Yazı kapsamında; önce Ceza Hukuku açısından örgüt üyeliği suçunun unsurları, ardından cezanın infazı ve son olarak da örgüt üyesinin yakalanma prosedürü hakkında kısa açıklamalar yapılmıştır.

1- Suç ve terör örgütleri ile ilgili Türk Ceza Kanunu’nda ve Terörle Mücadele Kanunu’nda birçok madde ve hüküm olsa da, suç örgütü ile mensuplarının tanımı ve suçun unsurları konusunda TCK m.220’nin dikkate alındığı bilinmektedir.

Suç örgütüne üye olmak; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi, örgütle organik bağın kurulmasını, sürekliliği, çeşitliği ve yoğunluğu gerektiren eylem ve faaliyetlerde bulunmayı gerekli kılar[1]. Örgüt üyeliği suçu kasten işlenir. Her ne kadar bu suçun özel kast, yani saikle işlenebileceğine dair Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin kararları varsa da, failin üye olduğu örgüt için suç işlemeye hazır olması bir özel kast halini değil, suç işleme kastının varlığını gösterir.

Suç örgütüne üyelik, örgüte yardım etme veya örgüt adına suç işleme fiillerinden farklıdır. Örgüt üyeliğini bu fiillerden ayıran temel fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tam bir teslimiyet duygusu ile yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir[2]. Bunun dışında; bir kişinin suç örgütüne üye olmaktan ceza sorumluluğunun doğabilmesi için, o örgütün faaliyeti kapsamında suç işlemesine veya işlenen bir suça katılmasına gerek yoktur. İhtiyaç duyulduğunda örgütün bu kişiden istifade edebileceğinin bilinmesi yeterlidir[3].

Yargıtay’a göre de; “Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de, örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir”[4].

Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin 15.02.2018 tarihli, 2018/103 E. ve 2018/474 K. sayılı kararında suç örgütü üyeliğinin unsurları şu şekilde ifade edilmiştir:

“Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hakim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.

Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf.383 vd.)

Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir. Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olmak suçu için de saikin ‘suç işlemek amacı’ olması aranır. (Toroslu özel kısım syf.263-266, Alacakaptan Cürüm İşlemek İçin Örgüt syf.28, Özgenç Genel Hükümler syf.280)”.

Görüldüğü üzere; bir kişinin suç örgütüne üye olduğunun kabul edilebilmesi için, örgütün faaliyeti çerçevesinde veya örgütün korkutucu gücünden yararlanarak veya örgüt adına bir suç işlemesine gerek bulunmadığı gibi, örgüt üyeliği için kişi mutlaka örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmalıdır ki, hiyerarşik yapıya dahil olmayan bir kişinin suç örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etmesi TCK m.220/7’yi, örgüt adına suç işlemesi ise TCK m.220/6’yı gündeme getirecektir. TCK m.220’nin 6. ve 7. fıkralarında, örgüte üyelik unsuru bulunmayıp, sadece örgüt adına suç işleme ve örgüte yardım etme fiillerinin kanuni neticesi olarak “örgüt üyesi” olarak cezalandırma öngörülmektedir. Bu husus; TCK m.220/2’de düzenlenen suç örgütü üyeliğinin, TCK m.220/6 ve 7’de düzenlenen örgüt adına suç işleme ve örgüte yardım etme fiillerinden farklı unsurları bulunduğu gerçeğini değiştirmez.

Belirtmeliyiz ki; Türk Ceza Hukuku’nda “suç örgütü” ve “terör örgütü” kavramları ile bu örgütlere mensubiyetin yasal zeminde gözden geçirilmesi gerektiği, özellikle silahlı ve silahlı olmayan yapıların, örgüt üyeliği için aranan şartların netleştirilmesi, cebir ve şiddet dışında, tehdit veya baskı gibi unsurların terör örgütü suçunun maddi unsuru kapsamına alınıp alınmayacağının değerlendirilmesi gerekir.

Gerçekten de Türk Ceza Hukuku’nda silahlı veya silahlı olmayan suç veya terör örgütleri kavramı karmaşıktır, düzenlemeler yetersizdir ve özellikle de terör örgütleri yönünden 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. ve 7. maddelerinde yapılan değişiklikler sonrasında madde metinlerinden çıkarılan ve terör örgütünün varlığı için aranan “baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle” yerine tercih edilen “cebir ve şiddet kullanarak” ibaresinden dolayı silahlı olmayan terör örgütleri yönünden yasal yetersizlik bulunduğu, maddelerde geçen “cebir ve şiddet” teriminden dolayı “silahlı terör örgütü” kabulüne uyan yapıların cezalandırılmaları yoluna gidildiği, çünkü cebir ve şiddetin bir yapının terör örgütü sayılması için suçun maddi unsuru olarak arandığı görülmektedir.

