Prof. Dr. Ersan Şen yazdı;

Hukuka aykırı yapılanmalar sonuçta; faaliyetleri kapsamında suçlar işleyerek adlarını duyurmak, etkinlik, baskı gücü, sempati, özellikle de Devlete karşı güç ve kontrol alanı kazanmak isteseler de, bunun yolu örgüte bağlı, yani hiyerarşik düzende hareket edip örgütün faaliyetleri kapsamında suç işleyecek kapasitede üye elde etmekten ve para desteği sağlamaktan geçer. Bu sebeple, terör veya suç örgütlerinin etkisiz hale getirilebilmesi için öncelikle bu tür yapıların yeni üye elde etmesini önlemek ve para transferlerini kesmek gerekir. Çünkü yeni üye ve devam eden para kaynağı; suç örgütlerine göre daha farklı, odaklaşmış ve siyasi maksatlarla hareket eden terör örgütlerinin silahlı güç elde etmesi ile eylem etkinliğini sürdürmesine, hatta artırmasına, “çıkar amaçlı yapılar” olarak adlandırılan, “mafya” olarak da bilinen suç örgütlerinin yelpazesinin genişlemesine, eylem ve etki derecelerinin artmasına yol açar.

Ancak günümüzde küreselleşen terör veya suç örgütlerinin; uluslararası mutabakat, işbirliği ve sözleşmeler ile etkin takip sistemi olmaksızın durdurulup tümü ile bertaraf edilebilmeleri zor gözükmektedir. İnsan kaçakçılığı, uyuşturucu, fuhuş, organ ticareti, kumar, siyasi maksatlı terör suçları çerçevesinde yapılanan örgütlerin, uluslararası alanda üye ve para kazanma güçlerini korudukları sürece her devletin bireysel yürüteceği idari ve adli takiplerle bertaraf edilmeleri güçtür. Bir terör veya suç örgütünden daha fazla zarar gören devletin hukuk sınırları içinde kalarak örgüte karşı başarılı olabilmesi için, mutlak şekilde uluslararası desteği elde etmesi gerekir. Aksi halde, devletin uluslararası gücü ve konumu küreselleşen terör veya suç örgütüne karşı başarı oranını belirleyecektir. Özellikle suç örgütlerine göre ivme kazanmış ve uluslararası menfaat çatışmalarına göre başlangıçta “ifade hürriyeti” ile “din ve vicdan hürriyeti” adı altında ve sonrasında eylemlerine destek bularak hareket eden terör örgütlerinin cebir ve şiddet içeren faaliyetlerini önlemek zorlaşabilmektedir.

Temel olan ise; devletin kuruluş felsefesine aykırı davranan ve yasallık içinde kaldığından bahisle yasa dışılıktan beslenen, denetimsiz ve kontrolsüz hareket edip, nimet ve külfet dengesinde üye ve para desteği elde eden hukuka aykırı yapıların baştan önüne geçilmesi, yani büyüyüp gelişmelerinin durdurulmasıdır. Bu noktada, hukuka aykırı yapıların varlığının tespiti, yani istihbarat ve ulusal güvenlik açısından ulaşılan özel bilgilerin ilgili makamlara aktarılması ve bu makamların da gecikmeksizin gerekli değerlendirmeyi yapıp tedbirleri alması ve suça konu eylemler hakkında yargılama süreçlerinin başlatılması önemlidir.

Temelde baktığımızda örgütlenmede, fikri beraberlik ve toplumu oluşturan bireylerin ortak menfaatler altında kısımlar halinde birleşme, demokratik hukuk ortamında baskı gücü oluşturma vardır. Ancak terör veya suç örgütlerinde, bir meşruiyet kazanma ve bu amaçla görünürde hukuka uygun davranma, yani gizlenme hedefi en azından etkili eylem yapabilme gücünü elde etme anına kadar devam eder. Yine de tüm terör veya suç örgütleri bakımından ortak kriterler üretmek zordur. Belki hukuki yapılarda ortak kriter, hukuka aykırı davranma ve suç işleme niyetidir. Kanuna göre; niyetin etrafında hiyerarşik yapı ile toplanarak, elverişli vasıtalarla suçlar işleme kapasitesine ulaşılması yasaktır, yani örgüt faaliyeti çerçevesinde suç işlemeden hukuka aykırı yapılanmanın kurulması da suçtur.

