Prof. Dr. Ersan Şen

Stj. Av. Filiz Demirbüker

Resmi Belgede Sahtecilik Suçunda İğfal Kabiliyeti

Giriş

Resmi Belgede sahtecilik suçu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun Özel Hükümler kitabının Topluma Karşı Suçlar başlıklı üçüncü kısmında yer alan Kamu Güvenine Karşı Suçlar başlıklı dördüncü bölümün 204. maddesine göre;

“(1) Bir resmi belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır”.

İğfal kabiliyeti kavramı; yukarıda belirtilmiş olan ve resmi belgede sahtecilik suçunu düzenleyen Kanun metninde yer almamakla birlikte, sahtecilik suçunun oluşması için gerekli bir unsurdur. Şöyle ki, iğfal kabiliyeti tespit edilmediği sürece resmi belgede sahtecilik suçunun oluşması mümkün değildir. İğfal kabiliyeti olmayan belgede, sahtecilik suçunun maddi unsurunun oluştuğundan bahsedilemez.

Türk Dil Kurumu’nun tanımına göre iğfal; “iğfal etmek” fiilinin isim halidir ve aldatma, kandırma, baştan çıkarma anlamına gelir. Türk Ceza Kanunu’nun 204. maddesinin gerekçesinde; “Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi yanıltıcı nitelikte olması gerekir. Başka bir deyişle, sahteliğin beş duyuyla anlaşılabilir olmaması gerekir. Özel bir incelemeye tabi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmek gerekir.”  ifadesine yer verilmiştir.

Madde gerekçesinde; “özel bir inceleme” ile kastedilenin ne olduğu açıklanmamış, aldatma kabiliyetinin olup olmadığının tespitini yapmakla yükümlü hakime, bu tespiti nasıl yapacağına ilişkin objektif kriterler sunmamıştır. İğfal kabiliyetinin tespitinde objektif ölçütler belirlemek; konunun kapsamının genişliği nedeniyle zor olsa da hakim, suçun oluşması için aranan temel unsur olan bu özelliği tespit etmekle yükümlüdür. Bu doğrultuda yargı kararları incelendiğinde, hakimin geniş bir takdir yetkisi kullandığı gözlemlenmektedir. Yargıtay kararlarında, hakimin aldatma kabiliyeti tespitinde objektif ölçütler gözönünde bulundurması gerektiği ifade edilmiştir; ancak aşağıda inceleneceği üzere, içtihat kararları ışığında bu objektif ölçütleri açık ve net bir şekilde belirtmek mümkün değildir.

Hakimin İğfal Kabiliyetini Tespit Yükümlülüğü

Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 20.03.2006 tarihli kararında; “Davanın öncelikli ve asıl bilirkişisi mahkeme Hakimi olup suça konu nüfus cüzdanındaki sahteciliğin kandırıcılık yeteneği bulunup bulunmadığı gözlemlenip karar yerinde tartışılmadan; hükme dayanak yapılan Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı'nın 20.03.2002 tarih 191 sayılı raporunda, belge üzerinde basılı olan soğuk mühür izinin mevcut fotoğraf üzerinde bulunmadığının belirtildiği de gözetilmeden, eksik inceleme ile hüküm kurulması” hatalı bulunmuştur[1].

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.06.2011 tarihli kararında; “Sahteciliğe konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle yargılamayı yürüten mahkemeye aittir. Hakim olayın çıkış, oluş ve akışını, düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alarak, sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamayacağını bizzat saptamalı ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği olup olmadığını takdir ve tespit etmelidir.

Mahkemece, suçun konusunu oluşturan belge aslı getirtilerek resmi belgede bulunması gereken başlık, sayı, tarih, imza, mühür gibi zorunlu öğelerin incelenmesi, nesnel olarak aldatma gücü olup olmadığının saptanması, duraksama halinde ise; mahkemeye yardımcı olma ve aydınlatma bakımından konusunda uzman bilirkişinin görüşüne başvurulmasında zorunluluk vardır.” ifadesine yer verilmiştir[2].

