İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM); 13.02.2001 tarihli ve 25116/94 sayılı Schöps-Almanya kararına atıfla, tutukluluk haline karşı yapılan itiraz incelemesinde görevli yargı merciinin usule ilişkin teminatları sunması gerektiğini bildirmektedir. Yargılamanın hem “çekişmeli” olması ve hem de her durumda iddia makamıyla tutuklu arasında “silahların eşitliği” ilkesinin garanti edilmesinden hareketle İHAM; şüpheli veya sanığın tutukluluk gerekçesinin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS’ın) 5. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi kapsamına girdiği hallerde, itiraz incelenmesinde duruşma yapılmasının zorunlu olduğunu belirtmektedir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 2. Dairesi’nin 08.12.2009 tarihli Şayık ve Diğerleri - Türkiye kararında;

“İHAM, gözaltına alınan ya da tutuklanan kimselerin özgürlükten mahrum bırakılmalarının İHAS anlamında ‘yasallığı’ için gerekli usul ve esas gereksinimlerine uyulup uyulmadığını sorgulama hakkı olduğunu hatırlatmaktadır. Dolayısıyla, yetkili mahkemenin hem ulusal mevzuatın usule ilişkin kurallarının ve tutuklama gerekçesi olan şüphelerin makul niteliğinin dikkate alınıp alınmadığını ve hem de bu ve gözaltının meşru amaca yönelik olup olmadığını denetlemesi gerekir.
 
  • Tutukluluk haline karşı yapılan bir itirazı inceleyen yargı organının hukuki nitelikli olması ve usule ilişkin teminatları sunması gerekir. Yargılama, hem ‘çekişmeli’ olmalı ve hem de her durumda iddia makamı ile tutuklu arasında ‘silahların eşitliği’ ilkesini garanti etmelidir. Eğer sanığın tutukluluk gerekçesi 5. maddenin 1. fıkrasının (c) paragrafı kapsamına giriyorsa, bir duruşma yapılması zorunlu hale gelir[1].
 
İHAM, başvuranların ilk derece mahkemesinde görülen duruşmalar sırasında birçok defa tahliye talebinde bulunduklarını ve bu taleplerin her seferinde reddedildiğini gözlemlemektedir. Bu nedenle İHAM, ulusal mahkemelerin iddiaya göre aşırı olan tutukluluk haline son verme ve bu suretle başvuranların iddia ettikleri ihlalleri önleme ya da düzeltme imkanına sahip olduğu kanaatine varmaktadır.
 
  • Hükümetin atıfta bulunduğu itiraz yolunu daha önce benzer davalarda incelediğini belirten İHAM, bir yandan uygulamada makul bir başarı sansı sunmadığı ve diğer yandan yargı organının hukuki nitelikli olması ve usule ilişkin teminatları sunması zorunluluğuna ve özellikle yargının çekişmeli olması ve taraflar arasında silahların eşitliği gibi ilkelere uyulmaması dolayısıyla bu itiraz yolunun etkisiz kaldığına hükmettiğini hatırlatmaktadır.
 
  • Bununla birlikte İHAM, itiraz davasıyla ilgili mevzuatın 4 Aralık 2004 tarihinde değişikliğe uğradığını gözlemlemektedir. Yeni CMK’nın 271. maddesi gereğince, ‘kanunda yazılı olan haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilir. Ancak, gerekli görüldüğünde cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir’. Böylece yeni CMK hükümleri; bir tutuklunun müdafiinin veya vekilinin itiraz talebi incelendiği sırada adli makamlar tarafından dinlenmesini mümkün kılmaktadır.
 
Bu itiraz yolunun etkinliği hakkında spekülasyon/sapma yapmadan somut davanın özel koşullarıyla sınırlı kalmayı hedefleyen İHAM, yine de Hükümetin yeni Kanun hükümlerine göre (5271 sayılı CMK’ya göre) yürütülen bir itiraz davasında çekişmeli olma ilkesine uyulduğunu gösteren bir örnek sunmadığını kaydetme ihtiyacı duymaktadır. CMK m.271’de öngörülen itiraz yolunun İHAS’ın 5. maddesinin 4. fıkrasında[2] yer alan gereksinimlerini karşılamadığına, bu sebeple kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının İHAS m.5/4 kapsamında ihlal edildiğine karar veren İHAM; CMK m.271 okunduğunda, bir yandan itiraz davasının duruşmasız yürütüldüğü vurgulanmakta ve diğer yandan da aynı davada bir duruşma yapılmasının tutuklu veya vekilinin talebinden bağımsız olarak hakimin veya mahkemenin takdirine bırakıldığı görülmektedir.
 
