Öngörülebilir olma, yani insanın; makul ve olağan durumlarda başına ne gelebileceğini orta bir bilgi ve tecrübe ile bilebilmesi, tahmin edebilmesi, usulüne uygun yürürlüğe koyulan (ilan edilen) kanunlara uygun hareket ettiğinde, onları ihlal etmediğinde, hukuk düzeninin ortaya koyduğu kural ve kararlara saygı gösterdiğinde, bir sorunla, kısıtlılıkla karşılaşmaması, korku ve endişe ile yaşamaması, bunun için de hukukun evrensel ilke ve esasları çerçevesinde hazırlanan kanunlarla neyin yasak ve cezalandırılabilir olduğunu görüp anlayabilmesidir. Bu husus, özgür yaşamın kaynağıdır. Hukuk devleti, kanunu ve tatbikine ilişkin düzeni koruyup gözetendir.
 
Nedir hukuk? Düzendir, ama düzen için düzen değil, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması adına düzendir.
 
Adalet isteği nedir? Kişi hak ve hürriyetlerini vatandaşların ve diğer insanların eşit kullanabilmesi, herkesin eşit hak ve hürriyetlere sahip olup, aynı korumayı görmesidir.
 
Dürüst yargılanma isteği nedir? Sonuçta, hukuk düzenini sağlayan kanunların takibini yetkin insanlar yapmalıdır. Biz bu insanlara yargı mensupları, yani hakimler (yargıçlar), savcılar (cumhuriyet savcıları) ve avukatlar deriz. Dürüst yargılanma hakkı, yargılanmayı yapanın objektif ve sübjektif olarak tarafsızlığı ile varlığını sürdürebilir. Bunun için de öncelikle bağımsız ve tarafsız mahkemeler ile hakimlere ihtiyaç vardır. Hakim; önüne getirilen talep veya dava hakkında, Anayasa ve kanunlara göre karar veren, bu kararını da hukukun evrensel ilke ve esaslarına bağlı kalarak, vicdani kanaati ile ilan eden kişidir. Savcı iddia eden ve avukat da umumiyetle savunan gibi gözükse de, şikayetçiye veya müdahile (katılana) hukuki yardımda bulunandır.
 
Hakimlik ve mahkeme, özellikle de bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtay’ın kararları çok önemlidir. Bu kararların süratinin, dürüstlüğünün, toplumda oluşturacağı memnuniyetin ve inancın adına “adalet” denir. Toplumun hakim ve mahkemeler ile diğer yargı mensuplarına olan güveni ne kadar yüksek olursa, adalet ve dolayısıyla hukuk düzeninin iyiliği de o kadar olumlu sonuçlar verir. Bunun için de yargı; bağımsız, tarafsız, hukukun evrensel ilke ve esaslarına göre hareket etmek zorundadır. En tehlikeli hareket, yargıyı taraflaştırmak ve hukukilikten uzaklaştırmaktır. Bu tercih, kaçınılmaz bir şekilde keyfiliğe ve güvensizliğe yol açar. Mutlu bir toplum ve bireylerde temel esas; iyi, dinamik ve istikrarlı hukuk düzenini kurmak, kanunları ve uygulayıcılarını politik çatışma ve tartışma ortamlarından uzak tutmaktır. Çünkü toplum ve onu oluşturan bireyler, özellikle hakimlere ve onların görev yaptıkları hakimlikler ile mahkemelere başka bir gözle bakar ve bakmak da ister ki, bu bakışın adı güvendir. Güven yoksa adalet olmaz, keyfilik hüküm sürer, öngörülebilirlik olmaz, olsa bile “kanunilik” ilkesinin sadece adı kalır, zamanla “bu ilke de neymiş, kaldıralım gitsin” diyenler çıkabilir.
 
Kamu yararı ile birey yararı arasında olması gereken haklar dengesi mi, yoksa hukukilik mi? Elbette hukukilik öncelikli olandır, aksi halde; “haklar dengesi” bahanesi ve “üstün kamu yararı” gerekçesi ile hukukiliğin özünün zedelenmesi, kanunun adının olup tatbikinin olmaması veya kanunların “kamu yararı” gerekçesi esas alınarak, bireyin hak ve hürriyetlerinin özüne keyfi müdahaleleri mümkün kılabilecek şekilde değiştirilmesi, önceleri yüksek itirazlara uğrasa da zamanla olağanüstü olanı olağanlaştırabilecektir.
 