Yukarıdaki kararlar incelendiğinde, iğfal kabiliyetinin tespitinde hakim takdirinin esas alındığı gözlemlenmektedir. Hakim, somut olay akışını bizzat araştırarak sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamayacağını saptamakla yükümlü kişidir. Hakimin bu yükümlülüğünü yerine getirirken, somut olay akışını hangi kriterlere göre değerlendirmesi gerektiği Kanunda ve yukarıda yer verilen Yargıtay kararlarında açıklanmamıştır. Kararlarda yer verilen “kolaylıkla anlaşılmak” ibaresi ile kastedilenin tam olarak ne olduğu anlaşılamamaktadır.

Yüksek Mahkeme; olay akışında belgenin fiziksel özelliklerinin, içeriğinin, belgeyle muhatap olan kişinin belgeyi kontrol ediş şeklinin, bu kişinin unvanının, hangi ölçütlere ve/veya önem sırasına göre değerlendirileceği konusunda net bir görüş ortaya koymamıştır. Bu durum; her somut olayın bir bütün olarak kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmekle beraber, aldatma kabiliyetinin tespitinin nasıl olacağı konusunda hukuki bir öngörülemezliğe yol açmaktadır.

I- İğfal kabiliyeti Tespitinde Bilirkişi İncelemesi

Yargıtay; “aldatma gücü” kavramının değişken ve göreceli olmasını dikkate alarak, tahrifat konusunda doğabilecek tereddütlerin giderilmesinde mahkemeye yardımcı olma ve aydınlatma bakımından, konusunda uzman kişinin görüşüne de başvurulabileceğini belirtmiştir[3].

Yargıtay 21. Ceza Dairesi’nin 14.10.2015 tarihli kararında; “suça konu sürücü belgesindeki fotoğrafın sanığa ait olmaması nedeniyle gösterildiği anda polis memurlarının belgenin sahteliğini anlamış olmalarının tek başına belgenin aldatma yeteneğine sahip bulunmadığını göstermeyeceği, Kriminal Polis Laboratuvarının ekspertiz raporunda, suça konu belgenin tamamen sahte düzenlendiğinin ve iğfal kabiliyetini haiz olduğunun belirtilmesi karşısında, belgede sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdiri hakime ait olduğu cihetle, mahkumiyet hükmünün konusunu oluşturan emanette kayıtlı suça konu sahte sürücü belgesi celp edilip incelenmek suretiyle özelliklerinin duruşma tutanağına yazılması, iğfal kabiliyetinin bulunup bulunmadığının karar yerinde tartışılması ve belge aslının denetime olanak verecek şekilde dosya içine konulması gerektiği gözetilmeden karar verilmesi” hatalı bulunmuştur[4].

Her ne kadar iğfal kabiliyetinin oluşup oluşmadığının takdiri ve değerlendirilmesi bizzat mahkeme hakimine ait olsa da; hakim, belgede aldatma kabiliyetinin tespiti için çoğu olayda bilirkişi görüşü almakta ve kararını bilirkişi raporunu inceledikten sonra vermektedir. Yargıtay 21. Ceza Dairesi’nin 14.10.2015 sayılı kararında, belgenin sahteliği polis tarafından derhal tespit edilmiş olması direk olarak iğfal kabiliyetinin varlığı sonucuna ulaşmaya yeterli görülmemiştir. İğfal kabiliyetinin tespiti açısından olay yerinde belgeyi kontrol eden yetkili kişinin tespitinden ziyade, bilirkişi raporu dikkate alınmıştır. Yukarıda belirtilen kararlar doğrultusunda; bilirkişi incelemesinin, somut olayda belgeyi kontrol eden kişinin aldanıp aldanmamasına göre daha öncelikli bir ölçüt olduğu sonucuna varılabilir.