Ancak suç veya terör örgütlerinin Ceza Hukuku kapsamında değerlendirilmesinin fikri alanla ilgili olduğu, illegal yapıların tespitlerinin somut delillere göre yapılması ve dayanağının bulunması gerektiği, aksi halde kişi hak ve hürriyetlerine getirilecek aşırı kısıtlamaların da isabetli olmayacağı dikkate alınmalıdır.

2- Suç örgütüne üye olmaktan mahkumiyetine karar verilen hükümlünün cezasının infazında, TCK m.58/9 ile 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu m.108 uygulanacaktır. Ceza İnfaz Kanunu m.107/4’de “suç işlemek için örgüt kurmak veya yönetmek veya örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı mahkumiyet halinde” koşullu salıverilme süresinin ¾ üzerinden hesaplanacağı, suç örgütüne üyeliğin bu madde kapsamında sayılmadığı, bu sebeple koşullu salıverilme süresinin ¾ oranı üzerinden hesaplanmaması gerektiği ileri sürülemez. Çünkü Türk Ceza Kanunu m.58/9’da; örgüt mensubu suçlu hakkında da mükerrirlere özgü infaz rejiminin ve cezanın infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına hükmedileceği düzenlenmiş olup, bu düzenlemelere göre koşullu salıverilme süresi ¾ oranı üzerinden hesaplanacaktır. TCK m.6/1-j’ye göre örgüt mensubu; bir suç örgütünü kuran, yöneten, örgüte katılan veya örgüt adına diğerleri ile birlikte veya tek başına suç işleyen kişidir. Suç örgütü üyeliğinden mahkumiyet halinde, TCK m.58/9’un tatbiki yasal zorunluluktur.

Son olarak; hakkında TCK m.58/9’un tatbik edilmesi sebebiyle cezasının infazında mükerrirlere özgü infaz rejimi tatbik edilen hükümlülerin yeniden bir suç işlemesi halinde ikinci kez mükerrir sayılıp sayılmayacakları konusunda uygulamada tereddüt yaşanmaktadır. Bu husus, hükümlünün ikinci işlediği suçtan dolayı koşullu salıverilmeden faydalanabilmesi yönünden önem arz etmektedir.

Tekerrür, koşullu salıverilme süresini de etkileyecek şekilde bir infaz rejimi müessesesi olarak düzenlenmiştir. Mükerrirlere özgü infaz rejimi, 5275 sayılı Ceza İnfaz Kanunu’nun 108. maddesinde düzenlenmiş ve aynı maddenin 3. fıkrasında "İkinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanması durumunda, hükümlü koşullu salıverilmez." düzenlemesine yer verilmiştir. Sanık hakkında birinci tekerrür şartlarının oluşması nedeniyle tekerrür hükümleri uygulandıktan ve tekerrür uygulanan mahkumiyet kesinleştikten sonra, yeniden tekerrür hükümlerinin uygulanmasını gerektiren bir suçun işlenmesi halinde ikinci kez tekerrür hükümleri uygulanacak ve hükümlü artık koşullu salıvermeden yararlanamayacaktır. Dolayısıyla, hakkında TCK m.58/9 uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejimi uygulanan hükümlünün işlediği ikinci suç yönünden ikinci kez tekerrür oluşup oluşmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

TCK m.58/9’un amacı; cezaevinde geçirilecek süre uzatılmak suretiyle itiyadi suçlu, suçu meslek edinen kişi veya örgüt mensubu yönünden uslandırılma ve caydırıcılığın sağlanması olup, bu suçlardan mahkumiyete ilişkin infaz usulünün belirlenmesinden ibarettir. Bu sebeple, örgüt mensubu kişinin işlediği ikinci suçtan dolayı ikinci kez mükerrir sayılması ve ikinci suç yönünden koşullu salıverilmeden faydalanamaması mümkün değildir. Çünkü bu husus temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasına ilişkin olup, Anayasa m.13 uyarınca Kanunda açıkça düzenleme yer almadığından, kişi aleyhine yorum ve uygulama yapılması mümkün değildir. Dolayısıyla; suç örgütüne üyelikten ceza alan kişinin infazında mükerrirlere özgü infaz rejimi uygulanacak, bu suç dışında sonradan ikinci bir suç işlemesi halinde ise ikinci kez mükerrir sayılarak koşullu salıverilme hakkından mahrum bırakılamayacaktır.

