Çalışma koşullarının giderek ağırlaşması, toplumsal yaşamı da olumsuz bir şekilde etkilemiştir. Ailelerin tüm fertlerinin çalışma yaşamına girmesi aile birliğini ve ailenin geleneksel bağlarını sarsmıştır. Bunun üzerine devletler önce İngiltere’de ve daha sonra da Sanayi Devrimi’ni çok az farklılıklarla yaşayan başka ülkelerde, iş ilişkileri ve yaşamını düzenleyen hukuk kurallarını hazırlayarak, yürürlüğe koymak zorunda kalmışlardır (Yıldırım,2008:3).[1]

Tarihsel süreçte her alanda olduğu gibi çocukluğun anlamı ve algılanışında da önemli değişimler yaşanagelmiştir. Çocuğa yüklenilen geleneksel anlam özellikle gelişmekte geri kalmış  bölgelerde halen geçerliliğini korumaktadır. Geleneksel ailenin değerler sistemi içinde çocuk, anne‐baba için ekonomik bir güç olmanın yanında hastalıkta, yaşlılıkta bir sigorta işlevi görmektedir. “Çocuklardan küçükken çalışmaları büyüdüklerinde ise yaşlı ana‐ babalarına bakmaları beklenmektedir”. Ailenin hayatta kalabilmesi çocuğun küçük yaşlarda çalışmasını zorunlu kılmaktadır (Yıldız,2006:135).[2]

Alec Fyfe, “çocuk çalışması” ile “çocuk işçiliği” nin birbirinden ayrılması gerektiğini savunmaktadır. Bu iki kavramı eş anlamlı olarak kullanma eğilimi yaygın olmakla beraber, gerçekte çocuk işçiliği, çocuk çalışmasının bir alt durumudur. Çocuğun eğitimini engellemeyen, çocuğun fiziksel, duygusal, ahlaksal, sosyal gelişimini olumsuz yönde etkilemeyen çalışma çocuğun çalışmasıdır. Çocuk çalışması, onun sağlığı ve gelişimi için tehlikeli olduğunda çocuk işçiliği kapsamına girmekte ve çocuk sömürüsü anlamına gelmektedir. Oysa çalışmak çocuk için olumlu bir deneyim olabilir. Uygun koşullardaki çalışma, çocuğa aile üyesi ve vatandaş olarak yükselen bir toplumsal statü kazandırabilir. Çocuklar bu yolla akrabalarının ve çevrelerinin becerilerini öğrenebilirler.

Çocuk işçilerin sayısı kalkınmada geri kalmış  ülkelerde geometrik artış  sergilemektedir. UNESCO’nun son verilerine göre dünya üzerinde çalışan çocukların bölgelere göre dağılımı incelendiğinde çocuk işçi sorununun ağırlıklı olarak bir üçüncü dünya sorunu olduğu görülmektedir. ILO’nun (Uluslar arası Çalışma Örgütü) üst düzey yetkililerinden olan Bequele, çocuk işçiliğini “birincil ve ağırlıklı olarak bir üçüncü dünya sorunu olarak nitelemiştir”

Yapılan araştırmalar ve düzenlenen konferans, seminer ve forumlar okul sistemi içinde yetişkinlik yaşamına başka bir deyişle sosyal ve ekonomik entegrasyona hazırlanması gereken çocukların ekonomide çocuk emeği olarak işe çekildiğini ortaya koymaktadır. Bu araştırmalarda çocuk işçiliğinin aşağıdaki özellikleri sergiledikleri görülmektedir.

• Çok küçük çocukların çalıştırıldığı  
• Çocuk işçilerin çok uzun saatler işte tutulduğu
• Fiziksel ve zihinsel koşulların yetersizliği
• Yeterli okullaşma koşullarının ve okulda devamın olmayışı
• İşveren tarafından kötü muameleye tabi tutulmaları
• İş  akitlerinin yasa dışı yöntemlerle sürdürülmesidir.