II- Sahteciliğin Olağan (Normal Basit) Kontrol Sırasında Fark Edilebilirliği

Uygulamaya baktığımızda; sahte olarak düzenlenmiş belge ile muhatap olan kişi, belgenin sahte olduğunu ilk bakışta anlamasa bile, belgenin aldatma kabiliyetinin olduğunu söylemek mümkün olmamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.1989 tarihli kararında; “Açıklanan şu hale ve sanığın sözü edilen parayı edinmesinin düzenlediği belgelerin aldatıcı nitelikte olmalarından ileri gelmeyip, saymanlık görevlilerinin görevlerini savsayıp bordrolardaki dikey toplamları kontrol etmemelerinden kaynaklandığına ve sanığın yaptığı sahte işlemlerin saymanlıkça yapılacak olan basit bir kontrolle kolayca ve kesin bir biçimde meydana çıkacağından, suça konu olan maaş bordrolarında aldatıcılık yeteneği” olmadığına hükmedilmiştir[5].

Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 14.02.2008 tarihli kararında; “toplam 17 adet tapu senedini "siciline uygundur" şerhi ile imzalayıp Ali A.'nun mirasçılarına verdiği, mirasçılardan Hafize K.'nın doğrudan gelir desteği almak için anılan belgeleri Tarım Müdürlüğüne ibraz ettiği ancak bu kurumda Tarım Bakanlığınca oluşturulan çiftçi kayıt sistemi nedeniyle suça konu tapu senetlerinin gerçeği yansıtmadığının hemen tespit edilip olayın ihbar edildiği anlaşılmış, mahkemece de oluşu bu şekilde kabul edilen olayda tapu kütüğünün aslında sahtecilik yapılmamış olması, tapu sicilinin aleni bulunması, müracaat durumunda gerçek kayıtlara her zaman ulaşılabilmesi nedeni ile suça konu tapu senetlerinin aldatma yeteneğinin mevcut olmadığı nazara alınarak sanığın resmi evrakta sahtecilik suçundan beraatı yerine yazılı gerekçelerle mahkumiyetine karar verilmesi” yerinde bulunmamıştır[6].

Yukarıda yer verilen iki karar incelendiğinde; belgeyi kontrol etmekle yükümlü makamların sahteliği fark edememelerinin nedeni, belgelerin aldatma kabiliyetini haiz olması yerine, görevlilerin dikkatsizliğine bağlanmıştır. Bu kararlara göre somut olayda belgeyi kontrol etmekle yükümlü kişinin aldanıp aldanmaması; bu kişinin dikkatsiz, özensiz veya ihmali davranma ihtimali gözönünde bulundurularak, iğfal kabiliyetinin tespitinde temel ölçüt sayılamayacağına karar verilmiştir.

Bu kararlarda dikkat çekici bir başka husus ise; Yargıtay, belgelerde yer alan sahteliğin sadece beş duyu organı ile algılaması gerektiğine yönelik bir şart öngörmemiş, ilgili makamın yapacağı basit ve teknik bir kontrolün de iğfal kabiliyetinin mevcut olup olmadığı tespitine ölçüt olarak alınabileceğini belirtmiştir.

 Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 22.03.2012 tarihli kararında; “suça konu sürücü belgesiyle araç kullandığı zamanlarda birkaç kez belgeyi gösterdiğini ve polislerin de belgenin sahteliğini anlayamadıklarını belirtmesi karşısında; mahkemenin sürücü belgesinin aldatma yeteneğinin bulunduğu hususundaki kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir” sonucuna varmıştır[7]. Ancak aynı Ceza Dairesi 12.11.2008 tarihli kararında; “Sanığın sahte pasaport düzenleyerek yurt dışına çıktığından bahisle açılan kamu davasında; suça konu pasaport aslı ele geçirilemediğinden, incelenerek üzerinde tahrifat yapılıp yapılmadığı, yapılmışsa aldatıcı nitelikte olup olmadığı saptanmadığına göre, görevli kontrol memurlarının bu pasaportla işlem yapmalarının belgeye geçerlik kazandırmayacağı ve iğfal kabiliyetinin kabulüne yeterli sayılamayacağı gözetilerek” ifadesine yer vermiş, belgenin somut olayda belgeyi kontrol etmekle görevli kişiyi aldatmasını iğfal kabiliyetinin varlığı için yeterli görmemiştir[8].