Bugüne kadar; siyasi maksatlı yapılanmalara erken, yani eyleme geçmeden ifadeler üzerinden müdahalede edildiği görülse de, temelde örgütün faaliyetleri kapsamında suç veya suçların işlendiği veya teşebbüs edildiği aşamalarda müdahalenin gerçekleştiği söylenebilir. Gerçi Türk Hukuku’nda; esasında “çete”, hatta “iştirak” sayılabilecek birlikteliklerin “suç örgütü” gibi değerlendirildiği, bu konuda yanlış uygulamalara başvurulduğu, örgüte giriş ve çıkış hususlarında özel bir seramoniye tabi olup katı hiyerarşik yapının varlığının aranması gözardı edilmiş, nerede ise üç ve daha fazla kişinin katıldığı tüm eylemler ve suça konu olmayacak birliktelikler “suç örgütü” kapsamında değerlendirilmiştir.

Bu genel tespit ve açıklamalardan sonra terör örgütünün finansmanı suçu ile ilgili birkaç açıklamada bulunacağız.

28561 sayılı ve 16 Şubat 2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun, terörden acı çeken Ülkemiz bakımından son derece önemlidir. Terörün durdurulması, terör örgütlerinin varlıkları ile sırf terör suçlarına ve terör amacıyla işlenen suçlara son verilebilmesi için, elbette örgütü, mensuplarını ve eylemlerini besleyen maddi kaynakların denetimi ve tespiti, gerek bankacılık ve internet üzerinden, gerekse fiili transferler yoluyla gerçekleştirilen maddi desteğin kesilip, malvarlığının kontrol altına alınması gerekir.

Suçun işlenmesi ve işlendikten sonra faillerinin yakalanıp adalet önüne çıkarılmasından ziyade, suçun işlenmeden önlenmesi, caydırıcılık ve işlenme ihtimali bulunan suçlara elverişli vasıtalar sağlanmasının engellenmesi ve suç için gerekli maddi kaynakların kesilmesi daha önemlidir. Suçların işlenmesinin önlenmesi suretiyle kamu düzeninin ve barışının bozulması, kişi hak ve hürriyetlerinin somut tehlikeye düşürülmesi veya zarara uğratılması engellenebilir.

Elbette bunu yaparken, kişi hak ve hürriyetlerinin özüne müdahale edilemeyeceği gibi, Anayasa, uluslararası sözleşmelerde kabul gören hukukun evrensel ilke ve esaslarından vazgeçilmemelidir. Hukuk devletinde terörizmin finansmanın önlenmesi, kişi hak ve hürriyetlerinin sınırları da dikkate alınmak suretiyle düzenlenmelidir.

6415 sayılı Kanunun 4. maddesi, terörizmin ve terör örgütünün finansmanını suç olarak düzenlemiştir. Bu maddenin 1. fıkrasına göre; Kanunun 3. maddesinde yasak sayılan eylemlerin gerçekleştirilmesi için veya bilerek ve isteyerek bir teröriste veya terör örgütüne fon sağlayan veya toplayan kişi, eylem daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ceza sorumluluğunun doğmasında, fonun bir suçun işlenmesi şartı aranmaz. Terörizmin finansmanı suçunun kamu görevinin sağladığı nüfuzun kötüye kullanılması suretiyle işlenmesi halinde, faile verilecek ceza yarı oranında artırılır. Suçun bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, müsadere ve faaliyet izni iptali tatbik edilebilir.

Terörizmin finansmanı suçunun yargılamasında; Ceza Muhakemesi Kanunu’nda öngörülen şirket yönetimi için kayyım tayini, teknik takip (telefon dinleme ve teknik araçlarla izleme) ve gizli soruşturmacı yöntemleri kullanılabilir. Bu suçun cezası, koşullu salıverilme bakımından dörtte üçlük infaza tabidir.

Terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım olarak da tanımlanabilecek terörizmin finansmanı suçu, Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinin 7. fıkrasında düzenlenmiştir. TCK m.220 genel ceza hükmü olmayıp özel bir suç tipi düzenlemiştir. Kanaatimizce; TCK m.220/7 genel bir düzenleme gibi gözükse de, esasında 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasında tanımlanan suçla aynı unsurları taşıyıp hukuki yararları korumaktadır.

TCK m.314’de silahlı örgüt suçu tanımlanmıştır. Silahlı örgüte üye olan 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suç; 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 3. maddesine göre mutlak terör suçu olup, TCK m.314/3 atfı ile TCK m.220/7’ye göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ancak 3713 sayılı Kanunun 5. maddesinde öngörülen yarı oranında artırma kuralının çocuklar hakkında uygulanması yasaktır. Aynı yasak, Terörizmin Finansmanın Önlenmesi Hakkında Kanun’un 4. maddesi yönünden geçerli değildir.

Kanun koyucu; 6415 sayılı Kanunun 4. maddesi ile TCK m.314/2-3, 220/7, 3713 sayılı Kanunun 3 ve 5. maddeleri arasında çatışma olmaması için, 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasına “fiil daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç olmadığı takdirde” ibaresine yer vermiştir ki, zaten aynı eylemle birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren failin, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılacağı da “Fikri içtima” başlıklı TCK m.44’de öngörülmüştür.

TCK m.220/7’ye göre; suç işlemek amacıyla kurulan örgüte bilerek ve isteyerek fon sağlamanın veya toplamanın, örgüt içinde hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım sayılacağı ve failin örgüt üyesi olarak cezalandırılacağı tartışmasızdır.

6415 sayılı Kanunun 4. maddesi de, terör örgütüne üyeliği aramamaktadır. Kanaatimizce, terörizmin finansmanı suç ve cezasının tatbiki için ilgilinin terör örgütüne üye olmaması gerekir. İlgilinin terör örgütüne üye olması, yani hiyerarşik yapıda yer alması halinde terör örgütü üyeliği suçundan cezalandırılması gerekecektir ki, 6415 sayılı Kanunun 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 3713 sayılı Kanunun 8. maddesi birlikte değerlendirildiğinde bu sonuca ulaşılacaktır. Terör örgütü üyesinin malvarlığı hakkında, Ceza Muhakemesi Kanunu’nda ve olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK’larda yer alan elkoyma hükümleri tatbik edilecektir.

Şimdi TCK m.220/7 ve 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinden kaynaklanan cezaları karşılaştırmak gerekir, çünkü her ikisinin tatbiki mümkün olmayıp, somut olaya göre hangisi ağırsa o hüküm tatbik edilmelidir. TCK m.220/7’nin ikinci cümlesinde “Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.” hükmü yer almakla beraber, somut olayın özelliklerine ve mahkemenin takdirine bağlı bu ibarenin her zaman uygulanabilme kabiliyeti bulunmamaktadır. TCK m.314/3’den hareketle 3713 sayılı Kanunun 3 ve 5. maddeleri uyarınca TCK m.220/7’ye göre tatbik edilecek cezanın ağırlığı 6415 sayılı Kanunu 4. maddesinin 1. fıkrasından daha ağırdır, çünkü ceza burada 7,5 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası olarak öngörülmüştür. Teröre fon sağlama veya toplama eyleminde kamu görevinin sağladığı nüfuzun kötüye kullanılması varsa da sorun olmayacak, yine TCK m.220/7’den hareket edilecektir. Bunun sebebi ise, bu konuda yarı oranında ayrı bir artırım öngören “Nitelikli hal” başlıklı 3713 sayılı Kanunun 8/A maddesinin tatbikine dayanmaktadır.