Bu noktada önemle belirtmek gerekir ki çocukların çalışma yaşamında korunması ve çalıştırılmalarının engellenmesi amacıyla uluslararası ve ulusal alanda çeşitli hukuki düzenlemeler oluşturulmuştur. Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen “Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi”, “BM Ekonomik ve Kültürel Haklar Sözleşmesi” ve “Çocuk Haklarına Dair Sözleşme” , Avrupa Birliği tarafından kabul edilen “Avrupa Sosyal Şartı” çocukların korunmasına yönelik hükümler içermektedir. Kuruluşundan bu yana çocuk işçiliğini önemli bir konu olarak ele alan ILO, çocuk işçiliğine karşı mücadelede uluslar arası çalışma standartlarının benimsenmesi ve uygulanmasına katkıda bulunmaktadır. Sözleşmeler vasıtası ile bu standartlar tanımlanmakta ve üye ülkeler tarafından onaylandıklarında uyma zorunluluğu getirmektedir. ILO’nun bu kapsamda kabul ettiği sözleşmeler; çeşitli ekonomik faaliyet alanlarına göre tespit edilen en az yaş sözleşmeleri, çocukların sağlık ve güvenliğine dair sözleşmeler ve çocukların sağlık kontrollerine dair sözleşmeler olarak sınıflandırılabilmektedir. Türkiye, ILO’nun kabul ettiği bazı sözleşmeleri imzalamış bazılarını ise imzalamamıştır. ILO’nun sözleşmeleri kabul etmedeki temel amacı; çocuk ve gençlerin belli bir yaştan önce istihdam edilmelerini önlemek ve çalışan çocukların çalışma şartlarını iyileştirmektir. Türkiye, çocuk işgücüne yönelik alınan uluslar arası kararlara hızlı uyum göstermektedir. Çocuk işçiliği ile ulusal düzenlemeler, çeşitli kanunlarda yer almaktadır. Başta, Anayasa olmak üzere, İş Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitim Kanunu, Umumi Hıfzısıhha Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Sosyal Sigortalar Kanunu, Sendikalar Kanunu ve Borçlar Kanunu’nda çocuk işgücüne yönelik hükümler bulunmaktadır. Bu bakımdan çocuk işgücü ile ilgili mevzuat dağınık bir görünüm arz etmektedir. Türkiye’de, çocuk işçiliğinin önlenmesine yönelik çeşitli politikalar ve programlar oluşturulmakta ve uygulanmaktadır. Bu kapsamda, özellikle ILO/IPEC programı büyük önem arz etmektedir. ILO tarafından, 1992 yılında başlatılan IPEC Programına katılan ilk altı ülkeden bir Türkiye olmuştur. IPEC’in uzun vadeli hedefi, çocuk işçiliğine son verilmesi, kısa ve orta vadeli hedefi ise çocukların korunması ve çalışma şartlarının iyileştirilmesidir. IPEC’in bu kapsamda temel stratejisi, hükümetlerin çocuk işçiliğiyle mücadeledeki politik istek ve kararlılıklarını; işçi, işveren ve sivil toplum örgütleriyle işbirliği içerisinde en üst düzeye çıkarmasına katkıda bulunmaktır.

