramanlık resimleri gördük, köprüye geldi
halk falan, muhtemelen bu rüzgârı tersine çevirmek için bazı gruplar bu resimleri kullanacak.
Bu arkadaşlar da hâkim-savcı, kahraman olduklarını düşünüyorlar. Bu adamların çoğu bu
yargılamaların savcıları. Yani o ayağını askerin kafasına koyan adam aynı zamanda onun ifadesini
alan savcı. Dolayısıyla bizim çok tazminat ödeyesimiz var her halükârda.

Bu anlamda da OHAL uygulamaları çok sıkıntılı. Çok heyecanlıyız, kabul edilebilir bir
heyecan. Kolay değil memleket büyük bir sıkıntı atlattı ama hukuk düzeni askıya alınmadı.
Hukuk düzeni hala yürürlükte. Mesela, hâkim-savcı yargılamaları çok ciddi yargılamalar.
Neden? Hâkim-savcı kanununda diyor ki hâkim-savcı suçüstü yakalanmadığı sürece bu kişinin
yargılanması için önce HSYK’dan izin alınacak. Hâkim-savcıların tamamını suçüstü haliymiş
gibi alıp ifadelerini almaya başladılar. Az önce söylediğim tedbirlerin hepsine aykırı
şekilde. Kanun diyor ki sen hâkim-savcının üstünü arayamazsın, evini arayamazsın, aracını arayamazsın.
Hepsinin evini aradılar suçüstü hali deyip. Örgüt üyeliği tescillenmemiş ise adamı
evinden uyuyorken alman suçüstü hali oluşturmaz. Adam o suça iştirak etmemişse bir de mahkeme
kararı yargılama neticesinde üye saymayacaksan suçüstü sayılmaz. Muhtemeldir ki bu
adamların bir kısmı beraat edecek. Beraat edecek adamın yargılama usulüne riayet edilmiyor.

Bunun bir yargılama usulü var buna uymak suretiyle adamı beraat ettirebilirsin. Aklamak da
usule tabi. Yani muhakeme işlemlerine tabi tutman için izin alman lazım. Suçüstü hali, arkadaş
diyor ki uyurken darbe yapmışım gel ifademe gir, adam uyuyormuş hakikaten. Önceki gün nö-
betçiymiş gelmiş beşte yatmış gece eşi kaldırmış kalk darbe falan oluyor demiş. Gelip adamı
götürmüşler. Bir de HSYK’dan suçüstü hali hariç olmak üzere izin alması lazım. Onu bir kenara
bıraktık adam yargılamada birlik olsun diye mesela adam Edremit hâkimi Bergama ağır ceza
yargılaması lazım ama Burhaniye ağır ceza mahkemesine götürmüşler, diğer savcılarla birleş-
tirmek için. Yani yetki kurallarını da hiçe sayıyor. Yani hiçbir usule riayet etmiyor.

