Doç. Dr. Uğur Yiğit (Hakim) yazdı;

Yargı sisteminin bir unsuru olmaktan ziyade siyasi güç mücadelesinin bir aracı olarak kurgulanan istinaf mahkemelerinin 20 Haziranda faaliyete geçeceği Adalet Bakanlığı'nca ilan edildi. Edildi edilmesine ancak gerek adliyelerde gerekse sosyal medya ortamlarında hâkim, savcı ve avukatlar istinaf mahkemelerinin ölü doğmakla kalmayıp, ilk derece mahkemelerini de çökerteceğine ilişkin ciddi uyarı ve itirazlarını dile getiriyor. Bakanlık ise tereddütleri giderecek, kamuoyunu rahatlatacak bilgilendirme yapma yerine duymazlıktan gelmeyi tercih ediyor.

Bakanlığa yöneltilen eleştiriler; -mahkemelerin faaliyetle birlikte doğacak muhtemel olumsuz “sonuçlar” ile -bakanlığın anlamsız görünen inadının arkasındaki “nedenlere” yönelik olmak üzere iki başlıkta toplanıyor.

Muhtemel sonuçlara yönelik tenkitler oldukça karamsar. İstinafların planlanan sayı ve kadro ile faaliyete geçirilmesi durumunda ölü doğacağına kesin gözüyle bakılması yanında, olası etkilerinin ilk derece mahkemelerine yansıyarak, bu mahkemeleri batak haline getireceği yönünde.
İkinci olarak dikkat çekilen husus ise mahkemelerin faaliyete geçirilmesindeki inat ve ısrarın nedenlerine diğer bir deyişle Adalet Bakanlığı'nın “amaç ve niyetlerine” dair. Bu çerçevede Bakanlığın istinaf mahkemeleriyle gündemi değiştirmeyi amaçladığı ifade ediliyor.

Daha açık söylemek gerekirse; başta Cumhurbaşkanı, Başbakan olmak üzere diğer siyasilerin beyan ve açıklamalarına göre yargıda vahamet arzedecek nitelikte PKK’dan daha tehlikeli bir Cemaat (ya da Paralel Devlet Yapılanması) var. Ayrıca Hükümet yetkilileri, bu yapılanmanın sadece örgüt olarak potansiyel bir tehdit seviyesinde kalmadığını, harekete geçtiğini, darbeye teşebbüsten TSK’ya kumpasa kadar TCK’daki en ağır suçların faili olduğunu ifade etmiş, Seçim Beyannameleri, Hükümet Programı gibi resmi belgelere yazmış, bununla da yetinmeyerek MGK’da devletin ve milletin varlığını tehdit ettiği için mücadele edilmesi gerekenler listesine almış. Yani yargı gündeminin bir numaralı maddesi resmen Cemaat ilan edilmiş olmasına rağmen Bakanlığın görmezden gelen tavrının özellikle 1 Kasım seçimlerinden sonra gündem değiştirmeye döndüğü yönünde eleştiriler mevcut. Seçim sonuçlarına bağlı olarak tüm dikkatlerin paralel devlet yapılanmasına döndüğü bir esnada Bakanlığın, istinaf mahkemelerini gündeme getirerek bütün dikkatlerin başka yöne çevrilmesinde bilinçli bir tercih ve tavır içerisinde olduğunun altı çiziliyor.

YARGI SİYASİ MÜCADELE ALANINA DÖNÜYOR

İstinaf mahkemeleri bünyesinde bir örgütü ve onun tehdidini barındırmayan sağlıklı yargı düzenine sahip ülkelerde bile ciddi handikapları ve sorunları beraberinde getirecek "reform" niteliğinde bir düzenleme olmasına karşın, siyasi iradenin işaret ettiği Cemaat sorunu çözülmeden diğer bir ifade ile ortada yatan cenazeyi kaldırmadan böyle bir yola girilmesi, bürokrasinin, (siyasi iradenin paralel devlet yapılanması ile mücadele direktifini, doğrudan ve açıktan ret edemeyeceği için) siyasilere yönelik manevrası olarak nitelendiriliyor. İstinaf manevrasıyla yargıda öncelik sırası ve gündemin değiştirilmek istendiği yorumları yapılıyor. Ancak bu noktada eleştiriler sadece bürokrasiyle sınırlı değil, Yargıda Birlik Platformu da bundan nasibini alıyor. Her iki aktörün Cemaat'le mücadele ederek risk almak yerine, mevcut konumlarını ve ikbal beklentilerini koruma, garanti altına alma adına böyle davrandıkları söyleniyor. Bu iddialara delil olarak da 2014 HSYK seçimlerinden bu yana yapılan (daha doğrusu yapılmayan) faaliyetlerin bilançosu gösteriliyor.