Ülkemizde de çocuk işçiliğinin önlenmesi konusunda bir çok kamu ve kurum kuruluşu ile sivil toplum kuruluşları aktif olarak faaliyet göstermektedir. Türkiye’de çocuk işçiliği sorununun çözümüne yönelik aşagıdaki öneriler getirilmektedir; Yapılan araştırmalar, çocukların aile gelirine katkıda bulunmak için çalışmak zorunda olduklarını ortaya koymaktadır. Bu nedenle, ailelerin gelir düzeylerini yükseltecek ekonomik önlemler alınmalıdır. Geniş kitleler lehine uygulanacak sosyal politikalar çerçevesinde ekonomik önlemler alınırken; gelir dağılımı, ücret, asgari ücret, istihdam, maliye, sanayileşme, verimlilik, sosyal güvenlik v.b alanlara sistematik biçimde yaklaşılmalıdır. Asgari Ücret Tespit Komisyonu, asgari ücreti tespit ederken 16 yaşından küçük ve büyükler için ayrı ücret tespit etmektedir. Genel olarak, 16 yaşından küçük işçilere, 16 yaşından büyüklere oranla daha az ücret tespit edilmektedir. Çocukların ucuz işgücü olarak görülmesine neden olan bu durumun önlenmesi amacıyla 16 yaşından küçükler için tespit edilecek ücret miktarı, 16 yaşından büyükler için tespit edilen miktardan daha fazla olmalıdır. Ülkemizde eğitimli düzeyi yüksek kişilerde işsizlik oranı, eğitim düzeyi düşük olan kişilere oranla daha yüksektir. Bu durumu önlemek için, eğitim kurumlarının kapasitesi ve verilen eğitimin kalitesi artırılmalı, mesleki eğitim imkanları yaygınlaştırılmalı ve işgücü piyasasının aradığı niteliklere sahip kişileri yetiştirmek amacıyla müfredat programı gözden geçirilmelidir. GSMH’dan eğitime en az kaynak ayıran ülkeler arasında yer alan Türkiye’de, eğitime ayrılan kaynak artırılmalıdır. Zorunlu temel eğitimin 8 yıla çıkarılmış olması çocukların çalışmaya başlama yaşını yükseltmiştir. Bu yaşın daha yükseklere çıkması için zorunlu eğitim acilen 12 yıla çıkarılmalıdır. Mesleki eğitimin kalitesi artırılarak, mesleki eğitime katılım özendirilmeli ve bu okul mezunların üniversiteye geçişlerinde kolaylıklar sağlanmalıdır. 1999 ÇİA sonuçlarına göre; okulu bırakan çocukların % 23,7’si eğitim masraflarının çok yüksek olmasından dolayı okulu bırakmak zorunda kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu nedenle, zorunlu eğitimin, dar gelirli ve yoksul aileler için maliyetsiz olmasını sağlayacak önlemler alınmalı, eğitime devam eden yoksul aile çocuklarına eğitim desteği ve sosyal yardımlar sağlanmalı ve başarılı çocuklar için burs ve diğer teşvik edici uygulamalar getirilmelidir Çocuk istihdamına neden olan faktörler arasında sayılan denetim yetersizliğinin giderilmesi ve çalışma hayatının etkin olarak denetlenmesini sağlamak amacıyla iş müfettişlerinin sayısı artırılmalı ve iş müfettişleri çocuk istihdamı duyarlılaştırılmalıdır. Çocuk işçiliği ile mücadelede, kaynak israfını önlemek amacıyla bu konuda çalışma yürüten kurum ve kuruluşların birbirleri ile işbirliği içerisinde çalışması sağlanmalıdır. İşçi ve işveren sendikaları, odalar ve mesleki kuruluşların çocuk istihdamı konusunda daha fazla araştırma yapmaları ve proje üretmeleri teşvik edilmelidir. Özellikle, çocuk istihdamının yetişkin istihdamını engellediği ve işçi sendikalarının toplu sözleşmelerde pazarlık gücünü azaltıldığı konusunda işçi sendikaları duyarlılaştırılmalıdır.

Yapılan araştırmalarda en fazla çalışan çocuğun bulunduğu kentlerin, yoğun göç alan büyükşehirler olduğu görülmektedir. Bu nedenle, iş göçün önlenmesi için bölgeler arasındaki gelişmişlik farkları azaltılmalı ve büyük göç veren Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yürütülen GAP projesinin süratle tamamlaması gerekmektedir. Yaşadıkları yerleşim yerlerini değişik nedenlerle göç ederek terk eden ailelerin kentsel yaşama katılmalarına ve kente uyum sağlamalarına yardımcı olacak sosyal programlar uygulanmalıdır. Çalışan çocukların büyük kısmının tarım sektöründe istihdam edildiği görülmektedir. Bu nedenle, tarım sektörünün katma değeri artırılmalı, tarım kesimindeki ailelerin gelir düzeylerini yükseltecek politikalar oluşturulmalıdır. Kırsal kesimde yaşayan insanların verimliliğini artıracak ve tarımsal ürün yelpazesini zenginleştirecek mesleki yönlendirme programlarına ve projelerine ağırlık verilmelidir. Çok düşük düzeylerde bulunan kadınların işgücüne katılım oranları yükseltilmeye çalışılmalıdır. Bu durumun, çocuk işçiliğinin azaltılmasında katkı sağlayacağı düşünülmektedir (Türkiye’de Çocuk İşçiliği Sorunu ve Çözüm Önerileri:2012).[3]