Sonuçta darbe savuşturuldu anayasal düzen yürürlükte. Kanunların var. CMK’nın yetki
kuralları yürürlükte, bunu uygulaman lazım. Bunların hiçbirini uygulanmadığında ciddi sıkıntılı
bir süreç yaşanacak, yaşanıyor. Bunların hepsi yasak delil kapsamında. Usulüne uymadan
delil toplandığında, hukuka aykırı delil oldu deyip beraat edebilirler. Suçlu olanı da böylelikle
beraat etmiş olur. Bir Ergenekon- Balyoz yargılamalarında gördüğümüz neticeleri tekrar görmeyeceğimiz
pek garanti değil. Nitekim hükümet böyle güçlü olmazsa, çok değil bir dahaki
seçimden sonra tam tersine dönebilir rüzgâr. Bu haliyle bile bu sistem böyle devam etse hü-
kümet bir 20 yıl da iktidarda kalsa muhtemelen AHİM’den bir sürü aleyhimize tazminat çıkacak,
hak ihlalleri kararları vs. çıkacak. Biraz normale döndükten sonra kriz halini atlattıktan
sonra Anayasa Mahkemesi de diyecek ki, adamı yataktan almışsınız, adamın yetkili mahkemesi
Bergama götürmüşsünüz Burhaniye’ye bu kadar da olmaz diyebilir. Kriz hali geçtiğinde
Yargıtay da diyebilir. Nitekim bir sürü orijinal cd’nin yanında bir tane sahte cd bütün Ergenekon’u
beraat ettirdi. Şu anki yargılamaların selameti için birilerinin aklanmaması için bu çok
önemli. Çünkü adamlar hakikaten üstümüze ateş ettiler, bir sürü insan öldürdüler, bir sürü
insan yaraladılar. Bu adamların aklanmaması için ciddi manada doğru düzgün bir yargılama
yürütülmesi lazım. Belki idari yaptırımla kısmen hoşgörülü karşılanabilir. Onun da yetkisini
almak, mevzuata uygun olmak kaydıyla. Seni darbeciden ayıran, seni oraya götürüp bağlayabilecek
darbeciden ayıran hukuk düzeni, sen hukukla kayıtlısın ve hukuk düzenin askıya
alınmadı. Çünkü o darbeyi yapmış olsaydı hukuk düzeni askıya alınmış olacaktı. Hukuk düzenin hala yürürlükte. Sadece OHAL ilan ettin, bazı temel hak ve hürriyetleri sınırlama yetkisi
aldın, onun dışındakile hala duruyor. Bunlara uymak zorunluluğu var. Uyulmaz ise neler olabileceğini
gördük. Türkiye’de darbeci adamlar bunlar diyebilmemiz için belgeye mi ihtiyacımız var? Darbe geleneği var, 15 Temmuz’da da gördük. Balyoz da birçok paşa açık açık Hü-
kümet şimdi işine öyle geldiği için özür diliyor da, darbe planı yapmıştı. Ve adam aklandı.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi verdiği gibi 1,5 milyon manevi tazminat alıyor. Benden sizden
alıyor. Geçenlerde Balyoz’dan veya Ergenekon’dan girmiş çıkmış bir subay 800 bin lira
tazminat alıyor, arabasının arkasına kocaman bir yazı: Kumpasçılar sağ olsun. Dikkatli olmak
lazım. Ergenekon-Balyoz’da toplam 5 bin küsur sanık vardı, şimdi 100 bin küsur sanıktan
bahsediyoruz. Kişisel sanıklardan da bahsetmiyoruz. Kurumlar kapatılıyor, şirketler kapatılıyor,
vakıf ve dernekler kapatılıyor. Dalgalar gelecek.

KHK’ya karşı idare mahkemesine dava açılamıyor. KHK kapsamında görevden alınabilir
dese bile tedbir alması lazım. Kurumlarda ilgili amir inceleme yapıyor atıyor. Buna ilişkin
dava açmakta beis yok. Dava açabilir ama yürütmeyi durdurma veremiyor, sınırlama getirmiş.
Haklı görülürse idare yargılama sonunda kurumuna geri döner.

Türkiye zamanında birçok hamasi laf söyledi ama sonunda Rusya ile İsrail ile masaya
oturdu. Niye oturdu? Devlet aklı bir yerde tıkandı önünün açması lazım. Sonuçta İmmanuel
Wallerstein, “egemenlik bildiğiniz gibi değildir. Egemenlik uluslar arası bir sisteme entegre
olan bir devlette kısıtlıdır. O yüzden İslami gruplar, sol gruplar iktidara geldiklerinde hiçbir zaman söylediklerini yapamazlar” diyor. Niye yapamazlar? Çünkü egemenliği uluslararası
alandaki kısıtlamalarla ve içteki sivil toplum vs. kısıtlamalarıyla sınırlı. Türkiye’nin ben
AHİM’den çıkıyorum demesi aslında İran olması demek. Bir dönemin İran’ı olması demek.

Ambargo, ekonomik yaptırımlar… Çok hamasi söylüyoruz, ‘feragat edeceğiz’ falan diye ama
öyle kolay değil. Cumhurbaşkanı dâhil hiçbir hükümet yetkilisi uluslar arası sistemden çıkacağız,
AHİS’den çıkacağız demiyor. İktidarlarına mal olacak bir çılgınlık yapıp çıkabilirler.

Sonuçta devlet ben taahhüde uymuyorum dediğinde üyeliklerden atılır, uluslar arası yaptırıma
maruz kalır. Bunu göğüslerse sonuçta Türkiye’yi hapse atacaklar değil, ama bunu göğüsleyebilecekse
tabiî ki çıkabilir. Devletin bu alanda egemenliği var. Sözleşmeyi imzaladım sözleşme kapsamında çıkıyorum diyebilir. Nitekim İngiltere şimdi onu söylüyor, çıkabilir.