Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Merve Yolaçan
Tefecilik Suçu
Bu yazımızda; tefecilik suçunun mülga ve yürürlükte olan şeklini, ödünç para alan kişinin sıfatının ne olacağı konusundaki tartışmaları, suçun konusunun para veya para yerine geçen bir başka değer veya altın veya kredi kartı olup olmayacağını değerlendireceğiz.
Tefecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun özel hükümlerine ilişkin İkinci Kitabının “Topluma Karşı Suçlar” başlıklı üçüncü kısmının “Ekonomi, Sanayi ve Ticarete İlişkin Suçlar” başlıklı dokuzuncu bölümünde düzenlenmiştir.
Tefecilik suçunun düzenlendiği 241. maddeye göre; “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır”.
Türk Ceza Kanunu’nun 241. maddesinde, kazanç elde etmek maksadıyla başkasına ödünç para vermek eylemi suç sayılmış ve fail hakkında 2 yıldan 5 yıla kadar hapis ve 5 günden 5 bin güne kadar adli para cezası öngörülmüştür. Maddede yer alan cezalar, TCK m.61 ve 62 uyarınca somut olayın özellikleri ile fail dikkate alınarak bireyselleştirilecektir.
241. maddenin gerekçesinde; tefecilik suçunun, iktisadi hayatımızda “senet kırdırma” denilen usulle de işlenebileceği, henüz vadesi gelmemiş bir bononun vadesinden önce başkasına verilerek karşılığında bono üzerinde yazılı meblağdan daha az bir paranın alınması durumunda tefecilik suçunun oluşacağı, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişinin cezalandırılacağı, ancak ödünç para alan kişinin cezalandırılmayacağı belirtilmiştir.
Belirtmeliyiz ki; fail tarafından mağdura paradan başka altın, gümüş, para yerine geçen senet veya teminat mektubu verilmesi suretiyle kazanç elde edilmesi tefecilik suçu sayılamasa da, failin mağdurdan bono, çek, poliçe gibi kıymetli evrak veya faturaya bağlı alacağı temlik alarak, bunun karşılığında kazanç elde etmek amacıyla para vermesi, TCK m.241 anlamında “ödünç para verme” eylemi sayılır mı? Çünkü fail burada; ödünç para vermekten ziyade, iktisadi hayatta “senet kırdırma” veya “faktoring” olarak bilinen ticari bir alışverişte bulunmakta, senet kırdırana ve verdiği belgeye güvenerek karşılığında para vermekte, yani kırdırılan senedi parayla değiştirmekte, teminatlı veya teminatsız risk almakta ve bu nedenle kazanç elde etmektedir. İlk bakıldığında; burada ödünç para vermenin değil, senet kıran ile kırdıran arasında bir alışverişin gerçekleştiği, bunun da ödünç para vermek olarak nitelendirilemeyeceği ileri sürülebilir.
TCK m.241’in gerekçesi incelendiğinde, senet kırdırma yoluyla tefecilik suçunun işlenmesi mümkündür. Gerekçe bu hususu, “Örneğin henüz vadesi gelmemiş bir bononun vadesinden önce başkasına verilerek karşılığında bono üzerinde yazılı meblağdan daha az bir paranın alınması durumunda tefecilik suçu oluşur. Çünkü, bu durumda bononun el değiştirmesi, kişiler arasında doğmuş olan bir alacak borç ilişkisine dayanmamaktadır. İfade yerinde ise, bu durumlarda, birer ödeme aracı olan bononun veya çekin kendisi satılmakta ve satın alınmaktadır.” cümleleri ile açıklamış ve bir mal veya hizmet alım ve satımına dayanmayan, örneğin bir mal satılmış gibi gösterilerek yapılan muvazaalı sözleşme ve işlemler üzerinden verilen çek veya bononun karşılığında ödenen paraların, kazanç elde etme maksadına dayanması durumunda tefecilik suçunu oluşturacağı anlaşılmıştır.
Gerçekten de ortada bir mal veya hizmet alışverişi olmaksızın, varmış gibi gösterilerek kazanç elde etmek maksadıyla verilen paralar, örneğin bu kapsamda kredi kartı ile alışveriş yapılmış gibi, ancak ortada gerçek bir mal veya hizmet alışverişine dayanmayan ilişkilerde kullanılan bu muvazaalı usulü TCK m.241’in dışında görmek mümkün değildir. Esasen burada failin amacı; kazanç elde etmek maksadıyla başkasına ödünç para vermek olup, sırf bu eylemin hukuka aykırılığını gizlemektir.
