Mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m.247/1’de, sanığın hakim tarafından tanzim kılınan tutanakta yer alan ifadesi ikrarına delil olmak üzere okunabileceği öngörülmekte idi. Hükümde geçen “hakim” ibaresinden anlaşılması gereken; soruşturma aşamasında sulh ceza hakimliği mi, yoksa yargılamanın yapıldığı mahkeme midir? Cevaplandırılması gereken bir diğer husus ise; sulh ceza hakimliği huzurunda avukat olmaksızın yapılan sorguda verilen ifadenin, şüpheli o aşamada tutuklanmasa bile kovuşturmayı yapan mahkeme huzurunda kabul edilmemesi halinde hükme esas alınması mümkün müdür?

CMK m.101/3’e göre; “Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır”. Kanaatimizce; şüphelinin tutuklanması değil, cumhuriyet savcısı tarafından tutuklanmasının talep edilmesi, tutuklanmasa bile sorguda bir avukatın şüpheliye hukuki yardımda bulunacak şekilde hazır bulunmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, tutuklanmayan şüphelinin yanında avukatı olmadan yapılan sorgu ile alınan beyanların şüphelinin ve ileride kamu davası açıldığında da sanığın aleyhine delil olarak kullanılabilmesi mümkün değildir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.148/4'e göre; "Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz". Bu hükümde geçen “sanık” ibaresinden, kovuşturma aşamasında yargılamayı yapan mahkeme huzurunda tekrarlanmayan veya kabul edilmeyen ifadenin hükme esas alınamayacağı sonucu çıkar mı? Yoksa soruşturma veya kovuşturma aşamasında, hakim veya mahkeme önünde yapılan ikrar daha sonra inkar edilse dahi hükme esas alınabilir mi?

“Maznunun evvelce mazbut ifadesinin okunabileceği haller” başlıklı Mülga CMUK m.247’ye göre;

“Maznunun hakim tarafından tanzim kılınan zabıt varakasındaki ifadesi ikrarına delil olmak üzere okunabilir.

Maznunun evvelki ve sonraki ifadeleri arasında tenakuz bulunup da duruşmayı kesmeksizin başka suretle telif veya izalesi mümkün olmazsa mazbut ifadesi okunabilir”.

“Yasak sorgu yöntemleri” başlıklı Mülga CMUK m.135/A’ya göre;

“İfade verenin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahaleler yapılamaz.

Kanuna aykırı bir menfaat vaat edilemez.

Yukarıdaki fıkralarda belirtilen yasak yöntemlerle elde edilen ifadeler rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemez”.

Bu madde bakımından; sanık üzerinde baskı, işkence, cebir ve şiddet gibi yasak sorgu yöntemlerinin uygulanıp uygulanmadığı ve bunun sonuçları tartışma konumuz değildir. Çünkü CMUK m.247’de bahsedilen sanık ifadesi, sanığın hür iradesine herhangi bir müdahale olmadan elde edilen ifade olup, bu ifadenin geçerliliği açısından isnat olunan suçun sanık tarafından kabul edilip edilmediği önemlidir. Bu ifade; sanığın hakim huzurunda ve tutanağa geçirilmek suretiyle verdiği beyanlarından oluşmalıdır ki, CMK m.247/1 anlamında “ikrar” değeri taşıyabilsin. İkrar; saklamayıp doğruca söyleme, yani bir olayın varlığını kabul etme, onun kendisi tarafından gerçekleştirildiğinin kabulüne dair beyandır.

Konu ile ilgili Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları mevcuttur. Bu kararlara göre, usulüne uygun alınmış olsa da bir ikrarın delil olabilmesi için hakim huzurunda yapılması şarttır. Hakim önünde yapılmayan ikrar delil değeri taşımayacağından, suçlamayı kanıtlayan başka delillerin ortaya koyulması gerekir. Bu durumda ispat vasıtası ikrar olmayıp, suçlamayı ispatlamak üzere elde edilen diğer delillerdir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 10.12.1990 tarihli, 1990/6-257 ve 1990/335 K sayılı kararında; duruşma dışında yapılan ikrarın kesinlikle delil olamayacağı, bu ikrarın başka delillerle desteklenmek suretiyle değerlendirilebilir hale getirilemeyeceği belirtilmiştir.

