Avukatlık sözcüğünün eski Yunanda, üstün, ayrıcalıklı ve güzel konuşan anlamı ile “Advo-Catus” sözcüğünden dilimize ve diğer dillere yerleştiğini görüyoruz. Eski Yunan’da savunmanlar, sanıkların hür ve erkek olan dost ve akrabalarından seçiliyordu. Bunlar, sanığın yanında sanığa yardım eden, sanığın izahlarını tamamlayan kimselerdi. Bunlara “synagore” deniyordu.

Bir süre sonra taraflara evvelden savunma hazırlayan ve “legographes” adını alan yardımcılara rastlandı. Bunlar, mahkemede söylenecek sözleri, bir nutuk halinde yazıyor, ilgililere ücret mukabili veriyorlardı. İlgililer de bunları ezberleyerek hakim önünde tekrarlıyorlardı. İlgililerin iyi ezberleyememeleri, şaşırmaları, unutmaları karşısında bu kimseler mahkemelerde onların yanında bulunmaya başladılar. Bunların yazdığı dilekçeler davaya giriş niteliği taşıyordu ve tartışmalar bunların yazdıkları üzerinde yapılıyordu. 

Eski Yunan kaynaklarından günümüze kadar gelen savunma sanatının kalbi olan Avukatlık mesleğinin, güzel konuşma ve fikir yaratmadan çok daha fazlası olduğu açıktır. Dönemlere bakıldığında var olan hukuka hizmet etmesi ve adalet anlayışlarının çarpıklığından anlaşılmaktadır.

Hukuk devletinin üstünlüğünün kabulü ile evrenseli yakalamaya çalışan farklı kimliklere farklı ülkelerde, farklı adlara bürünerek ortaya çıkan Avukatlık mesleği Türk Hukuk tarihinde kısa bir geçmişe sahip olmasının yanında Cumhuriyet ile birlikte ciddiyetini ortaya koyarak gelişimini sürdürmüştür.

Avukatlık mesleği var olan hukukun üstünlüğünü aktarma çabası ile önemli bir manevi unsuru da dile getirmiştir. Mesleğin etiğini oluşturan dürüstlük anlayışı, saygınlığı, ve yargı içindeki yeriyle birlikte terazinin dengesini, geleceğe yansıması ve gelişimini sürdürmek için bireyler ve devlet adına kusursuz hizmet etmeyi amaçlamaktadır. Türk Hukuk tarihi içindeki yerine bakıldığında yargının içindeki yeriyle birlikte siyasi organlara ve hukukun işleyişine objektif olarak hizmet etmek için bazı haklarla da donatılmıştır.

-1-

Kanunda bahsi geçen hakların özünü oluşturan ‘’bağımsızlık’’ mesleğin gereği gibi ifa edilmesinde şüphesiz en önemli unsurdur. Mesleğin hukuk devleti ilkesi gereği ticari faaliyet kapsamında yer almaması, onu maddi yönden ayırması, soyut yönde manevi unsurları bakımından güven ilkesi ve sadakat yükümlülükleri ile sürmesini sağlamıştır. Mesleğin temel unsurlarını oluşturan çizgisi aşılmayarak mesleğe olan inanç ve sürdürülebilirlik sağlam bir zeminde yer edinecektir. Bütün bu unsurlar mesleğin saygınlığını koruması için dikkat edilmesi gereken unsurlardır.

“Hukuka, ahlaka, mesleğin onuruna ve kurallarına uygun davranacağıma namusum ve vicdanım üzerine andiçerim.” Avukatlık yemini ile birlikte bu unsurlar gözle görülür olmasa da yeni bir düzenleme ile birlikte hukuka yeni bir soluk kazandırılabilecek ve Savunma Hukukunun oluşturulması günümüz için artık gerekmektedir. Sokratesin insanları düşünmeye çağırması gibi siz değerli hukukçuları da bilişim çağının ihtiyaçları doğrultusunda mesleğin olmazsa olmazı savunma hakkının artık bir hukuk dalına dönüşmesi adına kazanımı geniş çaplı sunmak isterim.