222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nun 54. maddesinde; “.....çocuğun ailesi yanında kalmasını gerektiren ailede ölüm, yaralanma, düğün, askere gitme, bağ, bahçe, tarla ve sürüde tarım ve hastalık savaşı yapılması gibi sebeplerle öğrencilere bir yıl içinde 15 günü geçmemek üzere okul idarelerince izin verilir.” hükmü yer almaktadır. Tarım ve hayvancılıkta çocukların çalışmasına kısa süreli de olsa imkan tanıyan bu düzenlemenin, ortadan kaldırılması gerekmektedir. Çocuk işçiliği ile mücadelede katalizör rolü bulunan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Çalışan Çocuklar Bölümü’nün kendisine verilen görevleri etkin olarak yerine getirebilmesi amacıyla kurumsal ve idari kapasitesinin güçlendirilmesi gerekmektedir. Çocuk işçiliği ile mücadelede faaliyetler genel olarak merkeziyetçi bir yapı içerisinde sürdürülmektedir. Bu mücadelenin, yurt sathına yayılması için, ilgili kuruluşların taşra örgütlerinin bu konuda teşvik edilmesi ve gerekli maddi veya manevi desteğin sağlanması gerekmektedir. Yapılan araştırmalarda, özellikle annelerin eğitim seviyesi ile çocuk işçiliği arasında yüksek bir ilişki bulunduğu tespit edilmiştir. Annelerin eğitim seviyesini yükseltmek, çocuk istihdamını engellemede yardımcı olabileceği gibi başka bir çok alanda da hem çocukların hem de ailenin sorunlarının giderilmesine yardımcı olacaktır.

Bir başka açıdan Kayıt dışılığı önlemek için ise işverenlerin vergi, ve sigorta yükleri azaltılmalı ve etkin bir denetim mekanizması kurulmalıdır. Organize Sanayi Bölgeleri ve Küçük Sanayi Siteleri uygulamaları yaygınlaştırılmalı, çocuk işçi istihdamının yaygın olduğu küçük ölçekli işletmelerin bu bölgelere gelmeleri sağlanmalı, bu bölgeler dışında faaliyet gösteren firmalara işletme ruhsatı verilmemeli ve etkin denetim mekanizmaları işletilmelidir. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu tarafından, İstanbul Pendik Sanayi Sitesinde, çalışan çocuklara sağlık, eğitim ve iletişim alanlarında hizmet vermek amacıyla kurulan “Çalışan Çocuklar Bürosu” gibi örgütsel yapılar, ülke geneline yaygınlaştırılmalıdır. Sonuç olarak; çocuk işçiliğinin tamamen ortadan kalkması, nihai ve uzun dönemli bir hedef olmasına karşın, ülkelerdeki sosyal ve ekonomik gelişmelere bağlıdır. Bu nedenle, çocuk işçiliğini neden olan yapısal faktörler giderilmeye çalışılırken, diğer yandan kısa ve orta dönemde çalışan çocukların korunmasına ilişkin politikalar üretilmeli ve çocuklara sağlık, eğitim ve danışmanlık hizmetleri sunulmaya çalışılmalıdır.    
         
Bu noktada yeri gelmişken önemle belirtmek gerekir ki Türk pozitif hukukunda çocukların çalışma şartları ile ilgili de önemli eksiklikler bulunmaktadır. Bunların başlıcaları çalışma süreleri, yıllık izin süreleri, dinlenme hakkındaki düzenlemelerin yetersiz olmasıdır. Bu koşullar bakımından çocukları yetişkinlerle aynı hükümlere bağlı tutmak BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 32. maddesi ile Anayasa’nın 50. maddesine aykırıdır. Sadece ülkemizde değil dünyanın bir çok yerinde çocuk emeğinin sömürüsü en önemli sosyal problemlerden biridir. Asıl olan, çocuğu, çocukluk döneminin tamamı süresince çalışma yaşamının dışında tutmaktır. Ancak çeşitli sosyal ve ekonomik nedenler yüzünden bu hedefe yakın zamanda ulaşılması mümkün gözükmemektedir. Bununla birlikte bu hedeften sapmadan çalışma yaşının altındaki çocukların istihdama sokulmamasını ve çalışma yaşamına girmiş çocukların da çalışma koşullarında azami korunmasını sağlayacak önlemleri almak çok önemli bir görevdir. Bu önlemleri sadece yasalarla getirmek yeterli değildir. Bu konuda toplumun tüm kesimlerinin sosyal sorumluluğu vardır. Herkesin, geleceğimiz olan çocukları korumak gibi bir sosyal yükümlülüğü vardır.