CMK m.271/1’e göre; kanunda yazılı olan haller saklı kalmak üzere, itiraz hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilebilir, ancak gerekli görüldüğünde cumhuriyet savcısı ve sonra müdafi veya vekil dinlenir. İlgili madde hükmü gereğince; tutukluluğa itiraz incelemesinin, kısıtlananın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının önemi nedeniyle duruşmalı yapılması mümkündür. İHAM Şayık ve Diğerleri kararında; 5271 sayılı CMK m.271’de tutukluluğa yapılan itiraz incelemesinin duruşmalı yapılabileceği öngörülse de, bu hükmün gereğinin yerine getirildiğine ilişkin bir örnek olmadığından ve duruşmalı yapılması talebinin dayanaksız şekilde reddedildiğinden bahisle İHAS m.5/4’ün ihlal edildiğine karar vermiştir.

Yukarıda özet çevirisine yer verdiğimiz kararda İHAM, ayrıca başvurucuların beş yıldan başlayarak 11 yıla kadar devam eden uzun tutukluluk süreleri bakımından da İHAS m.5/3[3] kapsamında ihlal kararı vermiştir. Belli bir davada yargılanmak üzere bekleyen ve suçlanan şahsın tutukluluk halinin makul süreyi aşmamasını sağlamak öncelikli olarak ulusal yargı mercilerinin görevidir. Ulusal yargı mercileri, varsayılan “suçsuzluk/masumiyet” karinesini gerekli ölçüde dikkate alarak, kısıtlanan kişi hürriyetinden kamu yararı adına tavizini gerektiren haklı bir gerekçenin varlığına/mevcudiyetine ilişkin lehte ve aleyhteki esasların tümünü incelemeli ve serbest bırakılma başvurularına ilişkin kararlarında bunları tespit etmelidir[4]. Tutuklu şahsın bir suç işlenmiş olmasına ilişkin makul şüphenin devamı, sürdürülen tutukluluk halinin geçerliliği için zorunlu koşuldur; ancak bu durum, belli bir sürenin aşılması durumunda yeterli olmamaktadır. Bu halde İHAM, adli merciler tarafından öne sürülen gerekçelerin özgürlüğün kısıtlamasını haklı neden dayandırıp dayandırmadığını incelemelidir[5].

Ayrıca, şahsın kaçmasına ilişkin tehlikenin yalnızca cezanın ağırlığına göre değerlendirilmemesi gerekir. Cezanın ağırlığı kriteri dışında, kaçma tehlikesinin mevcudiyetini teyit eden veya kaçma ihtimalinin yargılanmak üzere tutuklu tutulmayı haklı çıkarmayacak derecede düşük olduğunu ortaya koyan başka ilgili etkenlere göre tutukluluk halinin devamına veya sonlandırılmasına karar verilmelidir.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi 2. Dairesi; İHAS m.5/4 kapsamında değerlendirdiği “itiraz incelemelerinin duruşmalı yapılması” hususunda Şayık ve Diğerleri - Türkiye kararında benimseyip tatbik ettiği bu içtihadını, 31610/08 sayılı ve 29.11.2011 tarihli Altınok - Türkiye kararı ile değiştirmiştir. Altınok - Türkiye kararının 50 ila 56. paragraflarında İHAM;

Tutukluluğu esas alan Türk mevzuatının itirazla ilgili yargılama usulünün 17 Aralık 2004 tarihinde değiştirildiğini, 1 Haziran 2005’te cezai yargılama usulü ile ilgili yeni yasanın kabul edildiğini, cezai yargılama usulüne ilişkin eski yasada öngörülen itiraz usulünün tutuklunun veya avukatının katılımına imkan vermediği gerekçesiyle etkinliği olmadığını, yeni yasanın (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun) 271. maddesine göre, mahkeme itiraz hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir ve duruşmanın yapılması tutuklular veya müdafilerinin talebinden bağımsız olarak mahkemenin takdirine bırakılmıştır[6].

Bu bakımdan İHAM, Türkiye aleyhine görülen Şayık ve Diğerleri davasında, uyuşmazlığın özel koşullarıyla yetinerek ve bu itirazın etkinliği üzerinde düşünmeden, İHAS m.5/4’ün ihlal edildiği sonucuna varmıştır. İHAM, bir taraftan itiraza ilişkin yargılamanın duruşma olmadan yapıldığını ve diğer taraftan da tutuklular veya müdafileri tarafından yapılan talepten bağımsız olarak bir duruşma yapılmasının mahkemenin takdirine bırakıldığını ortaya koymuştur.