Kaliteli hukukçuların yetişmesi Hukuk Fakültelerinde iyi bir eğitimin geniş bir zeminde dünya gündemini de takip edebilecek şekilde sağlanmasına bağlıdır. Meslek için gerekli sınavların oluşturulması adına eğitim modelinin değiştirilmesinin ve sınırlı olması gereken Hukuk Fakültesi sayısının yapılanma içindeki dağılımı ile sağlanabilecektir. 
Hukuk Fakültelerinde Avukatlık mesleği etiği, önemi ve oluşumu aktarılmadan topluma yeni Avukatların sunmasında var olan anlam toplumda alışa gelmiş tabirlerden uzaklaşamamaktadır.

Avukatlık mesleği Hukuk Fakültelerinin ders yönetmeliklerine seçmeli ders olarak dahi sunulmayarak mesleğinin gereği ve içeriğinin evrensel standartlarına uygulanabilitesi azalmaktadır. Bir yanda eğitim sisteminin teorik kısmı diğer yanda yaşayan hukuktaki öneminin yeterince kavratılamaması ne kadar da olsa mesleği kendi içinde kapalı kutu yapmıştır.

Dışarıdan varlığı görülebilir olsa da yer alması gereken noktada bulunmadığı için olması gereken yerde değildir. Asıl yer alması gereken anlam ve önem dağılımının adaletli olduğundan bahsetmek bu sebeple çokta mümkün değildir. Halbuki Hukuk fakültelerinden pek çok mezun kişinin basit bir oranlama ile % 80’inin Avukatlık mesleğini seçtiği açıktır. Bu yönü ile verilmesi gereken eğitim çok daha önem arz etmektedir. 

-2-

Eğitimden sonraki gelen iş hayatına yönelim ile Özel Hukuk, Kamu Hukukuna dair gelen davaların yürütülmesinde ortaya çıkan kamusal ilişkiler Avukat ile Hakimi, Hakim ile mahkemeyi, Mahkeme ile yargı arasındaki hukuki ilişkinin boyutuna önyargının oluşmaması ve kişisel kanaatlerle sübjektif bir farklılık göstermemesi tüm yargı organlarının birbirine dair gereken dikkat ve önemi vermesi gerekmektedir. Avukatların yetkilerinin her iki hukuk dalı kapsamına giren işlemlerde hukuk adına güçlendirilmesi gerekmektedir.

Hak ettiği yargı içindeki yerine kavuşamayan meslek adına tüm kamu hizmetini yürüten kişilerin bu yönünü sorgulaması da gerekmektedir. Bu sorumluluk birey, topluluklara atfetmek yanlış olacaktır, yapılması gerekenlerin bilişim çağına uygun düzenlemeyle maddeleşmesi gerektiği açıktır.

Hukukun varlığının sistem içinde uygulanmasının düz bir zeminde ilerlemesinden ziyade uygulanabilirliği ve pragmatik yönünü ortaya çıkarmaya yönelik olmalıdır. Uygulanmayan hukuk ve kavratılmayan eğitim sadece avukatlık mesleğinin şekillenmesini engellemeyip tüm kamu otoritesini görünür şekilde aksatıp yıpratacaktır. Yargı rejimi içinde varlığını salt bir şekilde sürdürerek eksik kalacaktır. Hukukun üstünlüğü adaleti sağlama çabası tam da bu seviyede olacaktır. 

Her meslekte olduğu gibi avukatlık mesleğinde diğer bir sonuç olan mesleğin gelir dağlımın da ortaya çıkan hususta bir avukatın bir davayı almak ve çözümlemek için harcadığı çabayı kendi adına ün yapmış bir avukattan daha çok daha az dava alması gelir dağılımındaki azlığın kişinin mesleğe olan düşüncede sorgulamaların ve şartların daha çok iyileştirilmesi de gerekmektedir. 

Avukatlık adına bir çok olumsuz imaj çizen yada önyargıda bulunan kişilerde bu mesleğe olan yaklaşımı sorgulatmaktadır. Mesleğin etiğine yakışmayana çok kötü bir tabir olsa da Avukatların yalancı oldukları, suçluyu suçsuzmuş gibi savunmaları gibi tabirler ortaya çıkmakta ise de bütünde bunun için insanlara her meslekte bir takım olumsuzlukların ortaya çıkabileceği açıktır.