Suçun bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, tüzel kişinin malvarlığı hakkında müsadere ve faaliyet izninin iptali noktasında sorun çıkabilir. 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin 4. fıkrasında “Suçun bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde bunlara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.” hükmü yer aldığı halde, buna benzer bir hükmün TCK m.220 ve 314’ün düzenlendiği bölümlerde bulunmadığı görülmektedir. Ancak bu nokta da sorun çıkmayacaktır. Çünkü 3713 sayılı Kanunun “Tüzel kişilerin sorumluluğu” başlıklı 8/A maddesinde, 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin 4. fıkrasına benzer bir hükme yer verildiği görülmektedir.

Tüm bu tespit ve açıklamalar ışığında; aynı unsur ve hukuki yararları düzenleyip, somut olayın özelliklerine göre aynı eylemi suç sayabilecek iki ceza normundan hangisinin uygulanması gerektiği mukayese edildiğinde, elbette TCK m.220/7’den hareketle tespit edilen cezanın ağır olduğu ve tatbik edilmesi gerektiği düşünülmelidir.

Ancak diğer taraftan, Yargıtay kararlarına yansıdığı şekilde TCK m.220/7’nin genel yardım hükmü, m.315’in silahlı örgüte silah yardımı ve fon, yani para sağlama veya toplama eylemi adı altında da 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin ayrı ve özel bir düzenleme olduğu ileri sürüldüğünde, “özel hüküm genele üstündür” kabulünden hareketle, ceza ağırlığına bakılmaksızın 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin tatbik edileceği savunulabilir.

Ceza yargılaması tedbirleri açısından da, TCK m.220/7 ve m.314’den hareketle fon sağlama veya toplama eylemi hakkında tatbiki gerektiğini söylediğimiz suçla ilgili bir fark bulunmamaktadır. 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinde tanımlanan suça tatbik edilen delil elde etme yöntemleri, TCK m.314’de de kullanılabilmektedir.

6415 sayılı Kanunun 4. maddesinde tanımlanan terörizmin finansmanı suçunu, TCK m.220/7, 314, 3713 sayılı Kanunun 3. ve 5. maddelerine göre özel hüküm saymak mümkün değildir. Birincisi; 3713 sayılı Kanun doğrudan teröre suçlarına karşı kabul edilen, terörü, terör suçlusunu, terör suçlarını, terör amacıyla işlenen suçları ve terör örgütlerini tanımlayan özel bir kanundur.  Bu yönü ile 3713 sayılı Kanunu, 6415 sayılı Kanuna göre “genel kanun” saymak isabetli değildir. Bir an için 6415 sayılı Kanunun özel olarak terörizmin finansmanı suçunu düzenlediği, hatta Kanunun 18. maddesi ile 3713 sayılı Kanunun “Terörün finansmanı” başlıklı 8. maddesinin yürürlüğüne son verildiği, bu sebeple de TCK m.314’ün “genel kanun” sayılması gerektiği ileri sürülebilir. Suç tipi ve TCK m.220/7’ye dayandırılsa da TCK m.314, 3713 sayılı Kanunun 3. ve 5. maddelerinden hareketle, 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin “özel kanun” olup öncelikle tatbik edileceğini söylemek isabetli değildir.

Ayrıca; 6415 sayılı Kanunun 4. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “fiili daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde” ibaresine yer veren kanun koyucu, maddeler arasında özel ve genel kanun farkından hareketle öncelik sonralık yapılamayacağını, aynı fiille ilgili birden fazla suç tanımlandığında, hangisinin uygulanacağının cezanın ağırlığına göre belirleneceğini ortaya koymuştur.

Buna göre; teröre fon sağlamada veya toplamada tatbiki gereken hükümler, ceza ağırlığı itibariyle TCK m.220/7’nin ikinci cümlesinin uygulanmadığı veya pek az uygulandığı durumda, TCK m.314/3’ün atfı ile TCK m.220/7, 3713 sayılı Kanunun 3, 5, 8/A ve 8/B maddeleri olmalıdır. Bu halde 6415 sayılı Kanunun ne işe yarayacağı sorusu akla gelebilir ki, terörizmin finansmanı suçu konusunda bu Kanunda öngörülen diğer hükümlerin tatbikine devam edilecektir.



Kaynak:Haber7