Somut davada İHAM, başvurucu ve müdafiinin 8 Ekim ve 26 Aralık 2007 ve 10 Mart, 5 Mayıs ve 23 Haziran 2008’de yapılan davanın esasıyla ilgili her duruşma esnasında hazır bulunduklarını ortaya koymaktadır. Bu süreçler boyunca, birinci dereceli mahkeme gibi Ağır Ceza Mahkemesi de başvurucunun tahliye talepleri hususunda bir karara varmıştır. Başvurucunun mahkeme ve hakimlerin huzuruna son kez çağrılması 5 Mayıs 2008 tarihli duruşmada olmuş ve celse birkaç gün sürmüştür. Somut davanın koşullarında İHAM, 16 Mayıs 2008 tarihli itirazın incelenmesi sırasında duruşma yapılmasının gerekmediğine dikkat çekmiş ve taraflardan herhangi birisinin itirazla ilgili yargılama usulüne sözlü olarak katılmamış olmasının “çelişmeli yargılama” ve “silahların eşitliği” ilkelerine zarar vermediğine, bu sebeple Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrasının ihlal edilmediğine karar vermiştir.
 
İHAM, Türk Hukuku’nda tutukluluğun devamı sorununun yasal aralıklarla re’sen incelendiğini tespit etmektedir (tahkikat aşamasında ve esasen her duruşma boyunca her ay veya dava aşamasında daha sık). Diğer yandan, tutuklu kişi davanın ya da tahkikatın her aşamasında bir tahliye talebinde bulunabilmekte ve belli bir süreyi beklemeksizin talebini yineleyebilmektedir. Üstelik geçici tutukluluğa ilişkin bütün kararlar, talep üzerine veya resen alınarak itirazın konusunu oluşturabilmektedir[7].
 
İHAM, böyle bir sistemde her itirazın incelenmesi sırasında bir duruşmanın yapılması gerekliliğinin ceza muhakemesi safhalarının akışında bir tıkanmaya neden olabileceğini kabul etmektedir. Bu görüşler ışığında İHAM; Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrası ile ilgili olan yargılama usulünün özel niteliği ve özellikle ivedilik esası gözönünde bulundurularak, duruşma yapılmasının -özel koşullar haricinde- her türlü itiraz başvurusu için gerekli olmadığını tespit etmektedir. Bu sebeple İHAM, tutuklulukla ilgili karar vermek için yetkili olan hakimin huzurunda (birinci derece mahkemeye tutuklunun çağrılması halinde) tutuklunun veya ihtiyaç olursa müdafiinin kişisel olarak çağrılmaması durumunun “silahların eşitliği” ilkesine zarar vermedikçe Sözleşmenin 5. maddesinin 4. fıkrasını kendiliğinden ihlal etmeyeceğini belirtmiştir.
 
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
 
---------------------------------------
[1] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/1-c’de; “Kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için inandırıcı sebeplerin bulunduğu veya suç işlemesine ya da suçu işledikten sonra kaçmasına engel olma zorunluluğu kanaatini doğuran makul gerekçelerin varlığı halinde, yetkili adli merci önüne çıkarılmak üzere yakalanması ve tutulması” halinde, kişinin özgürlük ve güvenlik hakkının kısıtlanabileceği ifade edilmiştir. Bu durumda tutukluluğa itirazın duruşmalı incelenmesi ve bu incelemenin etkin yapılması gerekir.
 
[2] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/4’e göre; “Yakalama veya tutulma yoluyla özgürlüğünden yoksun kılınan herkes, tutulma işleminin yasaya uygunluğu hakkında kısa bir süre içinde karar verilmesi ve eğer tutulma yasaya aykırı ise, serbest bırakılması için bir mahkemeye başvurma hakkına sahiptir”.
 
[3] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5/3’e göre; “İşbu maddenin 1.c fıkrasında öngörülen koşullar uyarınca yakalanan veya tutulan herkesin derhal bir yargıç veya yasayla adli görev yapmaya yetkili kılınmış sair bir kamu görevlisinin önüne çıkarılması zorunlu olup, bu kişi makul bir süre içinde yargılanma ya da yargılama süresince serbest bırakılma hakkına sahiptir. Salıverilme, ilgilinin duruşmada hazır bulunmasını sağlayacak bir teminat şartına bağlanabilir”.
 
[4] Bu gerekçeye, 16026/90 sayılı ve 08.06.1995 tarihli Mansur - Türkiye kararının 52 ve 53. paragraflarında yer verilmiştir.
[5] Bu gerekçeye, 27.06.1968 tarihli ve 2122/64 tarihli Wemhoff - Almanya kararının 24 ve 25. paragraflarında yer verilmiştir.
[6] 31610/08 sayılı ve 29.11.2011 tarihli Altınok - Türkiye kararının 50 ve 51. paragrafları.
[7] 31610/08 sayılı ve 29.11.2011 tarihli Altınok - Türkiye kararının 53. paragrafı.