Tefecilik suçu ve cezası; 5237 sayılı Kanundan önce, 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanunu’nun 17. maddesinde düzenlenmiş idi. 17. maddenin ilk üç fıkrasına göre; “Tefecilik edenlerle, Bakanlar Kurulu tarafından tespit edilen nispetler üstünde menfaat teminine müncer olabilecek herhangi bir fiil ve harekette bulunanlar veya alınacak faiz nispeti hususunda Hükümetçe ittihaz olunacak tedbir ve kararlara her ne suretle olursa olsun aykırı hareket edenler 6 aydan 2 seneye kadar hapis cezasıyla birlikte, temin ettikleri menfaatlerin 5 misli ağır para cezasıyla cezalandırılır.
Kabul ettikleri mevduata 9 uncu madde gereğince tespit edilen nispetler üzerinde faiz verenlerle mezkur madde gereğince tayin olunan esaslar haricinde herhangi bir menfaat sağlayan veya menfaat taahhüdünde bulunanlar veyahut mevduata verilecek faiz hususunda Hükümetçe ittihaz olunan tedbir ve kararlara her ne suretle olursa olsun aykırı hareket edenler hakkında da yukarıdaki fıkrada yazılı cezalar tatbik olunur.
Bu suçların tekerrürü halinde cezalar 3 misline çıkarılarak hükmolunur”. Görüleceği üzere, maddede tefecilik suçunu işleyenlerin 6 aydan 2 seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı belirtilmiştir.
2279 sayılı Kanun, 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 16. maddesi ile[1] mülga edilmişse de, 2279 sayılı KHK’nın 17. maddesinin 90 sayılı KHK’nın kanunlaşmasından sonra yürürlükten kalkacağı aynı KHK’nın 17. maddesi ile[2] hüküm altına alındığından, 90 sayılı KHK’nın 6361 sayılı Kanunun 52. maddesi ile[3] mülga edildiği tarihe (13.12.2012) kadar 2279 sayılı Kanun m.17 geçerliliğini korumuştur. Bir başka ifadeyle; 90 sayılı KHK’nın 15. maddesi kanunlaşmadığından, bu KHK ile tefecilik suçu için öngörülen suç ve ceza tanımı hiç yürürlüğe girmemiştir.
5237 sayılı TCK’da “tefeci” tanımı yapılmazken, 2279 sayılı Kanunun 14. maddesinde; “1 inci maddeye göre izin almaya mecbur olan hakiki veya hükmi şahıslardan bu mecburiyete riayet etmeyenlere veya 9 uncu madde hükümlerine göre Bakanlar Kurulunca ittihaz edilecek kararlara aykırı hareket eyleyenlere ve beyannamelerindeki şartları ve faiz hadlerini muvazaa ile gizleyenlere tefeci denir.”  demek suretiyle tefecinin, 90 sayılı KHK’nın “Tefecilik Sayılan İşlemler” başlıklı 9. maddesinin 1. fıkrasında da; “Bu Kanun Hükmünde Kararname uyarınca ikrazatçılık yapmak üzere izin alınmadan, faiz veya her ne ad altında olursa olsun, bir ivaz karşılığı veya ipotek almak suretiyle, ödünç para verme işlemlerinin yapılması veya bu işlerin meslek ittihaz edilmesi ve Kanun Hükmünde Kararname uyarınca alınan ikrazatçılık izni iptal edildiği halde, ödünç para verme işlerine devam edilmesi, tefecilik sayılır.”  hükmü ile tefecilik sayılan işlemlerin tanımı yapılmıştır.
Türk Dil Kurumu’nda tefeci, “el altından yüksek faizle ödünç para veren kimse, faizci, murabahacı” olarak tanımlanmaktadır.
1- Tefecilik suçu ile korunan hukuki yarar; suçun TCK’nın “Topluma Karşı Suçlar” başlığı altında düzenmiş olması sebebiyle toplumsal değerleri koruduğu anlaşılsa da, bu suçla yalnızca toplumsal değerlerin ve menfaatlerin değil, ödünç para alan kişinin, içinde bulunduğu zor durumdan faydalanmak suretiyle yüksek faiz oranları ile borç altına sokulup sömürülmesi ile aynı zamanda bireysel menfaatlerin de korunduğu, bu nedenle suçla korunan hukuki değerin karma nitelik taşıdığı söylenebilir.