Yine bu noktada “çıraklık” adı altında uygulanmakta olan pratiklerin de incelenmesi gerekmektedir. Bilindiği üzere “çıraklıktan” söz edebilmek için çocuğun çalışmasının “meslek ve sanatın öğrenilmesi” amacına dayanması önem taşımaktadır. Buna karşılık çıraklar ve çocuk işçiler arasında “kağıt üstünde” yapılan bu açık ayrımın, uygulamada aynı netlikte ortaya çıktığını iddia etmek güçtür. Nitekim ülkemizde çıraklar meslek ve sanatın öğretimi amacından çok, işyerinde üretim amacıyla kullanılmakta, diğer bir ifadeyle çırak adı altında işçi çalıştırılmaktadır. Bu tür uygulamalar karşısında Yargıtay isabetli olarak, sözleşmede yer alan ifadelerden ziyade ilişkinin gerçek hukuki niteliğinin araştırılmasını istemektedir (Yargıtay 9.Hukuk Dairesi, 28.06.2006, 39175/19031, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi, 13/2007, 354-355. Y9HD, 14.9.1977, 9778/1329).Bu soruna ilişkin çözüm önerisi hususunda doktrinde iki yaklaşım bulunmaktadır. Birinci görüş çıraklığın hizmet ilişkisinin – birçok yabancı ülke hukukunda olduğu gibi- özel bir türü olarak kabul edilip çırakların iş hukuku mevzuatından yararlanmasının sağlanmasını savunmaktadır (Uşan,1994:10).[4] Diğer görüşe göre ise, çıraklık sözleşmesi özel bir tür iş ilişkisi kabul edilse bile Borçlar Kanununa tabi çıraklar İş Kanunu hükümlerinden yararlandırılmadıkça böyle bir düzenlemenin katkısı az olacağı gibi çıraklık ilişkisini zaten meslek öğretmekten çok üretim amacıyla kullanma zihniyetindeki işverenlere daha kolay ve yasal dayanağı da olan bir sömürme imkanı sağlar. Bunun yerine Borçlar Kanununa tabi çırakların da öğrenci niteliği vurgulanmalı ve bu çıraklar da 3308 sayılı Yasa kapsamına alınmalıdır (Engin,1994:24-25).[5]

Öte yandan En az 3 yıl süreli düzenli bir çıraklık eğitimi ile ustalık eğitimini tamamlamış olan kalfa ve ustaların bu eğitimleri 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu çerçevesindeki istihdamda dikkate alınmamaktadır. Bu durum çıraklık eğitimini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu konuda düzenleme yapılarak eşitsizlik giderilmelidir. İşverenlerin aradıkları çırak öğrenciyi, çırakların da kendilerine uygun eğitim yerini bulmalarına yardım amacıyla il ve ilçeler bazında Türkiye İş Kurumu, Milli Eğitim Bakanlığı ve meslek kuruluşlarının işbirliği ile mesleki rehberlik ve danışmanlık birimleri kurulmalıdır. Bu birimlerde mesleki rehberliğin yanı sıra iş ve işçi bulma hizmetleri yürütülmelidir. Meslek standartları iş analizine dayalı olarak belirlenmeli, çıraklık ve meslek eğitiminde uygulanacak eğitim programları bu standartlara uygun olarak hazırlanmalı, meslek standartları, sınav ve belgelendirme sistemi kurulmalıdır.