Avukatlık mesleği adına bu gibi durumlar asla yakışmamakla birlikte bütün avukatlar adına kötü bir imaj çizmektedir. Bu şekilde bir imaj yaratılmaması adına mesleğin anlamının ve oluşumunun kavratılması ve bilinçlendirmeler yapılması oldukça önem arz eder. 

-3-

İyi Avukatın adamı ipten aldığına dair bir hikaye de vardır. Hikayenin yer kaplamaması adına yer vermeyeceğim bilinen odur ki ana fikri Avukat kanun boşluğunu yakalamıştır ve adamın hayatını kurtarmıştır. Şu kısım önemlidir. ‘’Olay, karar için yeniden Kraliçe’nin önüne gelir. Kraliçe, zekâsından dolayı avukatın iddiasını doğru bulur ve adamı affeder.

Bu olaydan sonra, ilgili kanun maddesi değiştirilerek “idam edilerek öldürülür” şeklinde yeniden düzenlenir.’’
Kraliçenin hukukuna baktığımızda kanunlara uygulayan bir anlayış hakimdir ki o dönem içinde bakıldığında idam aşamasına gelinmiş bir durumda ipten almak avukatın becerisinden ziyade hukukun uygulanmasını da dile getirmektedir. Görülüyor ki kraliçenin Hukuku adildir ve kraliçe hukukun üstünlüğünü kabul etmiştir. Bu durum hangi dönemde olursa olsun hukukun üstünlüğü kabul edilip uygulanırsa bugünde somut olmasa da pek çok kişi ipten alınacaktır.

Asıl önemle sunulmak istenilen tüm kamu otoritesini mesleğin gelecekteki yerini etkileyecek olan özüne inilmesi Savunma Hukukunun oluşturulması gerekmektedir. Avukatlık mesleği etkinliğini arttırmada kendini ‘’Savunma’’ sız bırakır ise varlık nedeni değer kaybedecektir.

Kendi kendini savunamayan bir kamu organının ciddiyetinin kavranılmayışı adaletin terazisinin dengesini değiştirecektir. Avukatlık mesleğinin içindeki gerçeği sunmadan, kavratmadan yapılabilecek bir meslek olduğuna ve etkinliğinin istenilen vaziyette gelişeceğine inancım azdır. Sokrates’in öğrencisi olan Platon tarafından yazılan Sokrates’in Savunmasından yola çıkarsak esas alınması gereken mahkemeye yönelttiği son sözleri oldukça önemli olduğunu düşünmekteyim.

‘’Sokrates, kendini suçlayanları haksız çıkardığı halde öldürülmüştür. Zehri Platon'un elinden içen Sokrates, bilgeliğini bilgisizliği ile açıklamış ve insanların bildikleri sandıkları şeyleri aslında bilmediklerini göstermiştir.’’ Savunma içinde esas alınması gerekenler bunu aktarmaktadır. Savunma makamı insanların bildiklerini sandıkları şeylerin öyle olmadığını, gerçeğin nasıl ortaya çıkarılması gerektiğini, durumu olması gerektiği kadar bildikleri ya da olanı çarpıtılarak bildiklerini göstermiştir. Çoğu savunma içinde karşıtları yok edebilecek halde iken adalet mekanizmasının işlemesi için bu makamın bir bütün olarak yaklaşılması düzeltebilecektir. 

-4-

"Ayrılma saati geldi, ve kendi yollarımıza gidiyoruz. Ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir. ‘’ der Sokrates kendini kusursuzca savunurken bunun geleceğe aktarılacağını şüphesiz biliyordu. Gözle görülmek istenmeyen haklılık ortaya çıkmıştı. Hukuku tanımayan, keyfilikle yöneten mahkemeyi, adaleti istediğince, istediğine dağıtan düzende olmak yerine savunmasını var olan hukuk anlayışının ona neyi uygulaması gerekiyorsa yapmasını beklemiştir.

Avukatlık mesleğini icra ettiğini bilmeyerek onu yargılayanları yüzyıllar sonra cezalandırmıştır. Zaman sokratesi haklı ve ölümsüz, yargılayanların suçlu bulmuştur. Avukatlık mesleği etkinliğini savunmanın artık bir hukuk dalına dönüşmesi ve aktarılan tüm faktörler içinde yapılanmasını gerektirmektedir.

(Okan Üniversitesi Hukuk Fakültesi - Tuğba TEZEL / Hukukihaber.net)