Tefecilik suçu, topluma karşı işlenen suçlardandır ve esasında burada korunan hukuki yarar bireylerin iktisadi durumları vasıtasıyla toplumun düzenidir. Toplum ve kanun koyucu; faiz anlayışına, yani paradan para kazanılmasına, emeksiz kazanca, vergilendirilmemiş gelire hoş bakmamakta, esasında serbest piyasa düzeninde ve kapitalist sistemde faiz almanın önünü kapatmak mümkün olmasa da, kontrol altına almayı, özellikle banka, kredi kurum ve kuruluşlar, faktoring ve ikrazat firmaları yoluyla faizle borç vermeyi ve gelir elde etmeyi gözetim altında tutmayı hedeflemektedir.
Suçla korunan hukuki değerin, kişilerin acil kredi bulma gereksinimlerinden kaynaklanan mağduriyetin kötüye kullanılması sonucu zedelenen, Anayasanın 48. maddesi ile güvence altına alınan serbest iradeyle sözleşme yapma özgürlüğü olduğu yönünde düşünce de mevcuttur[4].
2- Suçun maddi unsuru, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verilmesidir. Kazanç elde edilmese de, başkasına ödünç para verilmesi tefecilik suçunun oluşması için yeterlidir. Bu nedenle, tefecilik suçu teşebbüse elverişli suçlardan değildir. Kazanç elde etmek amacıyla paranın verilmesi, fakat karşılığında alınan bir bono veya çekin veya ipoteğin paraya çevrilememesi, failin elde etmeyi hedeflediği kazancı malvarlığına katamaması ve dolayısıyla malvarlığında artış olmaması durumunda da, fail tarafından kazanç elde etmek amacıyla bir miktar para faile verilmekle suç oluşmuş sayılacaktır.
3- Tefecilik suçunda gerçek kişi olan herkes fail olabilir. Tüzel kişi kazanç elde etmek amacıyla borç para verebilir mi? Elbette verebilir, fakat ceza sorumluluğu TCK m.20/2 uyarınca tüzel kişiyi temsil eden gerçek kişilere aittir.
Bir veya birkaç defaya mahsus kazanç elde etmek amacıyla borç para veren veya borç isteyenin ısrarına dayanamayarak kazanç elde etmek amacıyla borç veren kişi fail sayılır mı? “Suçta ve cezada kanunilik” prensibi, TCK m.241’in dar, yani lafzi ve TCK m.2’ye uygun yorumuna göre, kazanç elde etmek amacıyla bir veya birkaç defaya mahsus kazanç elde etme kastı ile başkasına ödünç para verilmesi veya borç isteyenin ısrarı kırılmayarak kazanç elde etme amacı taşıyacak şekilde borç verilmesi tefecilik suçu sayılabilir.
Belirtmeliyiz ki, tefecilik bir meslek olarak icra edilmeye çalışılmaktadır. Bir insanın bir veya birkaç defaya mahsus kazanç elde etmek amacıyla borç para vermesi olağan değildir. Bir veya birkaç defaya mahsus kazanç elde etme amacına dayandığı söylenen para verme, topluma karşı suçlardan sayılan tefecilik suçunun faili sayılmak için yeterli görülemez. Kazanç elde etmek amacıyla borç para vermenin bir mesleki faaliyete veya en azından alışkanlığa dönüşmesi aranmalıdır. Aksi halde; sırf bir maddi zorluğun aşılması veya bir tanıdığının ısrarlı isteğinin kırılmayarak, borç verenin maddi kayıplarının karşılanması veya para kazanması kastı olmaksızın borç verilen paranın değer kaybının önüne geçilmesi amacıyla borç alışverişini tefecilik saymak gerekir ki, bu kabulün TCK m.241’de öngörülen suç tanımına uygun düşmediği ileri sürülebilir.