Yargı bürokrasinin siyasetle dansı ve yargı içerisindeki güç mücadelesine dair yargı aktörlerinin itiraz ve iddialarının doğru olabileceğine dair emareleri istinaf mahkemeleri kanununun yürürlüğe girdiği 1 Haziran 2015 tarihinden bugüne kadar geçen sürede Yargıtay ve Adalet Bakanlığı'nın sergilediği tavırlarından çıkarabiliyoruz. Kısaca hatırlamak bugünü anlamak açısından faydalı olacaktır. Bunun için milat alınacak tarih HSYK’nın Kemalistlerin elinden Cemaatin eline geçtiği 2010 yılıdır.

2010 Referandumu öncesinde Adalet Bakanlığı istinaf mahkemelerin çalışmaya başlamasını ve Yargıtay’ın üye sayısının azaltılmasını savunuyordu. Nitekim bu amaç doğrultusunda 2008 yılında hazırladığı Yargıtay Yasa Tasarısı’nda, üye sayısının 250’den 150’ye düşürmeyi planlıyordu. Yargıtay ise istinafa karşı çıkıyor, Yargıtay’ın üye sayısının artırılmasını istiyordu. Bu çerçevede dönemin Yargıtay Başkanı, Adalet Bakanlığına yazdığı 25 Nisan 2008 tarihli yazısında, Yargıtay daire ve üye sayısının çok acil arttırılması talebinde bulunuyordu.

2010 sonrası HSYK el değiştirdiği için Bakanlık ve Yargıtay önceki söylediklerini unutup, aksi görüşü savunmaya başladı. Bu sefer Yeni HSYK ve Adalet Bakanlığı iş yükünü bahane ederek, Yargıtay ve Danıştay’daki daire ve üye sayısının artırılmasını gündeme getiriyordu. Yargıtay Başkanı ise, bu defa daha önceki düşüncesinin tam aksini savunuyordu. Bakanlığın hazırlamış olduğu tasarıyı; “geçmişte de bu yapıldı. Daire sayısı arta arta 32 daireye yükseldi. Üye sayısı 250’ye yükseldi. Dünyanın hiçbir yerinde de bu kadar geniş kapsamlı yüksek mahkeme de yok aslında” diyerek, iş yükünün daire artırımıyla çözülmesinin mümkün olmadığını savunarak karşı çıkıyordu. Devamla, daire sayısının artırılmasının sorunu kökünden çözecek bir tedbir olmadığını belirterek, “İstinaf Mahkemelerinin bir an önce yürürlüğe sokulması gerektiğini” söylüyordu.

Süreç içerisinde görüldüğü üzere, bir mahkemenin kurulması ve faaliyete geçmesinde temel neden adalet hizmetlerinin sağlıklı ve verimli yürütülmesi, halkın talep ve ihtiyaçları olmamıştır. Bu itibarla, 1 Kasım 2015 seçimlerinden bir hafta sonra Adalet Bakanlığı'nın yaptığı istinaf hamlesinde şaşılacak bir yan yoktur.

ASIL NİYET NE?