Duruşma sırasında yapılan ikrar da yalnız başına somut delil sayılarak, mahkumiyete esas alınamaz.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 02.02.1987 tarihli 314 E. ve 18 K.; 16.02.1987 tarihli, 6/721 E. ve 50 K., 10.12.1990 tarihli, 1990/6-257 E., 335 K. sayılı kararlarına göre;

“Bir insanın kendisini suçlu kabul etmesi veya başkasının suçunu kabullenmesi olanaklıdır. Bu itibarla, duruşmada yapılan ikrarın başkaca yan kanıtlarla desteklenmesi gereklidir”.

1412 sayılı mülga CMUK m.247/1’de geçen “hakim” ibaresinden; yalnızca soruşturma aşamasında görev alan hakim değil, hem soruşturma ve hem de kovuşturma safhalarında görev alan hakimler anlaşılmalıdır. Eski Kanunun “hakim” kavramına yer vermesi, sanıktan alınan ikrarın soruşturma aşaması ile sınırlı anlaşılması gerektiği sonucunu vermez. 1412 sayılı Kanun döneminde hakimlik olmadığından, “mahkeme” ibaresinin kullanıldığı, her ne kadar soruşturma aşamasında görev alanlar ile kovuşturma aşamasında duruşma dışında görev alan yargı mensupları “hakim” olarak adlandırılsalar da, bu durumun sanıktan alınan ikrarın niteliğini etkilemeyeceği dikkate alınarak, soruşturma ve kovuşturma aşamalarında yapılan ikrarın CMUK m.247/1 kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bununla birlikte m.247/2’de yer alan hükümden dolayı, maddenin ilk fıkrasında geçen “hakim” sözünden soruşturma aşamasının anlaşılması gerektiği ileri sürülebilir. CMUK m.247 bu şekilde anlaşılsa bile, pratikte bunun bir önemi olmayacaktır. Çünkü sanığın duruşmada yapılan sorgusu sırasında yaptığı ikrar “delil” niteliği taşıyacaktır. Sonuç olarak; ayırıma gidilmesinde fayda görmediğimizi de dikkate alarak, CMUK m.247/1’de geçen “hakim” sözünden soruşturma ve kovuşturma aşamalarında görev alan hakimlerin anlaşılması gerektiğini ifade etmek isteriz.

Eski CMUK m.247’de “hukuka aykırı deliller” konusu ile doğrudan ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu maddede, sanığın ikrarının hakim önünde yapılması halinde delil olarak kabul edilebileceği ve yargılamada dikkate alınabileceği açıklanmıştır. Belirtmeliyiz ki, usulüne uygun şekilde kolluk veya cumhuriyet savcısı tarafından alınan sanık ifadeleri ve bu ifadelerle ulaşılan deliller hukuka uygun delillerdir. Ancak bu aşamalarda yapılan sanık ikrarlarının, CMUK m.247/1’de yer alan açık hüküm sebebiyle yargılamada ikrara delil olabilmesi mümkün değildir. Eski Kanuna göre, sanığa yöneltilen suçlama ile ilgili toplanan somut delilleri destekleyen sanık ikrarının ve beyanlarının yargılamada kullanılabilmesi mümkündür. Sanığın ikrarını ve ifadesini kullanma; suçun ikrarının delili olarak değil, suçun sanık tarafından işlendiğini gösteren somut delillerin dayanağı ve onları güçlendiren açıklamalarla sınırlıdır.

“İkrar” kelimesinin anlamı ve m.247/1’in amacı dikkate alındığında; hakim tarafından tanzim olunmayan ve hazırlık soruşturması sırasında kolluk veya cumhuriyet savcısı tarafından tanzim olunan tutanakta yer alan sanık ifadesinin, sanığın ikrarına delil olmak üzere yargılamada okunamayacağı tartışmasızdır. Hazırlık tahkikatında kolluk ve cumhuriyet savcısı tarafından alınan ve tutanağa geçirilen sanık ifadesinin ikrar dışında kalan kısımlarının okunmasında ve delil olarak dikkate alınmasında bir sakınca yoktur. Tekrar belirtmeliyiz ki; CMUK m.247/1’in öngördüğü engel, hakim dışında kalan kolluk veya cumhuriyet savcısının tanzim ettiği tutanakta yer alan sanık ifadesinin ikrara delil olmak üzere okunamayacağıdır. Sanığın kollukta ve savcılıkta verdiği ifadelerde; hakkında yapılan suçlamayı açık veya örtülü olarak kabul etmesi, aynı beyanı hakim önünde vermedikten sonra bir anlam taşımayacak, fakat usule uygun alınan ifadenin ikrar dışında kalan kısımları sanığın ikrarına delil olarak değerlendirilmemek şartıyla yargılamada kullanılabilecektir. Aksi halde; kolluk ve cumhuriyet savcısı tarafından hukuka uygun şekilde alınan ifadelerin hiçbir öneminin olmaması ve delil olarak kullanılamaması gündeme gelecektir ki, CMUK m.247/1’den böyle bir sonuç çıkarılamaz.