Bu hususta Yargıtay 7. Ceza Dairesi ile 5. Ceza Dairesi kararlarının farklılık arz ettiğini belirtmek isteriz. Tefecilik suçunun oluşabilmesi için, sanığın birçok kişiye faiz karşılığı ödünç para vererek çıkar sağlama ve bunu meslek haline getirme şartını arayan Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 21.06.2006 tarih, 2004/36039 E. ve 2006/12561 K. sayılı kararında; “Tefecilik suçunun oluşabilmesi için birden fazla kişiye sistemli ve sürekli bir biçimde faiz karşılığı ödünç para verilmesi gerekmekte olup, sanığın birçok kişiye faiz karşılığı ödünç para vererek çıkar sağlayıp sağlamadığı ve bu işi meslek haline getirip getirmediğinin tespiti bakımından, adına senet düzenlenen kişilerden daha çok sayıda ve bulunabilecek olanların dinlenmeleri ve ayrıca kolluk araştırması da yaptırıldıktan sonra toplanan tüm kanıtlar karar yerinde tartışılıp değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir.” ve aynı Dairenin 22.05.2009 tarihli, 2006/17545 E. ve 2009/5064 K. sayılı kararında; “Mağdurların hazırlık beyanları, oluş ve dosya kapsamına göre eylemin devamlılık arz ettiği gözetilerek sanığın tefecilik yapma suçunu işlediği…”; Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 09.11.2009 tarihli, 2007/3343 E. ve 2009/12679 K. sayılı kararında; “… tefecilik suçunun oluşması için birden fazla kişiye sürekli ve sistemli bir biçimde faiz karşılığı ödünç para verilmesi gerektiği…”  sonucuna varılmıştır.
Tefecilik suçunun oluşmasında sanığın yalnızca bir kişiye ödünç para vermesini yeterli gören Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 08.01.2014 tarihli, 2012/10208 E. ve 2014/143 K. sayılı kararında; “… suçun oluşması için sanığın yalnızca bir kişiye ödünç para vermesi yeterli olup, bu işi meslek haline dönüştürüp dönüştürmemesinin öneminin bulunmadığı, bu nedenle suçun temadi ettiğinden ve birden fazla kişiye ödünç para verilmesinin tek suç oluşturduğundan bahsedilemeyeceği, m.241’de yazan tipik hareketin kazanç karşılığında ödünç paranın borç alana verilmesiyle tamamlandığı”; Yine aynı Dairenin 24.12.2013 tarihli, 2012/15363 E. ve 2013/12511 K. sayılı kararında; “… tefecilik suçunun kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para vermekle oluşacağı, bu anlamda suçun oluşumu için meslek haline getirmenin gerekmediği” belirtilerek, TCK m.241’in lafzından hareketle aksi görüş ortaya koymuştur.
Bizce, kazanç elde etmek amacıyla ödünç para verme fiillerinin meslek haline getirilmesi veya alışkanlığa dönüşmesi tefecilik suçunun varlığı için önemlidir. Ancak TCK m.241, kazanç elde etmek amacıyla ödünç para verme fiilinin bir meslek şeklinde icra edilmesini veya alışkanlık halinde getirilmesini suçun maddi unsuru olarak göstermemiştir. Hatta kanun koyucunun madde metninde “başkalarına” yerine “başkasına” ibaresini kullanması; kazanç elde etmek amacıyla ödünç paranın bir kişiye verilmesiyle dahi suçun oluşacağı, ödünç paranın birden fazla kişilere karşı sürekli verilmesinin gerekmediğini vurgulamak amacı taşıdığı ileri sürülebilir. 
Kanaatimizce bu durumda; bir veya birkaç defa, hatta daha fazla ödünç para verenin borçludan elde ettiği karşılığa bakılmalıdır ki, bu karşılık paranın değer kaybının önlenmesinden ibaretse tefecilik suçu oluşmayacaktır, fakat borç verilen paranın karşılığında elde edilecek gelir aşırı ve bu aşırılık borç alan tarafından ispatlanabilmekte ise, tefecilik suçunun oluşabileceği söylenebilir.
4- Tefecilik suçunda mağdur kimdir? Bu suçun mağduru; borç verenin ve alanın anlaştığı, her ne kadar borç alanın içinde bulunduğu iktisadi sıkıntı nedeniyle borç almak zorunda kaldığı ve borç verenin borçlunun bu durumundan faydalandığı ileri sürülse de, bizce borç alan değildir. Borç alan; her ne kadar içinde bulunduğu mali sıkışıklığı veya yatırım için almayı hedeflediği krediyi bankadan elde etme güçlüğü yaşadığını belirterek, mağdur, yani suçtan doğrudan zarar gören olarak şikayette bulunsa da, bizce bu kişinin sıfatı ihbar eden niteliğinde şikayetçi olup, mağdur veya suçtan zarar gören değildir. Tefecilik suçunda suçtan zarar gören ve mağdur, dolayısıyla Ceza Muhakemesi Kanunu m.237 uyarınca davaya katılma hakkı olan Devlet Hazinesi’dir. Borç alan kişi; suçun mağduru, yani doğrudan etkileneni veya suçtan zarar göreni olamayacağından, davaya katılma hakkına sahip değildir.