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin vermiş olduğu bu iki karar birbiri ile çelişmektedir. 2008 yılında kontrol memurlarının sahte bir pasaporta göre işlem yapmaları, iğfal kabiliyetinin kabulüne yer vermezken, 2012 yılında sahte bir sürücü belgesinin birkaç polisi aldatması iğfal kabiliyetinin kabulüne yeterli sayılmıştır. Ancak bu son kararda, sahte belge üzerinde inceleme yapılıp yapılmadığı ve sahte belgenin ele geçirilip geçirilmediği anlaşılamamaktadır. Karara göre; sahte belge elde olmasa bile, bu belge kullanılarak memur aldatılmış ve bu aldatmada da iğfal kabiliyetinin varlığı yeterli görülmekte ise, sahtecilik suçunun maddi unsurunun gerçekleştiği kabul edilmektedir. Esasında sahtecilik suçunun maddi unsuru içinde yer alan “iğfal kabiliyeti”, belge üzerinden ve o an kullanılan belgenin muhatabını aldatma yeteneğine ve somut olayın özelliklerine göre imkanına sahip olup olamadığı ile ilgili bir konudur.

Peki; somut olayda suça konu sahte ehliyet birden fazla değil de sadece bir polisi aldatmış olsaydı, Yüksek Mahkeme ilgili makamın dikkatsizliği, özensizliğini veya ihmalkarlığı hususunu mu gündeme getirecekti? Çünkü iki olayı birbirinden ayıran tek husus, birinci kararda belgeyle muhatap kişi sayısının fazlalığıdır. Olayda birden fazla polisin aldanması belgenin iğfal kabiliyetini haiz olduğu tespitine yol açarken, pasaportu kontrol etmekle bir görevli memurun belgenin sahte olduğunu anlamamasında, bu memurun dikkatsiz davrandığından hareketle, belgenin iğfal kabiliyetine sahip olmadığı kabul edilmiştir. Buna göre; sahte belge ile muhatap olan bir tek kişinin aldanıp aldanmaması, iğfal kabiliyetinin varlığının tespitinde yeterli görülmemiştir.

Yargıtay Ceza Genel Dairesi’nin 09.10.2012 tarihli kararında; “Sanık Ali'nin, eşine ait pasaportu inceleme dışı sanık Hayriye'ye kullandırmak suretiyle Hayriye ve üç çocuğunun yurt dışına çıkışını sağladığı, Berlin Tegel Havalimanı’nda yapılan kontrolde Alman görevlileri tarafından sahte olduğu tespit edilen pasaporta el konularak Türkiye'ye yalnızca sınırdışı işlemlerine ilişkin kayıtların gönderildiği anlaşılan somut olayda, sanık tarafından H. ile çocuklarının yurt dışına çıkmasını sağlamak için Gaziantep Havalimanı görevlilerine gösterilen ve çıkış işlemlerinde kullanılan pasaportun aldatma yeteneğinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmesi amacıyla, Alman yetkilileri tarafından sahte olduğu ilk kontrollerde belirlenen ve el konulan suç konusu belgenin getirtilerek incelenmesi, öncelikle aldatma yeteneği bulunup bulunmadığının mahkemece belirlenmesi, duraksama halinde bu yönde uzman bilirkişiden rapor alınması ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik araştırma ile resmi belgede sahtecilik suçundan mahkûmiyet kararı verilmesinde isabet bulunmamaktadır. Bu itibarla, aldatma yeteneği olup olmadığının belirlenmesine yönelik olarak sahtecilik suçuna konu olan belgenin getirtilip incelenmesi gerektiğinden, sahtecilik suçundan mahkumiyete ilişkin yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına” karar vererek, somut olayda belgenin kişiyi aldatıp aldatmamasını önemli bir ölçüt sayılmayacağını vurgulamıştır[9].