Mülga CMUK m.247/1 ile m.135/A’nın bir ilgisi bulunmamaktadır. CMUK m.135/A, delilin elde edilmesi ve kullanılması konusunda farklı bir uygulama getirmemiştir. Bu maddenin kapsamına aldığı kötü davranma, işkence gibi metotlarla alınan ifadeler, bu madde yürürlüğe girmeden önce de geçerli değildi. Önemli olan, sanığın hür iradesine müdahale edilmeksizin ve sanığa hakları bildirilerek ifade vermesinin sağlanmasıdır.

Kolluğun ve cumhuriyet savcısının sanıktan usulüne uygun şekilde aldığı ifadenin elbette delil değeri vardır. Bu sonuç, CMUK m.247/1’den çıkmaktadır. Bu maddeye göre, hakim huzurunda alınmayan ifadenin sanığın ikrarına delil olarak okunması hukuka aykırıdır.

“İfade alma ve sorguda yasak usuller” başlıklı CMK m.148’e göre;

“(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.

(2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.

(3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.

(4) Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.

(5) Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir”.

“Sanığın önceki ifadesinin okunması” başlıklı CMK m.213’e göre;

“Aralarında çelişki bulunması halinde; sanığın, hakim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile cumhuriyet savcısı tarafından alınan veya müdafiinin hazır bulunduğu kolluk ifadesine ilişkin tutanaklar duruşmada okunabilir”.

Mülga CMUK m.247/2’nin karşılığı, yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda m.213’dür. Yeni CMK m.148’in karşılığı ise, eski CMUK m.135/A ve 247/1 olarak gösterilebilir.

Mülga Kanun döneminde zorunlu müdafilik olmadığından ve hakim, haklarını kullanan sanığın güvencesi olan süje olarak kabul edildiğinden; sorgu da sanık için bir hak sayıldığından, sanığın sorgu, ifade ve ikrarı sırasında yanında avukatının olmayışı, sanıktan alınan ikrar ve beyanın sıhhatini etkilemeyecektir. Ancak bunun için sanığa Mülga CMK m.135’de tanınan hakların bildirilmesi gerekir. Hakları usule uygun şekilde bildirilen ve avukat talebinde bulunmayan sanığın; hakim ve mahkeme huzurunda yaptığı ikrar ve verdiği beyan, yargılamada kullanılıp hükme esas alınabilir. Zorunlu müdafiliğin olduğu veya sanığın yanında avukat istediği durumda ise, sanık haklarının güvencesi olarak kabul edilen ve sanık haklarının ihlal edilip edilmediğinin hukukilik denetimini yapan hakimin varlığı, sanığın ikrar ve beyanının geçerliliği için yeterli olmayacak, zorunlu müdafinin veya talebine rağmen sanığın yanında avukatın olmaması durumunda sanıktan alınan ikrar veya beyan yargılamada kullanılamayacaktır.

CMK m.148/4’de, avukatı hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, hakim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı ifade edilmiştir. Burada öngörülen müdafilik ile CMK m.150’de yer alan zorunlu müdafiliğin bir ilgisi yoktur. Cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme huzurunda değil de, kollukta alınan ifadenin soruşturma veya kovuşturma aşamasında hakim huzurunda şüpheli veya sanık tarafından usulüne uygun kabulü yapılmadıkça, bu ifade şüphelinin veya sanığın aleyhine kullanılamaz. Zorunlu müdafilik varsa, kollukta alınan ifadenin hakim veya mahkeme huzurunda geçerli olabilmesi için sadece şüpheli veya sanığın soruşturma veya kovuşturma evresinde kolluk ifadesini doğrulaması yetmeyecek, bu sırada zorunlu müdafinin de hazır bulunması gerekecektir. CMK m.150’ye uygun şekilde zorunlu müdafi hazır bulunmadıkça, kolluk ifadesinin şüpheli veya sanık tarafından soruşturma veya kovuşturma aşamalarında doğrulanması, o ifadenin şüphelinin veya sanığın aleyhine beyan delili olarak kullanılabilmesi için yeterli değildir.