Yeri gelmişken; madde metnine bakıldığında kazanç elde etmek amacıyla “başkasına” borç para verme eyleminden bahsedilirken “mağdur” yerine “başkasına” kelimesinin bilinçli tercih edilmiş olabileceğini, bu tercihin ödünç para alan kişinin “mağdur” konumunda olmadığının bir göstergesi olabileceğini ifade etmek isteriz.
Bir başka görüşe göre, failin verdiği ödünç parayı alan kişi, iradi olarak bu fiilin bir tarafı olmakta ise de buna içinde bulunduğu mali, yasal ve benzeri engeller/sorunlar nedeniyle boyun eğdiğinden, bu suçun doğrudan mağduru, olağan kredi veya finans kurumlarından para temin edemeyen ve bu nedenle genellikle yüksek faizle ve mali açıdan olumsuz koşullarda ödünç para alan/fiilden gerçek anlamda zarar gören kişidir[5].
Yargıtay 4. Ceza Dairesi, 30.05.2011 tarih, 2011-4059/7235 sayılı kararında; “… tefecilik suçunun kazanç elde etmek amacıyla başkalarına ödünç para verilmesiyle tamamlanacağından, tanıklara, hangi tarihte faiz karşılığı para aldıklarının açıkça sorulup suç tarihinin saptanması gerektiğinin gözetilmemesini” bozma sebebi saymış ve ödünç para alan kişinin “tanık” sıfatıyla çağrılıp dinlenilmesi hususunu vurgulamıştır.
Pekala borç alan kişi tefecilik suçunun azmettiricisi veya müşterek faili olabilir mi? Öncelikle borç alanın tefecilik suçunun müşterek faili olamayacağını belirtmek isteriz. Çünkü TCK m.241’de, kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişinin suçun faili olabileceği söylenmiştir. Bu nedenle borç alan kişi; kendisine borç para veremeyeceğinden ve TCK m.37/1 uyarınca da suçun kanuni tanımında yer alan fiili kısmen veya tamamen ödünç para verenle birlikte işlemeyeceğinden, “müşterek fail” sıfatı taşıyamaz.
Ödünç para alan kişi suça azmettiren olabilir mi? Azmettirme, aklında ve fikrinde suç işleme niyet ve kararı olmayan kişiye suç işleme niyetini ve kararını aldırmakla mümkündür. TCK m.38/1’e göre, “Başkasına suç işlemeye azmettiren kişi, işlenen suçun cezası ile cezalandırılır”. Bizce burada; rüşvet alanla veren, şike veya teşvik primi suçlarında menfaat alan ile vadeden veya veren arasında akdedilen sözleşme benzeri ilişki olduğundan, her ne kadar borç alan yönünden azmettirme iddiası gündeme getirilse de, bunun cezai sorumluluğa yol açması mümkün değildir. TCK m.241’de borç alan yönünden ceza sorumluluğu öngörülmediği gibi, aklında ve fikrinde borç para vermek olmayan kişiden borç isteyenin ısrarını azmettirme olarak görmek, bu ısrarla borç veren tefecilik suçunu işleme niyet ve kararının oluştuğunu, yani borç vermenin kazanç elde etme maksadına dönüştüğünü söylemek mümkün değildir.
5- Tefecilik suçunun konusu, yani kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç verilen yalnızca “para” olabilir. Bu sebeple para dışında başka maddi değer taşıyan altın, gümüş ve diğer eşyanın kazanç elde etmek maksadıyla bir başkasına verilmesi, suçta ve cezada kanunilik prensibi uyarınca suç sayılmayacak, çünkü suçun bir düşünceye göre önşartı ve bir düşünceye göre de maddi unsurundan sayılan “para” mefhumu ortada olmadığından, tefecilik suçu oluşmayacaktır.
1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’a dayanılarak çıkarılan 32 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı m.2/e’ye göre para; “Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre Türkiye’de tedavülde bulunan veya tedavülden kaldırılmış olsa bile değiştirme süresi dolmamış olan…” şeklinde tanımlanmıştır.
Paraya eşit sayılan değerler; Türk Ceza Kanunu’nun 198. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Devlet tarafından ihraç edilip de hamiline yazılı bonolar, hisse senetleri, tahviller ve kuponlar, yetkili kurumlar tarafından çıkarılmış olup da kanunen tedavül eden senetler, tahviller ve evrak ile milli ziynet altınları, para hükmündedir”. Bu hüküm,  TCK’nın “Kamu Güvenine Karşı Suçlar” başlıklı Dördüncü Bölümünün “parada sahtecilik suçu” kapsamında düzenlenmesinden dolayı tefecilik suçunu etkilemez, yani tefecilik suçu açısından, “para” kavramını tanımlayan 32 sayılı Karar geçerlidir.