 Yukarıda belirtilen kararlar doğrultusunda, belge aslının fiziki incelemesinin iğfal kabiliyetinin tespitinde mahkemenin birincil ölçütü olduğu sonucuna ulaşılabilmektedir. Belgenin fiziki özellikleri, somut olaydaki kişinin aldanıp aldanmamasından bağımsız olarak incelemeye tabi tutulmaktadır. Belgeyi kontrol eden kişinin aldanıp aldanmaması ise, ancak bu incelemeden sonra ikincil nitelikte bir ölçüt olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada, yargı kararlarının belge ile muhatap kişinin unvanını dahi dikkate almadığı gözlemlenmektedir. Şöyle ki; belgeyi kontrol eden kişinin bu belgeyi kontrol etmekle yükümlü bir makam olması ve aldanması, tek başına iğfal kabiliyetinin olduğu tespitine esas teşkil etmemektedir.

Somut olayda belgenin kişiyi aldatıp aldatmamasının Yargıtay tarafından kayda değer bir ölçüt olarak sayılmaması, konusu aldatmak olan ve suçun temel unsurunu oluşturan iğfal kabiliyetinin tespitinde öngörülemez ve belirsiz bir içtihat oluşumuna yol açması kaçınılmaz olacaktır. Belgenin somut olaydan bağımsız olarak fiziki olarak incelemeye tabi tutulması, suçun oluşup oluşmadığına ilişkin yapılan araştırmada maddi vakıadan uzaklaşmaya yol açacaktır. Bu durum; sahtecilik suçlarında bilirkişilerin görev kapsamlarının da sadece belgenin fiziki özelliklerini incelemek olmayıp, muhatap kişinin dikkatsizlik, özensizlik veya ihmalkarlığının da tespitini yapacakları anlamına gelmektedir.

III- Sahteciliğin GBT Sorgulaması Sırasında Tespiti

Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere; bir olayda suça konu belgenin, belgeyi kontrol etmekle yükümlü kişileri aldatıp aldatmaması esas alınırken, başka bir olayda bu durum görevlilerin dikkatsiz ve özensiz davranma riski nedeniyle dikkate alınmamıştır. Bu çelişki, belgeyi kontrol eden görevlinin somut olayda dikkatsiz davranıp davranmadığının tespitinin nasıl yapılacağı sorusunu da gündeme getirmektedir.

Örneğin, kimlik kontrolü yapan polis, bilgisayar üzerinden yaptığı sorgulamada kişinin kimliğinin sahte olduğunu derhal anlıyorsa belgenin iğfal kabiliyeti haiz sayılabilir mi? İğfal kabiliyeti için inceleme yapan kişinin, belgenin sahteliğini beş duyu organı ile o an anlayabilmesi mi gerekir, yoksa örneğin kimlik sorgulamada olduğu gibi, rutin ve teknik incelemeleri yaptığında anlarsa, yine belgenin iğfal kabiliyeti olduğu mu kabul edilir?

Yukarıda belirtilen Yargıtay kararlarından hareketle; belgede sahteciliğin beş duyu organı ile anlaşılmasının bir zorunluluk olmadığı, basit ve normal bir kontrol sonucu sahte olduğu anlaşılan belgenin iğfal kabiliyetinin haiz olmayacağı sonucuna vardık.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.11.2002 tarihli kararına göre; “Bilgi Toplama Yönergesine göre, adli soruşturma nedeniyle yakalanan kişilerin aranan kişilerden olup olmadıklarının araştırılması da bu hususta ayrıca ve özellikle bir emir verilmesini gerektirmeyen, rutin olarak yapılması gereken işlemlerdendir”. Kolluk kuvvetleri, bir soruşturma aşamasında rutin bir işlem olarak genel bilgi toplama programında sorgulama yapmaktadır. Kolluk kuvvetlerinin bu sorgulamayı yapmadan, hakkında arama kararı bulunan bir kişinin serbest kalmasına sebep olması halinde “görevi ihmal” suçunu işlemiş olacağı kabul edilmektedir[10].

