Onca yılın sonunda dünyalığını da yapmış, o sorunu ortadan kaldırmış. Bunca bilgi, birikim, küçük bir servet ve tecrübenin üzerine bir de o kadar mütevazi... Bir soru sorduğunuzda, yanıtını adı gibi bilmesine rağmen, ‘Yanılmıyorsam’ diye cümleye başlayacak kadar mütevazi, övgü kabul etmeyecek kadar doygun, bilgisini paylaşmaktan mutluluk duyacak kadar olgun. Torunu yaşındaki avukatla ‘meslektaşım, efendim’ diye konuşacak kadar kibar, ağır, kâmil. Yaşıtlarıyla bir araya geldiğinde yaptıkları espriler, şakaları görseniz; kendi ‘geyiğinizden’ tiksinirsiniz, öyle de kaliteli. Bu avukat şişinmeyi de şişineni de sevmiyor. Bu avukat, belki iki apartman boyu ceza dosyası bakmış olmasına rağmen; elinde sadece CMK dosyaları olduğu halde ‘Ben cezacıyım ya’ diye ortalıkta gezinen avukattan daha utangaç. Duruşmada veya kalemde nezaketi ve ağırbaşlılığı ile girdiği yere bir kalite katıyor. Ama bu avukat naif, nazik, en zor dosyanın altından kalkmasına rağmen ‘estağfurullah, görevimizi yaptık’ diyecek kadar nadide bir ‘parça’...
 
Hah, ‘iki saattir tanımadığımız etmediğimiz bir adama neden güzelleme yapıyorsun’ dediniz ya, işte onu açıklayacağım. Ben bir şeyi anlamıyorum. Aslında birçok şeyi anlamıyorum.

Güzel kardeşim, sevgili meslektaşım... Mesleğe yeni başlamışsın, hatta başlamamışsın, stajının bilmem kaçıncı ayındasın. Nedir bu üzerindeki kasılma hali? Neden yüzüne zorla bir ciddiyet kondurma gayreti içindesin? Gülümsediğin veya içinden geldiği gibi davrandığın zaman barodan atmayacaklar, merak etme.

Peki neden etrafa havalı bakışlar atarak geriliyorsun? Emin ol kimse senin o havalı bakışlarından etkilenmiyor. Veya neden senden başka herkes çok kötü ve bir tek sen iyiymişsin gibi hissetmeye çalışıyorsun? Neden ağzından hiç ‘bilmiyorum’ kelimesi çıkmıyor? Nasıl oluyor da her şeyi bilebiliyorsun? Her konuda fikir sahibi olmayı neye borçlusun? Hukuki bir konuda yanlış bir yaklaşım sergilediğinde ve bu yanlışın sana gösterildiğinde teşekkür etmek dururken neden yanlışını göstereni düşman belliyorsun? Daha duruşma salonunda nerede duracağını dahi karıştırırken, neden emekli yargıtay hakimiymiş gibi bir ruh haliyle geziniyorsun?

Veya sevgili meslektaşım, sen neden mükemmelsin? Her şeyi bilmek ve görmüş olmak seni yormuyor mu? Ne ara biriktirdin bunca acı tecrübeyi, ne ara edindin bunca meslek hastalığını? En zor ceza davalarına sen baktın, en olmaz miras davalarını sen çözdün, en ‘baba’ idari davaları tek kalemle sen hallettin.

Bunca başarıyı bu birkaç aylık meslek hayatına nasıl sığdırdın? Baronun CMK eğitimlerinde usta avukatların anlattığı ceza soruşturmasında başlarından geçen ilginç olayları sağda solda kendi başından geçmiş olaylar gibi anlatmaya seni zorlayan şey ne? Devamlı takım elbise giyen, takım elbise giymediğinde ölecekmiş gibi hisseden, yıllarını takım elbise içinde geçirmiş biriymiş gibi pozlar verirken, ceketinin sökmeyi unuttuğun etiketi görünüyor, farkında değil misin? Birkaç dakika önce adliye önünde annesiyle telefonda konuşan stajyer çocuk, adliyeye girdiğinde ne ara Adalet Komisyonu Başkanı’na dönüşüyor, ben gerçekten anlamıyorum...