Mülga CMUK m.247/1’de, sanığın hakim tarafından düzenlenen tutanakta yer alan ifadesi ikrarına delil olmak üzere okunabilmekte ve ifadenin geri kalan kısmı da usule uygun alınmak kaydıyla diğer delilleri destekleyebilmekte veya somut delillerin bulunması için kullanılabilmekte idi. CMK m.148/4’ün mefhum-u muhalifine göre, şüphelinin veya sanığın cumhuriyet savcısı, hakim veya mahkeme huzurunda usule uygun olarak alınan ifadesi yargılamada kullanılabilir.

Belirtmeliyiz ki; yalnızca şüphelinin veya sanığın geçerli, yani usule uygun ikrarı bağlayıcı delil olarak kabul edilip mahkumiyet kararı verilemez. Şüphelinin veya sanığın ikrarı olsa da, bu ikrarın başka delillerle desteklenmesi gerekir. Esasında mülga ve yeni kanunlar, şüpheliden veya sanıktan alınan beyanların hukuki değeri konusunda aynı yönde hareket etmiştir. Önemli olan, şüphelinin veya sanığın özgür iradesine bağlı ifadesinin alınıp alınmadığı ve suçu kabule yönelik bu ifadenin somut yan delillerle desteklenip desteklenmediğidir.

Şüphelinin veya sanığın, hakim veya mahkeme huzurunda yapılan sorgusu çok mühimdir. Şüpheli veya sanık, sorgu sırasında haklarını kullanabilmelidir. Bu sebeple kanun koyucu, şüphelinin veya sanığın beyanlarının hakim huzurunda alınıp alınmadığına, kollukta alınan beyanın elde edilme şekline, yeni Kanun döneminde beyanın alındığı sırada şüphelinin veya sanığın yanında avukatın bulunup bulunmamasına özel önem atfetmiştir.

Prensip olarak, şüpheli veya sanığın usulüne uygun alınan ifadesi veya sorgusundan elde edilen deliller aleyhine kabul edilebilir. Şüphelinin veya sanığın susma hakkı vardır; ancak şüpheli veya sanık konuşursa, aleyhine olan hususlar delil sayılabilir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ifade ve sorgunun asıl nedenini; şüpheliye veya sanığa savunma hakkının tanınması, iddia ve deliller ile ilgili ne söyleyeceğinin sorulması ve varsa lehe delillerin ortaya koyulmasını isteme olarak gösterebiliriz. Şüpheli veya sanığın ifadesi veya sorgusunda geçen örtülü veya açık suç ikrarının delil değeri vardır, ancak bu ikrar, yani suçun veya suçu ispatlayan delilin kabulü mutlak kanıt değildir. Şüphelinin veya sanığın bir suçu işlediğini gösterdiği iddia edilen dijital materyali, tabancayı veya suçta kullanılan maddeyi kabullenmesi, o konuda başkaca bir araştırma yapılmaksızın, yani o şüpheli veya sanık tarafından delilin suçta kullanıldığı ve suçun işlendiği araştırılmaksızın, bu konuda gerekli teknik inceleme yapılmaksızın, sırf ikrardan hareketle sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi, itham sistemine ve bu kapsamda suçsuzluk/masumiyet karinesi ile iddiayı ispat yükünün iddia edene ait olduğuna dair kaideye aykırıdır.

Yine prensip olarak; ifade ve sorgu ile amaçlanan, şüpheli veya sanığın lehine olan somut delillere ulaşmaktır. İkrarı mutlak delil saymak itham sisteminde doğru değildir. Tahkik sistemi, ne şekilde olursa olsun şüpheli ve sanıktan ikrar elde edilmesi suretiyle suçun kabul ettirilmesine dayalı olduğu halde, itham sisteminde kabul edilen vicdani delil sistemi bu usulü reddetmiştir.

İkrar bağlayıcı bir delil olsa idi, suç uydurma suçu olmazdı. Oysa şüpheli veya sanık; suçu kabul ettiğini maddi vaka ile tutarlı bir şekilde anlattığı halde, birçok durumda beraat kararı da çıkabilmektedir. “Suçu ben işledim” veya “bu delil bana ait” türünde soyut ikrar bağlayıcı olmadığı gibi, somut ikrar da dayanaklı delillerle desteklenmedikçe, mahkumiyete esas teşkil etmeyecektir.