Adli soruşturma kapsamında basit ve rutin bir kontrol olarak nitelendirilebilecek olan “Genel Bilgi Toplama” (GBT) uygulaması günlük hayatta yaygın ve sık bir şekilde yapılmaktadır. Kolluk kuvvetleri; havalimanlarında, şehir meydanlarında, toplu taşıma araçlarında, yollarda gelip geçen kişiler hakkında ve kişilerin kimlik belgeleri üzerinden genel bilgi toplama programından kimlik kontrolü yapmaktadır.

 Polis memurunun bir cihaz üzerinden yaptığı bu kontrolde belgenin sahte olduğunu derhal tespit etmesi durumunda iğfal kabiliyetinin mevcut olup olmadığı sorusunu cevap vermek için öncelikle; kimlik kontrolünde GBT sorgulamasının basit ve normal bir kontrol olarak nitelendirilip nitelendirilemeyeceği sorusunu yanıtlamak gerekir. Günümüzde GBT sorgulaması, kolluk kuvvetlerinin akıllı cep telefonlarına indirdikleri bir programla dahi gerçekleştirebildikleri bir uygulama haline gelmiştir; ancak önleyici görevleri kapsamında rutin olarak başvurdukları bir kontrol yolu da değildir.

Bununla birlikte; içtihat kararları dikkate alındığında, basit ve normal bir kontrolde sahte olduğu anlaşılacak olan belgenin iğfal kabiliyetini kesin olarak haiz görülemeyeceği sonucuna ulaşmak, Yargıtay’ın sabit ve normal bir kontrolle kast ettiğinin ne olduğunun aydınlatılmaması nedeniyle mümkün olmayacaktır. Hakim; maddi vakıaya konu belgenin iğfal kabiliyeti olup olmadığını araştıracak, bilirkişi incelemesine gönderilmesi durumunda uzman raporunu inceleyecek ve son olarak belgeyle muhatap kişinin dikkatsiz, özensiz veya ihmalkar davranıp davranmadığı gözetecektir. Hakimin; belgenin aldatma kabiliyetinin beş duyuyla algılanmaması durumunda, polisin GBT sorgulamasını adli soruşturma kapsamında basit ve normal bir kontrol olarak nitelendirdiği takdirde, geçmiş içtihat kararları ışığında iğfal kabiliyetinin haiz olmadığı sonucuna ulaşması yerinde olacaktır.

Ne yazık ki; yukarıda belirtilen kriterlerin önem sırası, somut olayın bütünlüğünün gözetilip gözetilmeyeceği, ilgili kişinin dikkatsiz ya da ihmalkar davranışının tespiti hususu yargı kararları ile yeterli ölçüde aydınlatılmadığı gibi, çelişkili kararların varlığı iğfal kabiliyetinin tespitine ilişkin öngörülemezlik sorununa yol açmıştır. Bizce; sahtecilik suçlarında, sahte olduğu iddia edilen belgenin elde edilmesi önemlidir, çünkü sahteliğin tespiti ve bu belgenin aldatıcılık yeteneğine sahip olup olmadığı, ancak belge üzerinde yapılacak inceleme ile anlaşılabilir. Bununla birlikte; her somut olayda, sahte olduğu iddia edilen belgenin, o somut olayda sahte belgeye muhatap olan kişiyi aldatma yeteneğine sahip olup olmadığı, yani belgenin muhatabı aldatma gücünün bulunup bulunmadığı, belgeye muhatap olan tarafından beş duyu organı veya sahip olduğu teknik imkanla yaptığı ve yapması gerektiği rutin incelemeye göre belgenin sahteliği anlaşılmakta veya anlaşılabilecekse, bu durumda sahtecilik suçunun maddi unsurunun içinde yer alan iğfal kabiliyetine o belgenin sahip olmadığı kabul edilmelidir.