Hatta, daha üniversite sıralarında kendisine ‘hakim bey’ denmesini isteyen ruh hali neyin eseri? Bilmiyor olmaktan utanmak yerine öğrenmeye çalışmak gibi cancağız duygulara ne oldu? Üzerine giymeye çalıştığın bu eğreti şey de ne öyle? Nasıl da yakışmıyor sana görmüyor musun? İçten bir günaydın demek yerine içtihat okur gibi selamlaşmanın neresi sıcak? Kaşının birinin devamlı kalkık olması fiziksel bir soruna işaret olmalı, yoksa bir insan neden her zaman bu kadar sinirli olsun ki?

Gündelik hayatında, mahallede, ailenin evinde de bu şekilde mi davranıyorsun? Mahalledekiler, ‘Bu avukat olunca havalanmış’ demiyor mu? Ya da yemekten sonra bir bardak su isteyen babana, ‘Üstad, biz avukatlar biliyorsunuz şimdiye kadar köle kullanmadık ancak efendilerimiz de olmadı... Suyunu kendin al, kusura bakma’ falan mı diyorsun?

Stajının birinci ayında baro başkanlığını ne zaman kazanacağını düşünüyor olmak seni hiç yormuyor mu? Düne kadar öğrenci evinde salçalı makarna yediğin ev arkadaşınla bir araya geldiğinde sanki yıllardır o duvarları nemden dökülen evde değil de Birmingham Sarayı’nda teşrik-i mesai içindeymişsiniz gibi konuşmak sana da saçma gelmiyor mu? İçinden geldiği gibi davranmanın neresi kötü bana söyler misin? Bu üzerinde bol duran, her hali sırıtan halleriniz gören dikkatli gözleri bile bu kadar yorarken, siz nasıl dayanıyorsunuz? Ruhunuza protein tozu mu yediriyorsunuz? Ne kadar güçlüsünüz...
 
Stajdayken çok güzel bir yılbaşı kutlaması yapmıştık. Böyle kafada şapkalar, ağızda düdükler, gırgır şamata bir yılbaşı... Fili fili öttürdüğüm düdüğü de yılbaşı hatırası diye paltomun iç cebine koymuştum. Birkaç gün sonra binbir havayla staj yaptığım mahkeme kalemine imza atmak için girdim. Ama halimi bir görseniz, direkt Tatar Ramazan... Kaşın biri yukarıda, atkılar artistik bir şekilde atılmış, sanki ben olmasam Türk hukuk sistemi çökecekmiş gibi bir kasılma, bir hava... O çalımla kaleme girip imza atacağım staj kağıdına eğildim, iç cebimden aşırı havalı kalemimi çıkarayım derken... Evet, kalem diye yılbaşından kalma o fili fili öten düdüğü çıkardım. Az önceki artiz nereye gitti? Elde düdük, tavşan gibi karşıdaki memura bakar halde kaldım.

Zaten o aşırı ciddilikler, havalar falan üzerime oturmuyordu. Memurun kalemini aldım, imzamı attım, düdüğü öttürdüm, kalemden çıktım. Evet, o düdüğü öttürünce üzerime dökülen o saçma beton kalıp kırılıverdi. Oh be. Eğer siz de üzerinize bir şekilde yapışmış gereksiz kasıntıdan rahatsızsanız bir düdük alın. Öttürün, rahatlayın.
 
Rahat olalım arkadaşlar. Evet, etraf, ‘sen artık avukat oldun, biraz ağır ol, şu öğrencilikten sıyrıl’ diye sizi bir şekle sokmak istiyor olabilir. Ancak bu, sizin Bizimkiler dizisindeki Nazan gibi devamlı kasım kasım kasılarak gezmeniz sonucunu doğurmamalı bence... Hoş, yine kendiniz bilirsiniz elbette ama dışarıdan epey komik görünüyor... Veya elbirliği ile o nazik, narin, naif, mütevazi, kalender ve derya deniz avukatları izleyelim, imkan bulursak konuşalım, bir şeyler öğrenelim... O kadar az kaldılar ki... Bilgi arttıkça mütevaziliğin de artması gerekiyor... Bizde her şey yine tersine ilerliyor... En olmadı, yılbaşı düdüğü vereyim. İnsan öttürünce bir rahatlıyor...

ERDEM OKTAR / AVUKADOS


Kaynak: https://www.avukados.com/single-post/2017/04/11/Bizimkiler-Nazan