Haklar dengesi gözetilebilir, insan hak ve hürriyetleri olarak tanınan alanlara müdahalede; makul, görünüş itibariyle objektif haklılık taşıyan ve kabul edilebilir olanlara hukuka uygunluk verilebilir. Örneğin; çerçevesi Anayasa ile çizilmiş ve yasal dayanağa sahip şekil ve şartlarda kişinin üstünün, eşyasının, aracının, evinin veya işyerinin aranması, bu sırada bulunan suça konu eşyaya elkoyulması mümkündür. Bunun dışında kalan kısıtlamaların fayda sağlayacağı, toplum düzenine katkıda bulunacağı zannedilebilir, ancak bu zahiri ve geçicidir. Mutlak olan, insan hak ve hürriyetlerinin korunup geliştirilmesidir.
 
Kanunlar, yargı kararları ve hukuk düzeni birden bire oluşmaz, bunun için zamana ve emeğe ihtiyaç duyulur. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri Anayasası’na bakıldığında, birçok değişikliklere uğradığı görülse de; eskilerin silinmediği, yeni hükümlerin eklendiği, dolayısıyla bir hukuk tarihinin oluşturulduğu, eski ve yeni kuralların birlikle ele alınıp düzenin temellerini teşkil ettiği görülecektir. Sabahtan akşama kanun değiştirmekle hukukiliğe ulaşılamaz. Doğru; hukukun evrensel ilke ve esaslarının benimsenmesi, anlaşılması, kanunların ve uygulamanın yapboz tahtasına dönüştürülmemesi ile bulunabilir. Temel kurallar korunduğunda, ilke ve esaslar değiştirilmediğinde, uygulamaya hizmet eden kanunlar bu temeller esas alınarak düzenlendiğinde, hukuk uygulamasının çok daha iyi gerçekleşeceğini, içtihat aklının oluşacağını, kanunların ve kararların günlük olaylara ve sübjektif düşüncelere göre değil, objektif ve herkesi kapsayarak şekilleneceğini ifade etmek isteriz.
 
Anayasa ve kanunların istikrarlı uygulanması ve bunların yargı kararları ile yerleşik hale gelmesi, kişinin hukuk güvenliği hakkı bakımından vazgeçilmezdir. Oysa Türk Hukuku’nda; yargı kararlarının beğenilip beğenilmemelerine göre sert eleştirilere maruz bırakıldığı, tanınmadığı, kararlara saygı duyulmadığı, özellikle siyaset üzerinden yargının baskı altına alındığı, bunun da zamanla hukuk kültüründe geri dönülmez bozulmalara yol açtığı tartışmasızdır.
 
Türk yargısının son 10 yılda ciddi bir travma ile karşı karşıya kaldığını, yargıya duyulması gereken güven ve toplumsal inançta ve dolayısıyla hukuk güvenliği hakkının korunmasında ciddi zayıflamalar yaşandığını, bu sorunun çözümünün ise sadece söz ve yazı ile değil icraatla bulunabileceğini, kalıcı çözüm kaynağının hukukun evrensel ilke ve esasları olduğu, bunlardan taviz vermeyip, “kuvvetler ayrılığı” ilkesi çerçevesinde yargı erkinin bağımsızlığının ve tarafsızlığının sağlanıp korunması suretiyle yargı, adalet ve düzen konularında yaşanan sorunlara çözümler bulunabileceğini belirtmek isteriz ki, bu noktada öngörülebilirlik=kanunilik dolayısıyla hukuk güvenliği hakkı esas alınmalıdır, yoksa sadece yargı bağımsızlığından ve tarafsızlığından bahsetmek suretiyle kişi hak ve hürriyetlerinin güvence altına alınması, keyfi müdahale tehditlerinden korunması mümkün olamaz.


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)