3- Örgüt üyesinin yakalanması;

Tatbikatta tartışılıyor, ifade için CMK m.145’de davet ve m.146’da da zorla getirme hükümleri öngörüldüğüne göre, gece veya sabahın çok erken saatlerinde insanlar “şüpheli” sıfatıyla neden yakalanıp gözaltına alınıyorlar ve evleri ile işyerlerinde arama, muhafaza altına alma veya elkoyma tedbirlerine başvuruluyor?

Esasında sorunun cevabı basit, bunu çok önceleri, 2007’li yıllardan itibaren söyledik ve yanlış olduğunu da belirttik. Türk Ceza Hukuku’nda tanımlanan “suç örgütü” ve “terör örgütü” kavramlarından hareket edilerek, ceza yargılaması tedbirlerinin sıkı, kişi hak ve hürriyetlerine aşırı kısıtlama getirecek biçimde uygulandığı bilinmektedir. Suç veya terör örgütü üyeliğinden dolayı soruşturma başlatıldığında, her ne kadar CMK m.91/2 ve m.101/2 olsa da, örgüt üyeliği suçunun neticesi devam eden, yani mütemadi suçlardan olduğu kabulü ile “suçüstü” halinin varlığına dayanılarak, ortada örgütün faaliyetleri çerçevesinde işlendiği iddia edilen bir suçtan dolayı suçüstü hali bulunmasa da, bizzat örgüt üyeliği suçunun “suçüstü” haline konu edilebileceğinden yola çıkılıp, CMK m.90, m.91 ve m.118’in tatbik edildiği, örgüt üyeliği ile suçlananların “suçüstü” kabulü ile yakalanıp gözaltına alındıkları, ev ve işyerlerinde arama tedbirine başvurulduğu görülmektedir.

Örgüt üyeliği ile suçlanan şüphelinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçtan dolayı suçüstü hali veya CMK m.98/1’in birinci cümlesinde öngörülen çağrı üzerine gelmeyen veya kendisine çağrı yapılamayan şüpheli de yoksa, suç örgütü üyeliği iddiasının gündeme geldiği durumda, öncelikle “ifade veya sorgu için çağrı” başlıklı CMK m.145, sonra “Zorla getirme” başlıklı CMK m.146, bunlardan sonuç alınamadığında CMK m.98/1’in birinci cümlesine başvurulmalıdır. “Suçüstü” kavramının tanımı dikkate alındığında suç örgütü üyeliği, CMK m.90, m.91 ve m.118’in tatbikine uygun değildir.

Örgütlü suçlarda yürütülen soruşturma kapsamında eş zamanlı şüphelilere ulaşılması, aksi halde çağrı veya zorla getirme yoluyla şüphelilere ulaşılmasının mümkün olamayacağı ve/veya delil karartmanın gerçekleşebileceği ileri sürülebilir. Bu düşünceye göre; Anayasa izin verdiği takdirde “örgüt kapsamında suç işlediğine dair kuvvetli/yeterli şüphe bulunan kişiler” ibaresinden hareketle, suç veya terör örgütü kapsamında yürütülen soruşturmalarda doğrudan yakalama tedbirinin uygulanmasını mümkün kılan yasal değişikliğe gidilebilir.

Belirtmeliyiz ki; temyizde geçen sürenin tutukluluktan mahsubunu engelleyen bir kanun hükmü bulunmadığı halde, mevcut durumda CMK m.102’de öngörülen tutukluluk sürelerinden bu sürenin mahsup edilmediği görülmektedir. Suç örgütü üyeliği iddiasıyla suçlanan kişiler yönünden, çağrı veya zorla getirme yöntemlerine başvurmaksızın doğrudan yapılan yakalama ve gözaltına alma tedbirlerinde de benzer sorunun yaşandığı ve uygulamada “suç örgütü üyeliği suçunun mütemadi suçlardan sayılması” suretiyle aşılmaya çalışıldığı görülmektedir. Oysa Anayasa m.13 temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasında ve Anayasa ile Kanunların bağlayıcılığı konusunda da yine Anayasa m.138/1 net hükümler içermektedir.

.

Av. Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Beyza Başer

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

--------------------------------

[1] Ersan Şen - H. Sefa Eryıldız, Suç Örgütü, Seçkin Yayıncılık, Birinci Baskı, Ankara, Mayıs 2018, s.117; Yargıtay 16. CD, 14.06.2016, 2016/3380 E., 2016/3872 K.

[2] Yargıtay 16. CD, 26.10.2017, 2017/1809 E., 2017/5155 K.

[3] Şen - Eryıldız, a.g.e, s.126; Vesile Sonay Evik, Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçu, MÜHFHAD, Yıl:2013, Cilt:19, Sayı:2, s.685; Cihan Kavlak, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, İkinci Baskı, 2013, Ankara, s.402.

[4] Yargıtay 16. CD, 18.07.2017, 2016/7162 E., 2017/4786 K.