Şüpheli veya sanığı ifade ve sorgusunun alınmasının sebebi ikrar elde edip suçu kabul ettirmek olmayıp, şüpheli veya sanığın savunmasını tespit etmek, lehe ve aleyhe delilleri, maddi hakikati ortaya çıkarmak ve dolayısıyla adalete ulaşmaktır. Şüpheli veya sanığın sustuğu durumda, bu susması aleyhine delil veya emare sayılamaz. Çünkü iddiayı ortaya koyan, iddiasını somut ve hukuka uygun delillerle kanıtlamak zorundadır.

Hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılamayacağına ilişkin Anayasa ve Kanun maddeleri, kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine yoruma ve genişlemeye müsait olmayacak kadar nettir. Bu husus, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “Tanınmış insan haklarının korunması” başlıklı 53. maddesi ile güvence altına alınmıştır.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 05.10.2015 tarih, 2014/19847 E. ve 2015/19477 K. sayılı kararında;

“Sanık ve kaçak eşya konusunda mahkemece verişmiş usulüne uygun bir arama kararı olmadığı gibi gecikmesinde sakınca olduğu gerekçesiyle cumhuriyet savcısı tarafından da verilmiş bir yazılı arama izni ya da cumhuriyet savcısına ulaşılamaması nedeniyle kolluk amirince verilmiş yazılı arama emri de bulunmaması karşısında hukuka aykırı arama sonucu ele geçen eşyanın yasak delil niteliğinde olduğu, bu eşyanın kaçak olmasının durumu değiştirmeyeceği, sanığın sigaraları ticari amaçla aldığına dair herhangi bir ikrarı da bulunmadığı nazara alındığında Anayasanın 38/6, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 206/2-a, 217/2 ve 230/1. madde ve fıkralarına göre hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak yazılı şekilde hüküm kurulaması” bozma gerekçesi olarak gösterilmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesi kararında, usulüne uygun gerçekleştirilmemiş arama neticesinde elde edilen delilleri hukuka aykırı delil saymış ve bu delillerin yargılamada kullanılamayacağı tespitinde bulunmuştur. Ancak karar içeriğinde geçen “sanığın sigaraları ticari amaçla aldığına dair herhangi bir ikrarı da bulunmadığı” ibaresi, sanığın ikrarı halinde hukuka aykırı elde edilen delilin kullanılabileceği anlamına gelebilecektir ki, bunun kabulü mümkün değildir. Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun konu ile ilgili hükümleri açık ve amirdir. Hukuka aykırı yol ve yöntemle elde edilen deliller yargılamada kullanılamayacağı gibi, ikrar dahil hiçbir tasarruf hukuka aykırı elde edilen delili meşrulaştıramaz.

Yargıtay 20. Ceza Dairesi’nin 19.11.2015 tarih, 2015/13911 E. ve 2015/4768 K. sayılı kararında;

“…adli arama kararı alınması gerektiren olayda arama kararı alınmadan arama yapılması hukuka aykırıdır. Böyle bir arama sonucu bulunan ve suçun maddi konusunu oluşturan deliller ya da suçun maddi konusu ‘hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş’ olacağından, ikrar bulunsa bile Anayasanın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca hükme esas alınamaz”. Kararda isabetli bir şekilde, ikrar dahi olsa hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delilin Anayasa ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ilgili hükümleri uyarınca hükme esas alınmayacağı ifade edilmiştir.

Ceza Yargılaması Hukukunda ikrar tek başına delil sayılmamaktadır. Bir beyan delil olan “ikrar” tek başına hükme esas teşkil etmeyecektir. İkrar, diğer somut delil veya delillerle desteklenmesi gereken bir delil türüdür.

İtham sisteminin esası olan ve iddianın ispatını iddiacıya yükleyen, bu konuda şüpheyi yüzde yüz yenen, hukuka uygun yol ve yöntemlerle elde edilmiş kanıtlarla ispatı arayan ceza yargılamasında, ortada uyuşturucu madde, silah, ceset veya suçu ispata elverişli somut deliller bulunmaksızın yalnızca failden elde edilen ikrara dayanarak mahkumiyet kararı verilemez.

.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.