Kanun koyucu; “kazanç elde etmek maksadıyla başkasına ödünç para veren” yerine, “kazanç elde etmek maksadıyla başkasına ödünç para veya para yerine kullanılabilen eşya veren”  ibaresi kullanılsa idi, failin sadece para vermediği, örneğin altın, gümüş veya diğer para ile değeri ölçülebilen madeni eşya veya senet verdiği durumda da tefecilik suçunun işlenmesi mümkün olabilirdi. Ancak kanun koyucu; tefecilik suçunda “para” kavramını, suçun olmazsa olmazı, yani önşartı veya maddi unsurunun hareket kısmının varlık sebebi saymıştır.
6- Tefecilik suçunun manevi unsuru özel kasttır. Failde kazanç elde etme maksadı olmadıkça, tefecilik suçunun manevi unsuru oluşmaz. Kazanç elde etmek amacı, ödünç verilen paranın aynen veya enflasyon oranına göre varsa değer kaybının karşılanması suretiyle geri alınması demek değildir.
Kazanç elde etme kastı, ödünç para vermek isteyen veya ödünç para almak isteyenin talebini kabul eden kişinin, borç verdiği parada para üzerinden gelir elde etmeye çalışması veya etmesi anlamına gelir ki, borç verilen paranın aynen karşılığı veya değer kaybının eklenmesiyle geri ödenmesi, TCK m.241’de öngörülen kazanç elde etme kastını göstermez. Fail tarafından borç olarak verilen para, otomatik olarak tefecinin suçunun varlığını gündeme getirmez. Failde faizle para verme niyet ve isteği olmalı, bu faiz, borç verilen paranın değer kaybının ötesine geçmeli, banka veya diğer borç veren yasal müesseselerin uyguladığı veya daha üzerinde faizle borç para verilmesini kapsamalıdır.
7- Tefecilik suçunun hukuka aykırılık unsuru, TCK m.26/1’e bakılarak belirlenmelidir. TCK m.26/1’de; hakkını kullanan kimseye ceza verilmeyeceği ifade edilerek, bir mesleğin icrası kapsamında kazanç elde etmek amacıyla faizle borç verilmesi hukuka uygunluk sebebi sayılmıştır. Bu sebeple; bankacılık, ikrazatçılık, faktoring, kredi vermekle yetkilendirilen müesseselerin kazanç elde etmek amacıyla verdikleri borç paraların TCK m.241 kapsamında tefecilik suçu olarak nitelendirilebilmesi mümkün değildir. Çünkü bir eylemin tefecilik suçu sayılabilmesi için, o eylemin TCK m.241’de öngörülen suç tanımına uygun şekilde kanunilik, maddi, manevi ve hukuka aykırılık unsurlarının ve varsa suçun ön veya cezalandırılabilme şartının birlikte gerçekleşmesi gerekir. Hukuka aykırılığı ortadan kaldıran bir ruhsat veya izinle kazanç elde etmek amacıyla borç veren, bu çerçevede yasal kaybı olan ve vergisini ödeyen kişinin eylemi, bağlı oldukları yasa ve alt mevzuata uygun olduğu sürece tefecilik suçu sayılmayacaktır.
 
---------------------------------------------------------------
[1]
90 sayılı Kanun Hükmünde Kararname m.16’ya göre;
“2279 sayılı ödünç Para Verme İşleri Kanunu ile ek ve değişiklikleri yürürlükten kaldırılmıştır”.
[2] 90 sayılı Kanun Hükmünde Kararname m.17/1’e göre; “15 inci madde yürürlüğe girinceye kadar 2279 sayılı Kanunun suç saydığı fiiller hakkında, bu Kanunun 17 nci maddesinde yazılı hükümlerin uygulanmasına devam olunur”.
[3] 6361 sayılı Finansal Kiralama, Faktoring ve Finansman Şirketleri Kanunu m.52/1’e göre; “10/6/1985 tarihli ve 3226 sayılı Finansal Kiralama Kanunu ile 30/9/1983 tarihli ve 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırılmıştır”.
[4] Yaşar, Gökcan, Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Şerhi, Ankara, 2014, s.7223, Dipnot: 1754.
[5] Çetin Arslan, “Tefecilik Suçu”, Ankara Barosu Dergisi, 2014/1, s.32.f