Bir ölümlü veya yaralamalı trafik kazasında; basit taksirde failde olması gereken öngörebilmenin olmamasının, ona ait bir hata olduğu ve ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı, çünkü karar veren makamın incelediği dosyada basit taksir için aranan öngörülebilirliğin olduğunu tespit ettiği halde, fail için ceza sorumluluğu doğacağı kabul edilirken, aynı yöntemin sahte belgenin iğfal kabiliyetini haiz olup olmadığı bakımından yapılacak incelemede kullanılması mümkün olmayabilir. Sahte belge kullanmada esas olan, sahte belge ile muhatap olan kişinin o an yaptığı rutin inceleme ile aldatılıp aldatılmadığıdır ki, eğer muhatap rutin incelemesini yapmamış veya dikkatsiz davranmışsa, elbette bu durum sahte belgede iğfal kabiliyetinin olduğunu kanıtlamaya yeterli olmayacak ve karar veren makam iğfal kabiliyetinin olup olmadığına ayrıca bakacaktır. Bununla birlikte; kamu görevlisi muhatap olduğu belgede yaptığı rutin inceleme ile sahtelik tespiti yapmışsa, bu durumda karar merciinin ayrıca beş duyu organını kullanarak yaptığı incelemeden vardığı iğfal kabiliyetinin bulunduğuna dair sonuç da isabetli olmayacaktır.  

Yukarıda verilen örnekte; tamamen hayali bilgilerle hazırlanmış bir ehliyet belgesinin sahteliğinin, belgeyi kontrol etmekle yükümlü kamu görevlisinin adli soruşturma kapsamında yaptığı GBT sorgulamasında, derhal ortaya çıkması durumunda iğfal kabiliyetinin olmadığı sonucuna varmak aldatma unsurunun yokluğu nedeniyle yerinde olacaktır.

Yargıtay kararları ışığında, belgenin somut olayda muhatap olduğu kişiyi aldatmamasından ziyade bilirkişi tespitinin esas alınması, aldatmak fiilinin kendisiyle çelişmekte ve somut olay akışını inceleme esasına gölge düşürmektedir. Suça konu belge, somut olayda belgeyi incelemekle yükümlü olan kişiyi kandıramıyorsa, aldatma fiili gerçekleşmeyeceğinden, belgenin aldatma kabiliyetine haiz olduğu sonucuna da ulaşmak mümkün olmamalıdır. Belge maddi vakıada muhatap olduğu kişiyi aldatma kabiliyetine haiz değilse zaten iğfal yeteneğinden yoksun demektir. Bu durumda, suçun temel unsuru olan iğfal kabiliyetinin yokluğundan hareketle sahtecilik suçu da oluşmayacaktır.

Aldatıcılık özelliği her ne kadar sahtecilik suçunun temel unsuru olarak kabul edilse de, Yargıtay kararları aldatma yeteneğinin tespitinin nasıl yapılacağı sorusunu net olarak aydınlatmamıştır. Başkalarını aldatabilecek tarzda yapılmayan sahteciliğin suç oluşturmayacağı belirtilmiş olsa da, somut olayda belgenin muhatap kişiyi aldatmasının göz ardı edildiği yargı kararları, iğfal kabiliyeti tespitindeki kriterlerin nasıl ve ne şekilde ele alınacağı takdirini zorlaştırmaktadır.


[1] Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 20.03.2006 tarihli, 2004/7416 E. ve 2006/2647 K. sayılı kararı.

[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.06.2011 tarihli, 2011/5-4 E. ve 2011/136 K. sayılı kararı.

[3] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 01.04.2003 tarihli ve 6-12/76 sayılı kararı.

[4]Yargıtay 21. Ceza Dairesi’nin 14.10.2015 tarihli ve 2015/12983 E. sayılı kararı.

[5] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.1989 tarihli, 1989/161 E. ve 1989/226 K. sayılı kararı.

[6]  Yargıtay 5. Ceza Dairesi’nin 14.02.2008 tarihli, 2007/12693 E. ve 2008/920 K. sayılı kararı.

[7]  Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 22.02.2002 tarihli, 2009/2735 E. ve 2012/4074 K. sayılı kararı.

[8]  Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 12.11.2008 tarihli, 2007/7204 E. ve 2008/11740 K. sayılı kararı.

[9]  Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 09.10.2012 tarihli ve 2011/8-335 E. ve 2012/1804 K. sayılı kararı.

[10] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.11.2002 tarihli, 2002/4-255 E. ve 2002/383 K. sayılı kararı.