Adalet Bakanlığı bürokrasisi siyasi iradenin kendisine verdiği görevleri yerine getirerek bir risk almak istemeyebilir, neticede bu durum siyasi iradeyi ilgilendiren bir sorundur. Ancak bizim itirazımızı gerektiren husus, bürokrasinin siyasi iradenin direktiflerini yerine getirmekten imtina etmek üzere -ağır aksakta olsa işleyen adalet sistemimin tamamen dibe vurmasına yol açacak- yöntemlere başvurması, istinafı bir manevra veya kamuflaj olarak kullanma niyetidir. Böyle bir niyetleri varsa da, yargıya ve ülkeye zarar vermeme adına vazgeçmeli yerine başka metotlar bulmalıdır. Zira süreç sonunda bürokrasi kendini kurtarabilir, fakat oluşacak enkazın altında kalan, başta büyük fedakârlıkla çalışan kürsü hâkim, savcı ve avukatlar ile halk olacaktır. Bunun faturasını, hâkim ve savcılar 2018 seçimlerinde YBP HSYK’sına, halk da hükümete kesecektir.

Hükümet, Bakanlık, YBP ve Cemaat'in birbirlerine ne söyledikleri/yaptıkları ya da yapmadıkları bizim ilgi alanımız dışındadır. Eğer varsa kavgalarını, güç mücadelelerini yargıya zarar vermeden yapmalıdırlar.

Eleştirileri bir kenara bırakarak Bakanlığın istinaf mahkemeleri projesinde gerçekten samimi olduğunu, başka amaç ve niyetlerini olduğunu kabul ederek istinaf mahkemelerinin sağlıklı bir şekilde en az sorunla hayata geçirilmesi için şu öneride bulunuyorum.

Normal bir yargı düzeninde dava dosyalarının %25-35’i istinafa, buradan da %3-4’ü temyize gitmekte, bu oranlara bağlı olarak istinaf ve temiz mahkemelerinin üye sayıları belirlenmektedir. Ülkemize gelince Bakanlık yetkililerinin yaptıkları projeksiyona göre istinafın faaliyete geçmesiyle birlikte Yargıtay'a gelen dosya sayısının %92 oranında azalacağı öngörülmektedir.

Bu arada şu hususu vurgulamakta fayda vardır. AHİM, bir ülke istinaf yolunu kabul etmişse, bir kısım insanları bundan mahrum edemez, böyle bir durum hak ihlalidir demektedir. Dolayısıyla istinaf yolu açıldığında Yargıtay’daki dosyalar orada kalsın denemez, hak ihlali gündeme gelir. Bu nedenlerle; yapılacak bir yasal düzenleme ile Yargıtay’daki bütün dosyaların istinaf mahkemelerine gönderilmesi gerekir.

Yargıtay'ın iş yükünün azalacağı ve bütün dosyaların sıfırlanacağı dikkate alınarak üye sayısına ilişkin kadronun (Yargıtay Başkanlığı, Başsavcılığı, YSK ve HSYK üyelikleri dikkate alınarak ) 80’e düşürülmesi, Kanun yürürlüğe girdiğinde yaş ve süre gibi objektif kriterler konularak kalacak 80 kişinin HSYK tarafından belirlenmesi, bunlar dışındaki üyelerin görevlerinin sona erdirilmesi, (Not: "Yargıtaydaki 140-160 civarındaki Cemaatçiyi yollayacağız" diyerek üretilen ve hukuku mizah konusu zihni sinir projelerinden zinhar uzak durulmalıdır. Hukuk ve yargı düzenimizin yeteri kadar çivisi çıkmış durumda, daha da kanırtmaya gerek yoktur) Üyeler yanında tetkik hâkimliği ve Yargıtay savcılığı kadrolarının lağvedilmesi gerekir. Bunun yanı sıra istinaf kanun yolu yürürlüğe girdiğine göre tebliğnamenin mevzuattan çıkarılması, Yargıtay’ın ilk derece mahkemesi görevlerinin sona erdirilmesi (Başsavcılığın siyasi parti denetimi için 20 adet uzmanlık kadrosu yeterli) yoluna gidilmelidir. Böylelikle Yargıtay üyesi, tetkik hakimi ve savcısı olmak üzere 2000’e yakın tecrübeli kadro ve ilk derece mahkemesinden gönüllü olanların başvurusu alınarak, -ilk etaptaki yığılmayı eritecek şekilde - geçici yetki verilmek suretiyle 2500 kişiden oluşan bir istinaf mahkemeleri faaliyete geçirilmelidir.


Kaynak: Radikal