Ayrıca tüm bunlarla birlikte çocuk çalıştırma eğiliminin en fazla olduğu ”3 ve daha az kişinin çalıştığı küçük esnaf ve sanatkarlara ait işyerleri”, “bir ailenin üyeleri veya hısımlar arasında dışarıdan başka biri katılmayarak evlerde ve el sanatlarının yapıldığı işler” ve “tarım işkolundaki işler” 4857 Sayılı İş Kanunu kapsamına girmemektedir. Bu işyerlerinde çalışan çocuklar, İş Kanunun koruyucu hükümlerinden yararlanamamaktadır. İş müfettişleri sadece İş Kanunu’na tabi işyerlerini denetlemektedir. Bu nedenle iş müfettişleri tarafından İş Kanunu’na tabi olmayan işyerlerinin de denetlenmesi ve yetkilerinin genişletilmesi gerekmektedir. Çocuk çalışması bir yandan belki istihdama ve aileye katkı gibi gözükürken diğer yandan yetişkinlerin istihdamını engellemekte daha da ötesinde işverenlere yasal olmayan yollarla işgücü istihdamında giderek artan oranlarda olanak sunmaktadır. O nedenle çocuk çalıştırmanın yasaklanması yasal düzenlemelerde ağır para ve hapis cezaları ile karşılık bulup bunların ötesinde iş müfettişleri ile işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda denetim sıklığı ve yetkileri arttırılmalıdır.

Kısacası çocuk işçilerle ilgili düzenlemelerde 'Çalışmak' kavramının, çocuğun henüz hazır olmadığı bir kavram olduğu unutulmamalıdır. Çocuğun çalıştırılması bu boyutuyla bir zorlamayı, sürüklemeyi ve nihayetinde istismarı barındırmaktadır. Çocuğun her şeyden önce ÇOCUK OLMA HAKKI vardır ve bunun elinden alınmaması gerekmektedir. Çocuğun çocuk olma hakkı olduğu sürece, eğitim, barınma, güvenlik gibi yaşamsal önemi olan hakları da var olabilecektir.

Ezcümle çocuk ve genç işçiliğini tümüyle ortadan kaldırmak mümkün olamasa da, en azından bağımlı çalışan çocuk ve gençler açısından uluslararası sözleşmelerle de uyumlu asgari standartların getirilmesi gerekmektedir. Bu açıdan çalışmamızda da ifade ettiğimiz üzere tüm bağımlı çalışan çocuk ve gençleri kapsar biçimde özel bir yasa ile düzenleme getirmek ve farklı düzenlemelere tabi çocuk ve gençler arasındaki eşitsizlikleri gidermek gerektiği düşüncesindeyiz.


Ertuna Kara* / hukukihaber.net

​KAYNAKÇA
Engin M. (Eylül 1994), Gençlerin İş Güvenliği, Çimento İşveren, C.8, S.5.
Türkiye’de Çocuk İşçiliği Sorunu ve Çözüm Önerileri, http://www.sgkrehberi.com/haber/3714, 2012,Erişim Tarihi:01.04.2017.
Uşan M. Fatih.(1994), Çıraklık Sözleşmesi, Konya.
Yıldırım. O.(2008). Dünyada ve Türkiye’de Çocuk İşçiliği ve Özel Bir Örnek Olarak İstanbul İlinde Otomotiv Küçük Sanayiinde Çalışan Çocuk İşçi ve Çırakları, Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk Anabilim Dalı.
Yıldız. Ö.(2006).Türkiye’de Çocuk İşçi Sorununun Toplumsal Görünümü. Kafkas Üniversitesi Dergisi,Sayı:18.

----------------------------------------------
[1] Yıldırım. O.(2008). Dünyada ve Türkiye’de Çocuk İşçiliği ve Özel Bir Örnek Olarak İstanbul İlinde Otomotiv Küçük Sanayiinde Çalışan Çocuk İşçi ve Çırakları, Yüksek Lisans Tezi, Kadir Has Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Özel Hukuk Anabilim Dalı.
[2] Yıldız. Ö.(2006).Türkiye’de Çocuk İşçi Sorununun Toplumsal Görünümü. Kafkas Üniversitesi Dergisi,Sayı:18.
[3] Türkiye’de Çocuk İşçiliği Sorunu ve Çözüm Önerileri, http://www.sgkrehberi.com/haber/3714, 2012,Erişim Tarihi:01.04.2017.
[4] Uşan M. Fatih.(1994), Çıraklık Sözleşmesi, Konya.
[5] Engin M. (Eylül 1994), Gençlerin İş Güvenliği, Çimento İşveren, C.8, S.5.
*Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi 4.sınıf öğrencisi